Devam edelim..
Anadolu’da dengeler değişmişti artık, tarihi boyunca esarete boyun eğmeyen Türk Ulusu ayağa kalkmış Mustafa Kemal’in önderliğinde vatanını düşman çizmesinden kurtarıyordu. 9 Eylül 1922’de İzmir kurtarıldı, Fahrettin Paşa (Altay, 1880-1974) komutasındaki 5. SüvariKolordusunun ilerlemesi karşısında Fransız ve İtalyan birlikleri derhal geri çekilip, işgal ettikleri toprakları gerçek sahibine bıraktılar. (İlk milli tankımıza bu büyük kumandanın ismi verilmiştir; Altay Tankı Y.N.)Türk Ordusu bir sel gibi düşmanı önüne katmış hızla Çanakkale’ye yürüyordu. Bu hareket Türk’ün şanlı Kurtuluş Savaşıydı. İngilizler Ankara Hükümetiyle anlaşma yolları aramaya başladılar. İngiltere Başbakanı Türklerin bu inançlı yürüyüşünü durduramayacaklarını kabullenerek savaşmadı,Türk Ordusu’nun önünden çekilerek Çanakkale Boğazı’nı Türklere teslim etti.
11 Ekim 1922’de Türkiye, İngiltere, İtalya ve Fransa arasında imzalanan Mudanya Mütarekesi gereği Trakya topraklarının iadesi yapılırken Türkiye’yi temsil edecek kişi olarak Mustafa Kemal Paşa’nın isteği ile Kurtuluş Savaşı’na katılan ilk beş generalden biri olan İsmail Refet Paşa(Bele, 1881-1963) ve İstanbul komutanı olarak da Millî Müdafaa Umumi Kâtibi Selahaddin Adil Paşa(1882-1961) görevlendirildi.
(Bu arada Kurtuluş Savaşı’na katılan 5 general; Mustafa Kemal Paşa, Ali Fuat Paşa, Kazım Karabekir Paşa, Refet Bele Paşa ve Rauf Orbay Paşa’lardır. Y.N.)
Anadolu topraklarında süren Yunan işgali de bu anlaşma ile sona ermiştir. Mudanya Ateşkes Anlaşması Türk ve TBMM tarihinde büyük ölçüde önemli bir yere sahiptir. Kurtuluş savaşında zor şartlara rağmen Türk milleti ve Türk ordusunun gücünü gösteren Büyük Taarruz Zaferi sonrası imzalanması ile de tarihte büyük, şanlı bir yerdedir.
Refet Paşa, 19 Ekim tarihinde TBMM Muhafız Grubu’ndan 100 kişilik bir kuvvetle Gülnihal vapuru ile Mudanya’dan ayrılıp İstanbul’a geldi. Ardından “İstanbul Komutanı” sıfatıyla Selahattin Adil Paşa, 81. Alay ile İstanbul’a ulaştı. Refet Paşa ve Selahattin Adil Paşa’nın İstanbul’a gelmesine rağmen işgal sonlanmadı. Çünkü mütarekeye göre işgal kuvvetleri barış antlaşması imzalanmasından hemen sonra İstanbul’u boşaltacaktı. Ama çeşitli bahanelerle sözlerinde durmadılar.
Bu arsızlıkları 24 Temmuz 1923 tarihinde İsviçre’nin Lozan şehrinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi temsilcileriyle Britanya İmparatorluğu, Fransız Cumhuriyeti, İtalya Krallığı, Japon İmparatorluğu, Yunanistan Krallığı, Romanya Krallığı ve Sırp, Hırvat ve Sloven Krallığı temsilcileri tarafından Leman Gölü kenarındaki Beau-Rivage Palace’ta imzalanan Lozan Barış Antlaşması‘na kadar sürdü. Modern ve genç Türkiye Cumhuriyeti’nin tanınmasını sağlayan bu antlaşmadan bir süre sonra, 23 Ağustos 1923’ten itibaren İtilaf kuvvetleri İstanbul’dan ayrılmaya başladı. Son İtilaf birliği ise 4 Ekim 1923 günü Dolmabahçe Sarayı önünde düzenlenen bir törenle Türk Bayrağını selamlayarak şehri terk etti. 6 Ekim 1923’te ise Şükrü Naili Paşa (Gökberk,1876-1936) komutasındaki 3. Kolordu İstanbul’a girdive işgal resmen sonlandı. İşgal 4 yıl 10 ay 23 gün sürdü. Her yılın 6 Ekim’i böylece İstanbul’un kurtuluş günü olarak belirlendi ve kutlanmaya başlandı.
Konstantinopolis’in Fethi ile bu konunun bağlantısını mutlaka kurmuşsunuzdur. 1453’te Türk Yurdu’na katılan bu tarihi şehir, bu Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti, 1918’in 30 Kasım’ında düşman tarafından işgal edilmişti. Ve bu işgal yaklaşık 5 yıl kadar sürecek, nihayet Mustafa Kemal ve arkadaşlarınca başlatılan büyük isyan, Kurtuluş Savaşı sonucunda yeniden ait olduğu millete iade edilecekti. Yani bu kent yeniden Türkler tarafından fethedilecekti. Tıpkı ataları fatih Sultan Mehmet Han’ın asırlar önce yaptığı gibi.
Evet, bu önemli hatırlatmadan sonra yeniden konumuza dönelim.
