YAHUDİLİKTE MESİH İNANCI

YAHUDİLİKTE MESİH İNANCI
14 Mayıs 2019

Mesih; “Kutsal yağ ile ovulmuş, mesh edilerek kutsanmış” anlamında kullanılan bir tanım. Ayrıca birtakım inanç grupları tarafından “Kurtarıcı olarak beklenen kişi”.  Hemen tüm semavi dinlerde var bu Mesih figürü. Gerek 2000 yıl önce İsa’nın zamanında, gerekse günümüzdeki Yahudiler, Tanrı’nın onlara mesh edilmiş bir kral göndereceğine, bu kralın bir harekete öncülük edeceğine, İsrail’i özgürleştirip barış ve adalet getireceğine ve tüm Dünyada barışı sağlayacağına inanıyorlar.

Peki bu Mesih nasıl biri olacaktı? İnsanlar O’nun geldiğini nereden bileceklerdi? Bu sorunun cevabını kimse bilmiyordu,  ama etrafta konuyla ilgili bir takım teoriler, söylentiler dolaşıyordu.  Bazıları bu kralın, yani Mesih’in bir savaşçı kral olacağını, paganları yenip İsrail’i özgür kılacağına, diğerleri ise tapınağı temizleyip gerçek tapınmayı başlatacağına iman etmekteydiler. Onun gelişine inanan herkesin beklentisi Kutsal Yazıların gerçekleşmesi ve Mesihin gökte olduğu gibi yeryüzünde de krallığını kurmasıydı. Ama hiç kimse bunun nasıl olacağıyla ilgili net bir bilgiye dün olduğu gibi bugün de sahip değil.

Son yıllarda, özellikle popüler kültür ve Hollywood sinemasının etkisiyle herkes, Yunan Pagan tanrılarını az çok tanır: Zeus (Tanrıların kralı), Poseidon (Deniz Tanrısı), Ares (Savaş Tanrısı) gibi. Bu tanrılar önce Yunan kültürünün ve Helenistik dönem aracılığıyla, sonrasında da Roma İmparatorluğu’nu kuran Etrüsklerin Yunan dini yapısını, kendi kültürlerine empoze etmesiyle çok geniş bir alana yayıldılar. İnsanlar onlara tapıyorlardı, çünkü kendilerinde olmayan güç ve zafer onlardaydı ve yaşamlarında anlamlandıramadıkları birçok şey vardı. Bir müzeye gittiğinizde bu tanrıların heykellerine bakıp onları tanımanız için görmeniz gereken en önemli şey, onların sembolleridir. Bu semboller tanrıların kimliğini, gücünü, hikayelerini ve zaferlerini simgeler. Mesela elinde şimşek tutan sakallı, güçlü bir erkekse; kesin o Zeus’tur. Ya da elinde Medusa başı olan zarif, ama savaşçı bir kadın figürü gördüğünüzde bunun Athena olduğunu kolayca anlarsınız.

Yahudiler Davut soyundan bir Mesih’in geleceğine inanmışlar, yüzyıllar boyunca Mesih’in kim olacağı, nasıl geleceği ve ne yapacağı konularında efsaneler yaratmışlardır.

·       Davud, İsrailoğullarının kurduğu İsrail Krallığı’nın üçüncü kralı ve Kudüs kentinin kurucusu. Tanah ve Kuran’da nebi olarak zikredilir. Hıristiyan inancında İsa’nın Eski Ahit’teki simgelerinden biri sayılır. Musevi Kutsal kitabı Tanah’ın Mezmurlar bölümünü oluşturan 150 şiirin Davud tarafından yazıldığı kabul edilir.Hazret-i Dâvut -aleyhisselâm- Kudüs’te doğmuş, tahmînen 100 yaşında vefât etmiştir. Nesebi, Yahûda bin Yakûb bin İshâk bin İbrâhîm’e dayanır. Kendisine hem peygamberlik hem de hükümdarlık verilmiştir. Târihçilere göre hükümdarlığı tahmînen M.Ö. 1015-975 yılları arasındadır.Hz. Davut’un (a.s.) adı Kur’an’da 16 yerde geçer. Kur’an’da Allah’ın Davut’a (a.s.) krallık ve bilgelik verdiği, kendisine demiri işleme sanatını bahşedip ondan bedeni örtüp koruyan zırhlar yapma yeteneği verdiği, Davut’un (a.s.) Talut (Saul) ile girdiği bir savaşta güçlü bir dev olan Câlût’u (Goliaht) öldürdüğü, Allah’ın bazı peygamberleri diğerlerinden üstün kıldığı ve Davut’a (a.s.) Zebur’u verdiği, onu ve soyunu dünyaya hâkim kıldığı anlatılır.

Mesih fikri, Yahudilerin dünyadaki durumuna göre önem kazanır ya da kaybeder. Yahudiler varlıklı, güvende olduğu ve toplumda kabul gördüğü süreçlerde, Mesih kavramının pek öne çıkmadığını, ancak Yahudilerin durumu şu ya da bu nedenle kötüleştiğinde Mesih umudu ve dualarına dönüşün güçlendiğini görmekteyiz. Yahudi tarihi boyunca iki tip Mesihçilik düşüncesine rastlamaktayız.

a)     Biri kendi mucizevî ve doğaüstü unsurlarıyla birlikte apokaliptik(anlaşılmaz, kapalı, karanlık söz veya yazı) Mesih anlayışı,

b)     Diğeri ise rasyonalist (Akılcılık; usçuluk veya rasyonalizm olarak da adlandırılan, bilginin doğruluğunun duyum ve deneyimde değil, düşüncede ve zihinde temellendirilebileceğini öne süren felsefi görüş) Mesih anlayışı.

Apokaliptik Mesih anlayışından yukarıda bahsetmiştik. Rasyonalist Mesih anlayışını ise Yahudi Ortaçağ filozofu Moses Maimonides (Musa İbn Meymun 1135 – 1204) şu sözleriyle özetler: “Hiç kimse mesianik kralın işaret ve mucize yapacağını düşünemez ve hiç kimse mesianik çağda eşyaların normal gidişinin değişeceğini veya tabiat düzeninin değişeceğini düşünemez.  Kutsal Kitap’ta konu ile ilgili söylenenler çok muğlâktır ve bizim bilgeler de bu konuda açık ve anlaşılır bir gelenek bırakmamışlardır.”

 

·        Moses Maimonides .. İbn Meymūn Musevî filozof, hahambaşı, yasa koyucu, Talmud bilgini ve vezaret tabibi. Musevî bilginler arasında İkinci Musa lakabı ya da rütbesiyle adının baş harflerinden oluşan RaMBaM adıyla bilinir. Orta Çağ’ın tartışmasız en önemli Yahudi düşünürüdür.