29 Mayıs 1453.. Günlerden Cuma.. 6 Nisan 1453 tarihinde Osmanlı Ordusu tarafından kuşatılmaya başlanan Konstantinopolis, 53 günlük kuşatmanın ardından işte bu tarihte fethedilmiştir. Bu tarihle ilgili bazı çekincelerimiz olmakla beraber, bunları başka bir yazımızın konusu olarak işleyeceğimizi belirterek devam edelim. Konstantinopolis’in fethi ile beraber 1500 yıllık Roma İmparatorluğu’nun devamı olan Bizans İmparatorluğu parçalanmış ve kentten Hıristiyan dünyasına göç başlamıştır. İstanbul’un Fethi ayrıca Orta Çağ’ın sona erdiği ve Yeni Çağ’ın başladığı gündür. İstanbul’un Fethi askeri tarih açısından da son derece büyük önem taşır. Antik çağlardan o döneme kadar surlar ve kent duvarları, şehirleri işgale karşı koruyan en büyük savunma araçlarıydı. Fakat savaş sırasında karabarut kullanan Osmanlı Ordusu, surları yıkmayı başardı.
Biz bu yazımızda Konstantinopolis’in Fethi’ni anlatacağız. Yok yok, o ilkokul kitaplarından beri okuduğumuz, belleğimize kazınan o şanlı Fethi değil. Bu önemli konuya başka bir gözle, o dönemde aşılmaz kabul edilen surların içinde bulunan ve gerek halkın, gerekse sarayın hissettiklerini bize aktaranların gözüyle bakacağız bu çağ değiştiren olaya.
İlk kafa karışıklığı fethin kesin tarihinde yaşanır. En inanılır görünen kaynaklara göre Konstantinopolis, hicretin 857. yılında, Cuma’ del-ûlâ ayının 20nci ve miladın 1453ncü senesi, yani Mayıs ayının 29’uncu Salı günü zevalden evvel(gün ortası, öğleden evvel) takriben saat yedi ile sekiz arasında fethedilmiştir. Neden sabah yedi-sekiz arası denmemişte öğleden evvel yedi-sekiz arası denmemiş anlamadık. Ancak bu tarihin yanlış olduğu da iddia edilmektedir. Gün olayı da tartışmalıdır. Türk Tarih Kurumu bile bu gün konusunda bir açıklama yapmaktan kaçınmıştır. Bazı kesimlerce Fethin Cuma günü olduğu açıklanıyor olsa da kent bize göre Salı günü fethedildi. Çünkü kaynaklarımız bize Fetihten sonraki ilk Cuma namazının 1 Haziran 1453 tarihinde Akşemseddin tarafından kıldırıldığını söylüyor. Türk İslam geleneğinde hükümdarlık alameti olan Cuma Hutbesi de Akşemsettin tarafından Fatih sultan Mehmet adına okundu.
Peki Bizans’ın 1453 yılında, Fatih Han’ın Rumeli kıyılarına muazzam ordusuyla gelmesiyle ilgili Sarayda neler düşünülüyordu? Ve halk? İşte tüm bu soruların cevaplarını aşağıda adı geçen, o günleri bizzat surların gerisinde yaşamış kişilerin satırlarından aktaracağız sizlere. Peki kimlerdi bunlar?
Bu kapsamda, çoğu zaman hissi bir yaklaşım sergileseler de çağdaş Bizans kaynaklarının, özellikle de kuşatma boyunca bizzat İstanbul’da bulunan imparatorun en yakın adamı olan ve İstanbul’un fethi hakkında bilgi veren dört Bizans kroniğinden birinin yazarı olan Georgios Frantzis(Phrantzes, Frantzes/d.1401-1478) İmparatorlukta önemli bir devlet adamı ve diplomattı. Fetihten kısa süre önce megas logothetes unvanı (Bizans İmparatorluğunda Dışişleri Bakanı) almış, böylece İmparator XI. Konstantinos Paleologos‘dan (1405-1453) sonra gelen en önemli kişi olmuştu.
Geç dönem Bizans tarihçisi olan Frantzis, diğer üç yazardan “Bizanslı tarihçi Dukas (1400-1462), Helen asıllı tarihçi Mihail Kritovulos (1410-1470), Bizanslı tarihçiLaonikos Halkokondilis(Laonikos Chalkokondyles, 1423-1470)” farklı olarak kuşatma boyunca şehirde aktif olarak olayların içinde bulunmuş ve günlük notlar tutmuştur. Fetihten sonra tüm ailesiyle beraber esir alınan Frantzis, daha sonra karısıyla beraber serbest kalma şansı bulmuş ve ömrünün kalan yıllarını Korfu’da bir manastırda geçirirken, o zamana kadar tutmuş olduğu notları toparlayarak kroniğini (Chronikon Minus) kaleme almıştır. Tarihçi Frantzis’in (İstanbul’un Fethi, çev. K. Dinçmen, İstanbul) birinci elden verdiği bilgiler oldukça kıymetlidir.
Ayrıca, bu sırada tesadüfen şehirde bulunan ve savunmaya katılan Venedikli gemi doktoru Niccolò Barbaro(1420-1494), 1452 yılının son aylarından itibaren olayları gün gün not ederek Bizans halkının bu süreçteki psikolojik durumunu da yansıtan önemli gözlemler nakletmiştir.
Böylece özellikle bu iki görgü tanığının ifadelerine dayanmakla birlikte, Bizans kayıtlarının ışığında Bizans cephesinden İstanbul’un fethini değerlendirmeye çalışacağız.