 

Aslında Yahudi Mesih inancının temelinde sadece dini değil, siyasi, tarihi, içtimai, manevi hususlar da yer almaktadır. Mesih inancı ile Yahudi dini ve milli prensipleri, bir yandan zaman içinde Mısır, Babil, Yunan, Roma… baskı hatıraları, diğer yandan Yahudi dünya hakimiyeti fikri canlı tutulmuş, bu fikirle zor devrelerde ümit ve moral sağlanmıştır. Daima başlarına gelen felaketlere Mesih’e ortam hazırlayan olaylar gözüyle bakmışlardır ki bu da onların dayanma gücünü artırmıştır. 11. yüzyıla doğru Haçlı seferleri sırasında, haçlılar geçtikleri yerlerde Yahudilerden, İsa’nın ölümünün intikamını almak için, yüzlerce cemaati kılıçtan geçirmişlerdir. Yine Yahudiler, batı toplumunda, kuyuları zehirlemekle, veba hastalığı getirmekle, Hıristiyan mayasız ekmeğine saygısızlıkla, boğazlanmış Hıristiyan çocuklarının kanı ile mayasız ekmek yapmakla itham edilmişlerdir. Neticede, Yahudiler, küçük düşürücü birtakım mesleklere sevk edilmişler, sarı elbise veya özel şapka giymekle toplumdan tecrit edilmişlerdir. Bu durumda Yahudi’nin yegâne destek kaynağı, iç dünyalarına dönmeleri neticesinde “Mistisizm” olmuştur. 13.yüzyıldan sonra Kabala’nın ortaya çıkışıyla, özellikle, Yahudilerin İspanya ve Portekiz’den çıkarılmalarından sonraki gelişimiyle kabalistik mistisizm Yahudi Mesihçiliğinde önemli bir unsur ve dinamik bir sosyal güce dönüşmüştür.

·        Kabbala, değişmeyen, ebedi ve gizemli Ein Sof ile ölümlü ve sonlu evren arasındaki ilişkiyi açıklamayı amaçlayan ezoterik Yahudi öğretileridir.

 

·       Mistisizm, (İng. mysticism; Fr. mysticisme) Grekçe “sır” anlamına gelen musterion kelimesinden türetilmiştir. Kelimenin teknik anlamlar kazanması, eski Yunan’da pagan olan halkın dinî inanışından ayrı olarak Eleusis ve Dionysos kültlerinde temsil edilen sırların musteria terimiyle ifade edilmesi sonucunda olmuştur. Aslında Grek dinî akımlarında söylenmemesi gereken sırlarla ilgili olarak suskun kalması icap eden müntesipler için de mustai kelimesi kullanılırdı. Çünkü Grek mistik dininde sırlar herkese açık olmayıp özel bir intisabı gerektirmekteydi. Nitekim Grekçe’de “susmak, suskun kalmak” mânasındaki muein kelimesinin de Grek mistik ibadet şekillerinde intisap törenlerinin gizliliğine işaret ettiği düşünülmektedir.

Kabala, Yahudi mistik geleneğini temsil etmektedir. Kabala temelde İbranicedir. Onun referans çerçevesi İsrail’dir. Şifahi şeriat olarak o, Sina’da Hz. Musa’ya vahyedilmiştir. Gizli şifahi bilgilerin kanunu olan Kabala, sanki Tanah’ın yeniden yorumudur.

·       Tanah, Tevrat ve Zebur’u da kapsayan, Musevilik dininin kutsal kitabı. Hıristiyanlarca da kutsal kabul edilir, bununla birlikte Hıristiyanlar Tanah’ı Eski Ahit olarak anar ve farklı şekillerde yorumlarlar. Eski Ahit, Hıristiyanlığın kutsal kitabı Kitab-ı Mukaddes’in ilk kısmını meydana getirir.

Bazılarına göre Kabala, modern dini problemlerin anahtarını ihtiva eder, bazılarına göre ise Kabala’da Allah’ın cevheri, ilk sebepleri ve yaratılışı ele alınmaktadır. Kabalistlerin üzerinde önemle durdukları konulardan birisi de İbrani alfabesinin mistik yorumudur. İbrani alfabesi, kutsal bir alfabedir. Bunun için bu alfabe, kutsal dışı dillerden tam olarak ayrılmaktadır ve onlarla mukayese edilemez bir durum arz etmektedir. Kabalistler, İbrani alfabesinin her harfine sayısal bir değer vermişler ve böylece Mesih’in geleceği yılı hesaplamaya çalışmışlardır. İbrani alfabesindeki 22 harf ve harflere karşılık gelen sayısal değerleri aşağıda verilmiştir.

Alef                 A               1
Beth                B               2
Gimel            G,Gh          3
Dalet            D, Dh          4
He                   H               5
Vav             O,U,V           6
Zayin              Z               7
Het               H,K             8
Tet                T                 9
Yod               I,Y             10
Kaf              K,Kh            20
Lamed         L                 30
Mem           M                 40
Nun             N                 50
Sameh         S                60
Ayin          Ngh               70
Pe                P                80
Zadik        Z,tz                90
Kuf           QIKI              100
Reş             R                200
Şin              Ş                300
Tav          T,Th               400

Görüldüğü gibi İbrani alfabesi tamamen sessiz harflerden oluşmaktadır. Sesli harfler, çoğu zaman harflerin altında yerleştirilen küçük noktalar ve işaretlerle belirtilmektedir. İbrani harflerin şeklinde, belirli anlamlar gizlenmiştir. Bir harfin kelimenin sonunda olduğu halde, olması gerektiğinden farklı gösterilmesi,  kelimenin ortasında olup harfin kelime sonunda verilen şekilde gösterilmesi,  harflerin yazımında normal ebatlardan büyük veya küçük gösterilmesi, harfin baş aşağı gösterilmesi veya belirli kelimelerin imlalarında bazı yerlerde harf gösterilmesi, bazı ifadelerin eksik veya aşırı gösterilmelerinde belirli anlamlar gizlenmiştir. Daha önce de bahsettiğimiz gibi, Mesih’in ne zaman geleceği, İbrani alfabesinin harflerinin matematiksel değerleriyle hesap edilmiştir. Zohar, gelecekte, 408 yıl sonra insanların yeni bir hayata kavuşacaklarını bildirmektedir.

·        Yahudi mistisizminin en önemli eserleri arasında yer alan Zohar, Orta Çağ’da Aramice ve İbranice dillerinde yazılmış, Tevrat’ın mistik yorumu olan bir grup kitaptan oluşur.

Burada kastedilen zaman, Yahudi hesabına göre, yaratılıştan başlamak üzere 5408 yılıdır. Bu yıl miladi takvime göre 1648’dir. Bu tarih Zohar’a göre, Mesih’in geliş tarihidir. Kabalistler de, onun Tora’nın “Özgürlük yılında herkes kendi toprağına dönecek” cümlesine dayandırmaktalar.

·        Tora, Yahudilerin çok önem verdiği, Tevrat’ın bir anlamda benzeri olan, Talmud’un yine Yahudilerce önemli bir dinsel anlatımdır. Hatta bazı görüşlerde Tevrat’tan önce gelir. Bu konuda söylenenlere göre Tevrat (Yazılı Torah), Talmud (Sözlü Torah) yani kanunların nasıl uygulanacağının sözlü ifadesidir.

Burada bütün hesap ZAT kelimesi üzerine bina ediliyor. Bu kelimenin İbrani harflere göre matematiksel değeri (Z=7, A=1, T=400) 408’dir. Kabalistler bu 408’e 5000 yılını ekleyerek miladi 1648 yılını karşılayan, İbrani takvimine göre 5408 yılını elde ederler. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi onlara göre, Mesih bu tarihte gelecektir. Bazı kabalistler de “Le sanctuaire”(Beyt ha-Mikdaş)’daki “sakrus” kelimesinin matematiksel değerine sarılarak, Mesih’in gelişini bir sene sonraya götürmektedirler. Bu kelimenin harflerinden 409 sayısı elde edilmektedir. Yine, Mesih’in doğum sancıları olarak Polonya Yahudilerinin Chmielnicki (Zynoviy Bohdan Khmelnytsky  1595-1657 Ukranyalı kumandan) askerleri tarafından zulüm görmeleri de kabul edilmektedir. Mesihi hareketlerin yönlenmesinde, İsaac Luria(1534 – 1572)tarafından geliştirilen Lurianik Kabala Okulu da çok önemlidir.

·        Rabbi Isaac Luria. Yahudi bilgini ve mistiğidir. Kabbala’nın en önemli bir dalının               kurucusudur.

Lurianik Kabala genel olarak dünya tarihini, özel olarak da İsrail sürgününü, ıstırabını ve kurtuluşunu kozmik, daha ziyade Tanrı’nın kendisinin içinde yer aldığı ilahi drama açısından, gnostik olarak isimlendirilebilen bir deyiş türü de yorumladı. İsaac Luria, “tikkun” kavramı yani Mesih’i kefaret yönünden insanın mistik çabasının üzerinde ısrarla durmuştur. Ona göre insan pozitif ve negatif kutuplar arasında yer almaktadır.

·        Zahid: Zühd sahibi, şüpheli şeyleri bile terkederek günahtan kaçan, Allah korkusuyla dünya nimetlerinden el çeken kimse, muttaki,

·         (Osmanlı Dönemi) Borç olan ibadetlerden, aslî vazifelerden başka dünya süs ve makamlarından feragat eden kimse. Sofi. Müttaki. Zühd ve perhizkârlıkla muttasıf.

İlk insan tamamen temizdir. O kendinde nüve halinde bütün insanlığı ve onların ruhunu taşımaktaydı. İnsan günah yüzünden zayıf hale geldi. Bu durum Hz. Musa’ya kadar devam etti. İsrail-Allah arasındaki ahdin hedefi, bütün insanlıkla Allah’ın arasını uzlaştırmaktı. Bu ahit dönemi, Mesihle sona erecektir. İsaac Luria’ya göre; bir Yahudi kendinden başka, insanlığa, dünyaya evrene ve Tanrısal sona karşı sorumludur. Her bireyin küçük bir günahı dahi birikip manevi kurtuluşu geciktirebilir. Onun için sorumluluk duygusu müthiştir. Sonuçta “Tikkun” Yahudilerin ortak çabalarıyla gerçekleşecek ve kurtarıcının gelişi de bunun sonucunda olacaktır.

Tikkun felsefesi farklı din âlimlerince kâh ilginç, kâh ürkütücü, kâh korkutucu olarak nitelendirildiğinden kısa da olsa üzerinde durmak istiyoruz. Tikkun Felsefesi Filistin meselesinden tutun, GDO’lu gıdaların dünyaya yayılmasına kadar Yahudilerin imzası olan birçok felaketin dayandığı görüş. Kötülüğü yeryüzüne yaymayı amaçlayan felsefe bu Yahudi kabalizmine dayanmaktadır. Temelinde Tanrıyı kıyamete zorlamak için yeryüzünü fesada, bozgunculuğa boğma düşüncesidir. Onların inanışına göre eğer yeryüzü geri dönülemeyecek bir fitneye sahne olursa, Tanrı kendileri dışındaki her şeyi yok edecek, oğulları olan Yahudileri de koruyup, cennetine alacaktır. Onlara: “Yeryüzünde, ülkede nifak çıkararak, kâfirlerle işbirliği yaparak, mü’minleri bölerek fesat çıkarmayın, bozgunculuk yapmayın” denildiği zaman; “biz düzen sağlayıcılarız, ıslah edicileriz, din ve dünya işlerini, sosyal ilişkileri düzgün yaşayanlarız” derler. (Bakara 11)

Sonuçta İsaac Luria’nın kabalası hızlı bir şekilde bütün Yahudi dünyasına yayılmıştır ve aşağı yukarı iki asra damgasını vurmuştur. Sahte Mesih Sabatay Sevi(1626-1676) nin ve 18. yüzyılda Hassidim hareketinin ortaya çıkışında, Luria’nın kabalasının büyük etkisi olmuştur.

·        Sabatay Sevi, Osmanlı Yahudisi din adamı ve tarikat lideri. Sabatay Sevi 17. yüzyılda Osmanlı topraklarında, İzmir Agora’da doğdu. 22 yaşında Mesihlik iddiasında             bulunan Musevi din adamıdır.İzmir’de yaşayan  Sevi kendini Mesih olarak ilan etmiş, padişahın bir ültimatomu sonrasında dinini değistirirek Müslüman olmuştur.

 

·         Hasidizm, İbranice’de, Dindar ve Sadık anlamına gelen hasid sözcüğünden geliyor. 18. yüzyıl sonlarında Doğu Avrupa’da (Polonya) İsrael Ba’al Şem Tov tarafından            kurulan dini bir cemaat. Cemaat üyelerine Hasidim (Hasidler) deniliyor. Hasidik Yahudiler, kendilerini ”gerçek Yahudi”, olarak görüyor. Diğer yahudileri özden                      sapmış kabul ediyor.

SABATAY/SABETAY SEVİ KİMDİR?

 

1626’da İzmir’de Yahudi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Din adamı olarak yetiştirilen Sabetay Sevi, 39’uncu yaşının eşiğinde yoğun bir mistisizme saplandı. Toplumu kurtarabilecek ilâhi bir güce sahip olduğunu söylemeye başladı ve 31 Mayıs 1665 tarihinde Mesih olduğunu ilân etti. Yahudi inancına göre Mesih (kurtarıcı), kendilerine bu günkü İsrail topraklarında bağımsız bir devlet kuracak ve dünyanın dört bir yayına dağılmış olan Yahudileri bir araya toplayacaktır. Sabetay Sevi, haham olarak sinagoglarda ateşli konuşmalar yaptı ve taraftarlarının sayısını her gün arttırdı. Avrupa’dan Yemen’e, Kuzey Afrika’dan Anadolu’ya kadar geniş bir coğrafyada yaşayan insanlar arasında dalgalanmalar, kaynaşmalar oldu. Bunun sonucunda heyecan kasırgası ile Yahudiliğin resmî tutumundan ayrı, yeni ve radikal bir akım doğdu. Genç yaştan itibaren Zühd hayatına eğilim gösteren Sabatay Sevi’nin zaman zaman manik depresif ataklar sergilediği nakledilir. Önceleri onun meczup olarak tanınmasına sebep olan melankolik kişiliği ve sergilediği tuhaf tavır ve Yahudi şeraitine ters bir takım fiiller, daha sonra Sevi’nin mesihi karizmasına yorulmuştur. Genç yaşında mistik hayat tarzına kendini kaptıran Sabatay Sevi, dünya zevklerinden yüz çevirmiş ve evlenmemiştir. 18 yaşında öğretmenliğe başlamıştır. Ona göre gerçek dünya, sadece Kabala’nın dünyasıdır. Bunun için etrafındaki gençlere iç dünyalarına dönük bir hayat tarzını telkin etmiş ve kendisi de vaktini genelde inziva içinde geçirmiştir.

Sevi’nin yaratmış olduğu Mesihi hareket, büyük tapınağın yıkılmasından ve Bar Kohba isyanından sonra, İsrail tarihinde kaydedilen en büyük kurtuluş hareketidir. Sevi’nin liderliği altında gelişen akım, iki unsurdan güç almıştır: Bunlardan ilki, Yahudi ulusunun sürgündeki genel durumudur. Yahudi felsefesinin temelinde yatan siyasal ve ruhani kurtuluş ideali de, zaten böyle bir hareketin gelişmesi için gerekli olan altyapıyı sürekli canlı tutmuştur. İkinci unsursa o döneme ait koşullardır. 1648-1649 yıllarında Polonya’da kazaklar ayaklanmıştır; bunların başında Boğdan Chmielnicki adında biri vardı. Aslında toprak ağalarına karşı olan bu isyan, çiftlik kâhyası, meyhaneci, esnaf Yahudilerden başlayarak bir Yahudi katliamı şeklini aldı. Kmielnitzki Katliamı olarak bilinen bu olayı, Polanya’dan kaçan Yahudiler yaşadıkları tüm toplumlara, her tarafa duyurdular. Bu da Yahudilerin imanını sarsmak yerine onlara yeni ümitler verdi. Artık Mesih mutlaka gelecekti. Hatta kazak komutanının adının İbrani harfleriyle yazılış şekli olan (H-M-Y-L)’den bir takım anlamlar çıkarıldı ve bunlara “Hevle Maşiah Yabo Le’olam”, yani “Mesihin doğum sancıları dünyaya geliyor” kelimelerinin baş harfleri olarak anlam verildi. Kabala ile harf mistiğine kapılmış olan Yahudiler için bu bir müjdeydi. Aynı dönemde Osmanlı toraklarında siyasal çalkantılar vardı. Osmanlı orduları yenilgiler alıyor, iç isyanlar ve kargaşa bir bunalım ortamı yaratıyordu. Yahudi din bilimcilerinin yaptığı hesaplamalara göre, 1648 yılı beklenilen kurtarıcının geleceği yıldı. İşte tam bu bekleyişin en yüksek dereceye eriştiği sırada İzmir’de çıkan yeni Mesih de birden bire Avrupa ve Yakın doğu Yahudilerinin bekledikleri kahraman oluverdi.

İşte zamanın şartlarını değerlendiren Sabatay Sevi, 1648 yılında beklenen Mesihin kendisi olduğuna inanarak bunu en yakın çevresine söyler ve gerekeni yapmak için kolları sıvar. Bu sırada 22 yaşındadır. Sabatay Sevi’nin Mesihlik iddiası İzmir’de bomba tesiri yapmıştır. Hatta Yahudi hahamları ilk reaksiyonu göstermişlerdir. Bunun için 1648 yılında veya birkaç yıl sonra İzmir’i terk etmek zorunda kalmıştır. İzmir’den sonra, İstanbul’a gitmiş ve orada şöhretli bir Yahudi vaizi olan Abraham ha-Yakini ile dostluk kurarak, ondan Mesih olduğuna dair bir belge almıştır. Daha sonra Filistin ve Kahire’ye ziyaretlerde bulunmuştur. Sabatay Sevi’nin yaşamı, Gazzeli Natan’ın adını duyduktan sonra önemli bir değişiklik kaydetmiştir. Kulağına gelen söylentilere göre, Gazze’de oturan Natan adında bir kişi, insanların ruhunu arındırıyor ve ona gelenleri mutluluğa kavuşturuyordu. Bunu duyan Sabatay Sevi Gazze’ye gitti ve Natan’la görüştü . Bir teolog olan Natan, Sabatay Sevi’nin henüz çekingenlikle ileri sürdüğü Mesihliğini onayladı. Natan Cezbeye gelen ve hayaller gören, tıpkı ilk çağ nebileri gibi biriydi. Onun “Tanrı ilhamıyla” Sabatay Sevi’nin Mesihliğini kabul ve ilan edişi, zaten bunu bekleyen Yahudiler arasında büyük bir coşkunluk ve ümit uyandırdı. 1665 yılı Ekim ayından 1666 Kasımına kadar süren bu heyecan yıllarında Mesih’in geldiği müjdesi bütün memleketlerdeki Yahudiler arasında yayıldı. Birçokları artık büyük göçe hazırlanıyorlardı. Kefaret ayinler yapılıyor, yüzyıllardır süregelen kıyamet tasarımları tek konuşma konuları haline geliyordu. Din bilginleri tabii bunu hoş görmemekteydiler ama sayısız katliamlar ve idamlarla seçkin sınıfı hemen hemen ortadan kalkmış olan halk, onların uyarmalarına aldırış etmiyordu. Tabii bunda Gazzeli Natan’ın payı da yadsınamaz.

Natan,  Mesih’in haberciliği rolünü üstlenerek İsrail’in yeniden kurulacağını, Sabatay’ın kansız zaferiyle dünyanın kurtuluşa ereceğini ve 1666 yılının kıyametin kopacağı yıl olduğunu devamlı telkin ediyordu. Sabatay Sevi, hahamların muhalefeti yüzünden Kudüs’te fazla kalamamış,1665’te İzmir’e dönmek zorunda kalmıştır. Sabatay, İzmir’de iyi karşılanmakla birlikte şöhreti, Osmanlı Yahudileri arasından başlayarak Venedik, Amsterdam, Hamburg ve Londra gibi Yahudi muhitlerine kadar yayılmıştır. Sabatay Sevi’nin İsrail’in Mesih’i olduğu artık dünyanın her tarafında duyulmuş, taraftarlarıyla muhalifleri arasındaki cepheleşme de iyiden iyiye belirginlik kazanmıştır. Sevi’ye inanlara maamin(mü’min, Tanrı inancına sahip kişi) ona karşı koyanlar “kofer”(kafir, Tanrı inancına sahip olmayan kişi) diye adlandırılmışlardır. 11 Aralık 1665’te Sabatay Sevi taraftarlarını yanına katarak, muhaliflerinin toplanmış olduğu bir sinagoga saldırmış, burada birçok garip eylemlerde bulunmuştur. İzmir Kadısı, Sabatay Sevi’yi birkaç kez huzuruna çağırıp, davranışlarını izah etmesini istemişse de, o her defasında kadıyı yatıştırmayı başarmıştır. Fakat daha öncede bahsettiğimiz gibi bu durumdan rahatsız olan din bilginlerinin şikâyeti üzerine Sabatay Sevi, 1666 yılında Sadrazam Köprülü Fazıl Ahmet Paşa’nın emriyle tutuklanıp İstanbul’a getirilmiş ve Gelibolu’da hapse atılmıştır. İdam edilmediği gibi kendisini ziyarete gelen taraftarlarını görmesine izin verilen Sevi’ye tanınan bu serbestlik, onun prestijini daha da artırmıştır. Fakat daha sonra Edirne’de yargılanmasına karar verilmiş ve Sultan Dördüncü Mehmet bizzat, çok uzun süren yargılamayı perde arkasından takip etmiştir. Yargılama sonunda Sabetay Sevi‘nin önüne iki seçenek kondu: İddialarından vazgeçmezse öldürülecek, Müslümanlığı kabul ederse, hayatı bağışlanacaktır. Sevi:Bu can bu bedende olduğu sürece Müslümanım” der ve Aziz Mehmet Efendi adını alır ve kapıcılık payesiyle kendisine iyi bir maaş da bağlanır.  Öte yandan taraftarlarının bazıları bu ihaneti kabullenmez ve intihar ederler. Çoğunluk ise Müslümanlığı kabul eder. Mesih, yani kurtarıcı, kendisini kurtarabilmek için dinini değiştirmiştir. Bir müddet sonra da taraftarları arısındaki intiharları durdurabilmek ve insanları kendisine çekebilmek için bir çıkış yapar. Cübbesinin içine bir kuş yerleştirerek topluluğunun huzuruna çıkar. Burada cübbesinin önünü açarak sakladığı kuşu uçurur. “Can bedenden çıktı” diyerek, eski dinine döndüğünü ima eder.

Diğer yandan Sabatay Sevi’nin Müslüman olması bütün Yahudi dünyasında şok tesiri yapmış, taraftarları onun bir sahtekâr olduğunu kabul etmektense, gizli bir görev nedeniyle din değiştirdiğine inanmışlardır. Zahiren Müslüman olan Sabatay’ın, gizlice Mesihlik görevini yürüteceğini müritlerine söylediği rivayet edilmektedir. Sabatay Sevi’nin müritleriyle beraber olduğunu haber alan otoriteler, onu tek bir Yahudi’nin bile yaşamadığı Arnavutluk’un Ülgün Kasabası’na sürmüşlerdir. Orada günlerini yalnızlık içinde, melankolik mistik bir atmosferde geçiren Sabatay Sevi, 1676’da ölmüştür.

Müritleri, Sevi’nin denize girip, su üzerinde yürüyerek yok olduğuna inanmaktadırlar. Ölümünden sonra, ideolojisini izleyen ve din değiştirdikleri için “Dönme” diye tabir edilen tarikatın faaliyet merkezi Edirne’den Selanik’e geçmiştir. 17.yüzyılın sonunda tarikat içinde anlaşmazlıklar belirmiş, İzmirliler ve Yaakovlar adı altında iki alt tarikat oluşmuştur. Ertesi yüzyılın başında, Osman Baba adını alarak Müslüman olan Baruhia Ruso, Sevi’nin ruhunu taşıdığını ilan edip, Konyozos ya da Karakaşlar adıyla anılan bir alt tarikat kurmuştur. Toplumsal yapı açısından da bu üç tarikat arasında bariz farklar vardır. İzmirliler Grubu, zengin tüccarlar, orta sınıf ve aydınlardan meydana gelmektedir. Bu grup Sabatay Sevi’nin ölümünü gerçek kabul etmeyerek, onun asıl görevine şimdi başladığını, istikbalde de döneceğini ileri sürmüşlerdir. Bu grup bugün İsrail’de Ramle Şehrinde hala varlığını sürdürmektedir. Yaakovlar, daha çok alt-orta memur sınıfını içerir. Bunlar isimlerini Sabatay’ın oğlu veya üvey kardeşi olduğu söylenen Yakola Querido’dan alıp onu Mesih kabul ederler. Bunlara göre Sabatay’ın ölümü ile Mesihlik Yakob’a geçmiştir ve ileride dönecek olan da budur. Çoğunluğu oluşturan Konyozo Grubuysa küçük zanaatçı ve proletaryadan oluşmaktaydı. Görüşlerini Polonya, Almanya ve Avusturya Yahudi cemaatleri arasında da yaymaya çalışan Konyozoslar 1720-1726 yılları arasında Avrupa kentlerinde büyük heyecan ve sarsıntılara yol açmışlardır. Birbiriyle ilişki kurmamaya özen gösteren bu üç grup, 19.yüzyıla kadar Osmanlı yönetiminin hoşgörüsü altında yaşamışlar, günlük hayatta Sefaradlar’ın konuşma lisanı olan Ladino’ya bağlı kalmış ve İbranice’yi de dualarında kullanmışlardır.

Sabatay Sevi, yaşadığı hayat tarzıyla bazı prensipler belirlemiştir. Bu prensipler adeta Sabataycıların, izlemeleri gereken yolu belirtmektedir. Bunlar:

1) Allah birdir, O’ndan başka Tanrı yoktur.

2) Kendisinin hakiki Mesih olduğuna, ondan başka kurtarıcı olmadığına, Sabatay Sevi’nin Davud neslinden geldiğine iman edilsin.

3) Yalan yere yemin edilmesin.

4) Tanrı’nın adı anıldığı zaman saygı gösterildiği gibi, Mesihin adı anılınca da saygı gösterilsin.

5) Mesihin sırrını anlatmak için toplantıdan toplantıya gidilsin.

6) Sabatayistler arasında katiller bulunmasın.

7) Kislev ayının (Yahudi yılının dokuzuncu ayı) on altıncı günü herkes bir evde toplanarak   Mesih hakkında ve “Mesihin imanının sırrı” hakkında duyduklarını birbirine anlatsın.

8) Aralarında zina hüküm sürmesin.

9) Yalancı şahitlikte bulunulmasın.

10) Hiç kimse sarık imanına (İslamiyete) inansa dahi zorla sokulmasın.

11) Aralarında kıskançlar ve kendilerine ait olmayan şeylere göz dikenler olmasın.

12) Kislev ayının on altısındaki bayram sevinçle ilan edilsin.

13) Birbirine karşı merhametle davranılsın ve kendine yakın olanların arzularına kendi arzusu imiş gibi gayret gösterilsin.

14) Hergün gizlice Mezamir (Hz. Davud’un mezmuru) okunsun.

15) Her ay, ayın doğuşu tetkik ve müşahede olunsun ve ayın yüzünü güneşe çevirmesi, ayla güneşin karşı karşıya, yüz yüze bakışmaları için dua edilsin.

16) Türklerin adetlerine, onların gözlerini örtmek için dikkat edilsin. Ramazan orucunu tatbik etmek için sıkıntı gösterilmesin ve aynı şey kurban için yapılsın.

17) Müslümanlarla nikâh yapılmasın.

18) Çocukları sünnet etmek için itina olunsun. Bu, mukaddes milletten hayâsızlığı kaldırmak içindir.

Görüldüğü gibi Sabatay Sevi’nin ortaya attığı prensipler genelde Yahudiliğin on emrinden çıkarılmıştır. Buna göre en önemli hadise “Müslüman gibi görünüp Yahudice yaşamak”, Sabatay Sevi hareketinin ana felsefesi olarak görünmektedir. Kısacası; tarihin çeşitli dönemlerinde ortaya çıkan sahte Mesihler gibi Sabatay Sevi’nin de amacı Yahudileri sürgünden kurtarabilmek ve çekilen acılara son verebilmektir. O, Mesih olduğunu ilan ederek Yahudiler arasında büyük bir heyecana sebep olmuş ve kitleleri peşinden sürüklemeyi başarmıştır.

Bu konuyu da etraflıca anlattıktan sonra devam edelim. Yukarıda bahsettiğimiz sebepler neticesinde Yahudilikte Mesih inancı çok tutunmuştur. Bunun sonucu olarak da birçok Mesih ortaya çıkmıştır. Yani felaket ve başarısızlıklardan kurtulmak ümit edilirken bunu kötüye kullanan veya kendisini kurtarıcı sanan birçok sahte Mesih gelmiş, bir Mesih yerine çok sayıda Mesihlik iddiası taşıyan kimse, işleri büsbütün çözülmez hale getirmiştir. Ama böyle kitle hareketlerinin başına geçenleri sadece çıkarcı olarak kabul etmek de haksızlıktır. Bunların çoğu, dediklerine kendileri de en çok inanan ruh hastalarıdırlar. Bunların içinde seve seve işkencelere katlanan, son nefeslerine kadar mucize bekleyenler çok görülmüştür. Yahudilerin Mesih özleminin ortaya çıkardığı insanlardan çoğu, hiç şüphesiz bu türdendir. Bunlardan Bar Kohba ve sonraki Mesihlerin gayesi, Yahudileri Filistin’e götürüp orada devlet kurmak,  Giritli Moşe’den sonrakilerin gayesi de Müslüman hâkimiyetinde bulunan Yahudileri kurtararak Filistin’e götürmek şeklinde görülmektedir. Yahudi tarihindeki sahte Mesihler incelenirse oldukça kabarık bir liste ortaya çıkmaktadır. Hatta bazılarının isimleri ve kim oldukları dahi bilinmemektedir. Bu nedenle daha çok bilinen ve kitleleri arkalarından sürükleyen Mesihleri anlatmaya çalışacağız. Şimdi bu Mesihleri sırasıyla inceleyelim.

SAHTE MESİHLER

 

Theudas

Miladi 44 yılında peygamberlik iddiası ile ortaya çıkmış, çevresini kendisine kabule zorlamıştır. Halkı Ürdün Vadisi’nin karşı tarafına geçirmeye kalkışmış. Roma valisi Caspius Fadu, üzerine süvari kuvvetleri sevk etmiş, bir kısmı öldürülmüş, bir kısmı da Theudas’la beraber esir edilmiştir. Sonunda kendisinin de başı vurularak idam edilmiştir. Ona inananların sayısı yaklaşık 400 kişidir. Theudas’tan İncil şöyle bahseder. “Bir süre önce Theudas kendi kendisiyle ilgili büyük iddialarda bulunarak başkaldırdı. Dört yüz kadar kişi de ona katıldı.Ama adam öldürüldü izleyicilerinin hepsi dağıtıldı, hareket yok oldu.”

Roma valisinin gönderdiği süvariler tarafından kılıçtan geçirilen Theudas ve taraftarlarından sonra 55-60 kadar Mesih iddiacısının bir yüzyıldan çok daha az zaman içinde zuhur ettiği eski kaynaklar tarafından bildirilmektedir. Bu yüzyılda çıkan Mesihlerin birisi de Mısırlıdır. Otuz bin kadar taraftar toplamış. Adamları ile Zeytin Dağı’nın eteklerinde (Kudüs Şehrinin yanında) toplanarak, emri ile önündeki şehir surlarının yıkılacağını söylemiş ve oraya hâkim olarak müstakil bir devlet kuracaklarını vaat etmiştir. Fakat Romalı valinin sevk ettiği kuvvetler önünde perişan olmuşlar Mesih kaçmış, adamları da esir edilmiştir.

Şimon Bar Kohba

Mesihi hareketler, mabedin tahribinden 60 yıl kadar sonra, Simon Bar Kohba(Koziba) ile yeniden canlanmıştır. Müritleri onun Yakup’tan bir yıldız olduğu kehanetine inanmışlar ve ona “Yıldızın Oğlu” demişlerdir. Bar Kohba Roma imparatorluğunu bölgede yürüttüğü politik, ekonomik ve dini politikaya dayanamayarak halkı isyana sevk etmiş ve isyanı bizzat idare etmiştir. Mesihliğini ilan ettiği zaman, Rabbi Akiba  (MS 50 – MS 135) tarafından Kral Mesih olarak karşılanmıştır. Rabbi Akiba onun Mesihliğini, Ahd-i Atik’teki “Yakuptan bir yıldız çıkacak” cümlesini “Yakuptan Koziba (Kohba) çıkacak” şeklinde yorumlayarak, kabul etmiştir. Kohba “Mesihim” diye ortaya çıktığında Akiba “İşte kral Mesih” diyerek onu tanıyınca, yine aynı dönemde başka bir Rabbi(Jokhonan b Torta), Akiba’ya “Davud’un oğlu (Mesih) geldiği zaman senin mezarında ot bitmiş olacak” şeklinde hitap ederek Kohba’nın Mesih olmadığını ileri sürmüştür. Bar kohba 132-135 yıllarında Roma’ya karşı bir isyan başlatmıştır. Roma’ya karşı giriştiği bu mücadelede başarılı olmuş ve bağımsız bir Yahudi devleti kurmayı başarmıştır. M. 132 yılında kurulan, adına para dahi basılan bu devletin ömrü ancak 3 yıl sürmüştür. Direnişin uzamasına sinirlenen İmparator Hadrien, takviye güçleri göndererek Bar Kohba’yı Kudüs’ün güney batısında Bethar’da öldürtmüştür (135). Bar Kohba ordusu, Kent gölü yakınlarında direnmişse de başarılı olamamıştır. İsyan Romalıları çok uğraştırmış, ancak Yahudilerin kaybı daha büyük olmuştur. Kudüs’ten geriye ne kaldıysa Romalılar tarafından yıkılmıştır. Çok sayıda Yahudi katledilmiş, sağ kalanları sürülmüş ya da köleleştirilmiştir. Hatta bir ara çocukların sünnet edilmesini, Yahudi dinini ve geleneklerini de yasaklamışlardır.

Romalılar, isyanı korkunç bir şekilde bastırdıktan sonra Sion tepesine Jüpiter Tapınağını yaptırarak Yahudilerin oraya girmelerini yasaklamış, sadece yılın belirli günlerinde mabedin geri kalan batı duvarını ziyaret etme ve ağlayabilme müsaadesi vermişlerdir. Bu müsaade ile Yahudiler, tarihte eşine rastlanmaz bir milli bağlılık örneği göstererek, iki bin yıl bu duvarın dibinde ağlamış ve yok olmuş devletlerini anmışlardır. Onlar, iki bin yıllık bir bekleyişten sonra, 1948 yılında İsrail’e dönebilmeyi başarmışlardır. Sonuç olarak, Bar Kohba bastırılan isyanda ölmüş ve böylece Mesih olmadığı da anlaşılmıştır.

Giritli Moşe

Bar Kohba’nın kısa süreli başarısından sonra Mesih ümidi devam etmekle beraber tam 300 yıl yeni bir sahte Mesih’le karşılaşılmamıştır. Talmud’ta bulunan bir hesaba göre Mesih 440 veya 441 yılında zuhur edecekti. Fakat 431 yılında Girit Yahudileri arasından Giritli Moşe isimli biri çıktı. Bu zat, kendisinin vaktiyle İsrailoğullarını Mısır’dan Firavun’un esaretinden kurtaran Moşe (Hz. Musa) ile aynı olduğunu, Allah’ın kendisini İsrailoğullarını yeniden kurtarmak üzere gökten indirdiğini, kavmi tıpkı Kızıldeniz’den geçirdiği gibi, bu defada Akdeniz’i yararak onları Kutsal Arz’a götüreceğini iddia ve vaat ediyordu. Bunun üzerine Girit Yahudileri, servetlerini tasfiye edip, ellerinde avuçlarında ne varsa hepsini dağıtmışlardır. Zira onlara göre Mesih çağında paraya ihtiyaç olmayacaktır. Bu işlerden sonra, artık Mesihin işaretini beklemeye başlamışlardır. Belirli gün gelince Moşe, Girit Adası’nın ıssız bir burnunda kavmini toplamış ve oradan denize atlamalarını emretmişti. Ellerinde kalan altın ve paralarını Mesih’e teslim eden büyük bir çoğunluk emre uyarak atlayıp, Akdeniz’in dalgaları arasında kaybolmuştur. Civardaki balıkçıların yardımı ile kurtulan bir kısmı ise, aldatıldıklarını anlayınca Moşe’nin kendilerini aldatmaya memur bir şeytan olduğunu hükmetmiş ve çoğu da bu olaydan sonra Hıristiyanlığa geçmiştir. Aldatılan bu Yahudiler, cezalandırmak için Moşe’yi aramışlarsa da kendisi maalesef altınlarla birlikte iz bırakmadan kaybolduğu için bulamamışlar.

Serene

Giritli Moşe’den takriben 300 yıl sonra, bu defa Suriye Yahudileri arasında Serene isimli bir adam ortaya çıktı. Bu ani ortaya çıkışın nedenini Yahudi yazarlar Halife II. Ömer’in (682-720) Yahudiler üzerinde baskı yapıp, haklarını kısıtlaması olarak göstermektedirler. Bu Mesih de, halkı Müslüman hâkimiyetinden kurtararak Filistin’e “uçarak“götürmeyi ve bağımsız bir Yahudi devleti kurmayı vaat eder.

·       Ömer bin Abdülaziz. Emevî halifelerinin sekizincisi ve Mervân’ın torunudur. 60’da ya’nî Muâviye’nin vefâtı yılında Medine’de doğdu. Emevî Devleti’nde kendisinden            önce Ömer isimli bir sultan olmamasına rağmen Ömer bin Hattab’ın ardından halife olan ilk Ömer isimli kişi olduğundan dolayı II. Ömer şeklinde anılmaktadır. 717-              720 yılları arasında halifelik yapmıştır.

Serene, aynı zamanda dinde reformlar yapmaya çalışmış ve Talmud’un otoritesini reddetmiştir. Rabbinik Yahudiliğin amansız düşmanı olması nedeniyle, onlarca yasak kılınan birçok yiyeceklerin yenmesini serbest bırakmış, evlenme, boşanma ve yakın akrabalar arasındaki evlilik konularında Talmud’un ortaya koyduğu bütün kaideleri reddetmiştir. Şöhreti ispanya Yahudilerine kadar ulaşmış ve pek çok taraftar edinmiştir. Serene’nin faaliyetleri, Müslüman makamları tarafından haber alınınca tevkif edilerek Halife Yezid’in (Yezîd bin Muâviye, Emevîlerin ikinci halifesi(645-683). huzuruna çıkarılır. Serene, ne yaptığı sorusuna, “Sırf Yahudilerle eğlenmek için böyle hareket ettim” cevabını verir. Bu cevap üzerine Serene, cezalandırılmak üzere kendi cemaatine teslim edilir.

Mahanem Ben Suleyman (İbn Er Ruhi-David Alroy)

İran Yahudileri arasında 1146-1160 yılları arasında ortaya çıkan Menahem ben Solomon, ibn Er Ruhi veya David Alroy isimleriyle de tanınır. Bu da, İkinci Haçlı Seferi (1147-1149) ile doğuda harita üzerinde meydana gelen değişiklikler, Filistin’in Hıristiyanlar eline geçmiş olması ve Abbasi hilafetinin zayıflaması ve Yahudilerden alınmakta olan vergilerin ağırlığı sebebiyle artık kendilerinin de kurtulma zamanının geldiğine inanan bir cemaat içerisinde çıkınca, taraftar bulmakta güçlük çekmez. İbn er Ruhi Irak’tan Azerbaycan’a kadar uzanan bölgedeki Yahudilere kendisini Mesih olarak kabul ettirmiştir. Planına göre, önce Musul ve çevresinde bir devlet kuracak, ilerde hâkimiyetini Filistin’e kadar genişletecek ve komşu memleketlerdeki Yahudileri “uçurarak”Arz-ı Mev’ud’a götürecektir. (Bkz. Resimler bölümü) Fakat daha planın ilk safhasında, Musul’un yanındaki Amadiye Kalesini ele geçirme çabası sırasında yenilip öldürülür. Ona büyük ümitlerle bağlanmış olan Yahudiler ölümünü kabul etmemişler ve bir gün dönüp tekrar başlarına geçeceğini beklemeye başlamışlardır. Bu bekleyişten istifade eden iki açıkgöz, İbn er-Ruhi’nin emriyle hareket ettiklerini bildirerek, Yahudileri uçurarak Kudüs’e göndereceklerini, oradaki Mesih’in kendilerini karşılayacağını, Mesih Çağı’nın başlayacağını vaat eder ve hazırlıklara girişirler. Hazırlıktan kasıt, uçacak Yahudilerin malını, mülkünü elinden çıkararak paraya çevirip, kendilerine teslim edilmesidir. Yahudiler bütün varlıklarını altına çevirerek bu iki kafadara teslim edip hareket gününü beklemeye başlarlar. İki açıkgöz mehtapsız bir gecenin ileri saatlerinde vaktin geldiğini söyleyip, Yahudileri şehrin surları üzerinde toplarlar ve onlara yeşil elbiseler giydirip aşağıya atlamalarını emrederler. Meleklerin kanatlarına binerek uçmak hayali ile kadın-erkek, büyük-küçük hepsi sabahın ilk ışıkları görünene kadar atlamaya devam etmişler, sabahın ilk ışıklarında vaziyet anlaşılmış, fakat paraları alan sahtekârlar şehri çoktan terk etmişlerdir. Bu olaydan sonra o sene “Amu’t-Tayaran” diye anılmıştır.

Yemenli Mesihler

Yemen, klasik bir “Sahte Mesihler Ülkesi”dir. Yemende birbiri arasında 700 yıl olmak üzere aynı vasıf ve tabiatta iki Mesih zuhur etmiştir. Birincisinin adı dahi meçhuldür. 1172 yılında zuhur etmiş ve Yahudileri kurtarma çabası arasında dini bazı reformlara da girişmiştir. Gösterdiği mucizeler, dua kitapları ve ibadet şekillerinde emrettiği değişmelerden sonra, iş Yemen valisinin kulağına gidince, kendisi tutuklanmış, “Bunları niçin yaptın?” sorusuna “Bunları gerçekten Allah’ın emriyle yaptım” cevabını vermiş. “Doğru olduğunu ispat edebilir misin? “sorusuna da “Eğer başımı keserseniz ölmez, derhal yeniden dirilim” deyince, vali “Eğer dediğin vaki olursa anlarız ki, bizim ecdat yadigarı dinimiz sahtedir, o zaman yalnız ben değil, bütün âlem senin peşinden geliriz”diyerek başının kesilmesini emretmiştir. Fakat Maimonides’in Epistle to Yemen (Yemen’e Mektup) adlı eserinde geçtiği tabirle “Zavallı arkadaş ölmüştür.”

1860-1870’lerde Yemen Yahudileri yine Mesih ateşiyle kavrulduğunu yazıyor tarih kitapları. Önce inançları için hayatını veren bir azizle, sonra da onun rolünü üstlenen bir başka sahtekarla hareketlendiler. 1868’lerde çıkan bu Mesihin adı Şukr El Kuheyl’dir. Bu kişi Yemen Yahudilerine Mesih olduğunu kabul ettirmiş, bazı mucizeler göstermiş, fakat San’a Valisi, üzerine asker göndermiştir. Şukr el Kuheyl, taraftarları ile dağlara çekilerek mücadelesine devam etmiş, sonunda da ele geçirilerek başı kesilip İstanbul’a gönderilmiştir. O da başı kesilse dahi ölmeyeceğini ölümün sadece görünüşte olacağını, bir müddet sonra döneceğini daha önceden taraftarlarına bildirmiştir. Taraftarlarının bir kısmı onun “Ölmediğine”, bir kısmı da “Onun ölmekle beraber tekrar döneceğine” inanmışlardır.

Şukr el Kheyl’in mesleğinin çömlekçilik veya dericilik olduğuna dair rivayetler bulunmaktadır. Kendisi, ümmî olduğu halde vahiy ve ilhamla bütün hikmeti öğrendiğini, Tanah’ta bazı hususların yanlış yazılmış olduğunu ; “Rab meshettiği kişiyi, sağ elinden Koreş’e sesleniyor” ayetindeki “Koreş” kelimesininin imla hatası olup, bununla kendisinin kast olunduğunu iddia etmiştir. Sonuç olarak, İseviyye ve Yudganiyye’nin liderleri ile Yemen’de ortaya çıkan Yahudi Mesihlerin zuhurunda, müritleri icabı, Şii tesirinin büyük rol oynadığını söylemek olası.

Ve Gelelim Sonuç Bölümüne..

Yahudilikte Mesih fikrinin belirginleşmesinde çeşitli etmenler vardır. Bunlardan biri Seçilmişlik İlkesi… Tanrı, İsrailoğullarının atalarına, onların soylarını büyük bir millet haline getireceğini, süt ve bal akan kutsal toprakları onlara vereceğini vaat etmiştir. Böylece Yahudiler kendilerini diğer milletlerden üstün görmüşlerdir. Yahudiler Davud ve Süleyman zamanında altın çağlarını yaşamış ve bu muhteşem krallığın özlemi de onları Mesih fikrine sürükleyen faktörlerden biri olmuştur. Gerek M.Ö. 586 Babil sürgünü, gerekse M.S. 70’te Romalıların Kudüs’ü işgal edip kutsal mabedi yerle bir etmeleri, onları Mesihi inanışa biraz daha itmiştir. Uğradıkları katliamlar, çektikleri zulümler onların beyinlerinde öyle bir iz bırakmış ki, kanayan bu yaranın kapanması Mesihe bağlanmış. Hep bir gün Davud soyundan birisinin gelip onları bu acılardan, sıkıntılardan kurtaracağı, kutsal topraklara götüreceği ümidiyle yaşamışlardır. Bu ümit, onların ayakta kalabilmelerini ve hayata tutunabilmelerini sağlamıştır. Mesihi umut, özellikle Holokost’ ta Yahudiler gaz odalarına götürülürken Maimonides’in iman ilkelerini düşündüklerinde  doruğa varmıştır. “Mesihin geleceğine inancım tamdır ve o gecikse de inanmaya devam ederim.”

İsrailoğulları, Mesih geldiğinde Tanrı’nın Krallığı’nı kuracağı, Yahudilerin bütün milletlerin efendisi olacağı, Süleyman Mabedi’nin yapılacağı, kurtla kuzunun bir arada yaşayacağı gibi ütopik fikirlere sahiptirler. Geçmiş acılı yılların anısına kendilerine ütopya denilebilecek kadar muhteşem bir devir oluşturan Yahudiler, Mesihin gelmesi için her gün dua etmektedirler. Onlar yine, İsrailoğullarının tövbe ettiği ve Tevrat’a sıkı sıkıya bağlı kaldıkları zaman Mesihin geleceğini savunmaktadırlar. Mesih inancı mezhepler arasında da farklılık göstermektedir.

Örneğin; Yeniden Yapılanmacı hareket, bir insan olarak Mesih beklemeyi reddetmiş ve bu kavramı dua kitaplarından çıkarmıştır. Ortodoks Yahudi Mezhebi Mesihi dönemi, sürgündekilerin bir araya geleceği, Yahudilerin atalarının toprakları olan Arz-ı Mev’ud’ da toplanıp kurban dahil bütün dini vecibelerini yerine getirebilecekleri bir dönem olarak tasavvur ederken, Reform Yahudiliği, Mesihi insan olarak kabul edenlerin görüşünü dışlar ve Mesihçiliği reddeder.

Muhafazakârlar ise kurtarıcı inancını Mesihi bir dönemle ifade eder ve bu dönemin evrensel bir barış, sosyal adalet, bütün kötülüklerin yok edilmesi şeklinde teşhis edilebileceğine inanırlar. İşte büyük bir çoğunluğun kendilerini refaha ulaştıracak bir kurtarıcı beklemesi birçok sahte Mesihin ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Bu sözde Mesihler, kendilerinde olduğuna inandıkları iman ve mistik güçlerle, Yahudileri sürgünden ve sıkıntıdan kurtaracaklarını iddia etmişler, fakat her defasında bu ümit hüsranla sonuçlanmıştır. Kısacası, Yahudilerin büyük bir bölümü halen Davut soyundan gelecek bir Mesihi beklemekte ve Mesihin gelmesiyle bütün milletlerin efendisi olacaklarına inanmaktadırlar.

ARES
ZEUS (BRITISH MUSEUM)
ATHENA (LOUVRE MÜZESİ)
POSEIDON
JÜPİTER TAPINAĞI
ARZ-I MEVUD
SABETAY SEVİ
AMEDİYE KALESİ
SAHTE MESİH DAVID ALROY
SAHTE MESİH GİRİTLİ MOŞE
SAHTE MESİH SİMON BAR KOBHA
YAHUDİ – ROMA SAVAŞIYLA İLGİLİ BİR KABARTMA
HALİFE YEZİD
II. ÖMER

Trả lời

Email của bạn sẽ không được hiển thị công khai. Các trường bắt buộc được đánh dấu *