Beykoz’un o meşhur tarihi çayırlarına varmadan, yolun hemen solunda bir tabela göreceksiniz: “Yuşa Hazretlerine Gider”. Sola sapıp tabelaları takip ede ede, askeriyenin içinden İstanbul’un yüksek ve nefis manzaralı tepelerinden birine varacaksınız. Asfalt, yenilenmiş yolu düz takip ederseniz tepeden aşağıya inip Boğaziçi’nin harikulade bir kıyı semtinde, Anadolu Kavağı’nda bulursunuz kendinizi. Hemen sahildeki, denize sıfır lokantalardan birine oturup müthiş Boğaz’ı, şehrin Avrupa kıyılarını seyrede seyrede o taptaze balıkları, karidesleri, midyeleri yerken keyfinizin tavan yapacağı garanti. Yok Boğaziçi’nin bu cennet köşesine varmadan bir de Yuşa Hazretlerini ziyaret edelim, sonra buraya geliriz derseniz Kavak’a inmeden daha yukarıda yine sola sapıp bu kutsal yere uğramanız gerekiyor.
Peki kimdir bu Yuşa Hazretleri?
Tabii rivayetlerden bahsedeceğiz sizlere. MÖ. 1082-972 tarihleri arasında yaşadığı varsayılan bu ulu kişinin Musa Peygamberle birlikte Mecmau’l Bahreyn’e geldiği ve vefat ederek buraya gömüldüğü rivayet edilmektedir. Tora kronolojisine göre Yuşa MÖ 1450 – 1370 yılları arasında veya Bronz Çağı’nınsonlarına doğru yaşamıştır fakat Yuşa kitabında 110 yaşında öldüğü anlatılır.Bu verdiğimiz yıl bilgileri halen akademik tartışmalar arasındadır.
Musa’nın Hızır’la buluşmak üzere varmak istediği yerden söz edilirken “iki denizin birleştiği yer” anlamında “mecmau’l–bahreyn”tabiri kullanılmış, Furkān ve Fâtır sûrelerinde bu iki denizden birinin tatlı ve içimi hoş, diğerinin tuzlu ve acı olduğu belirtilmiştir. İsrailoğullarına gönderilen dört büyük peygamberden biri olan Yeşu AS. Musa Peygamberden sonra peygamberlik yapmıştır. Musa Peygamberin teyzesinin oğludur. Tevrat’ta bulunan 39 bölümden birinin adı da Yeşu (Yuşa) dur. Mısır’da dünyaya gelen Hz. Yuşa’nın babasının adı Nun olup, annesi de Musa A.S.’ın kız kardeşidir.
Yuşa (Yeşu) kelimesinin İbranice aslı, “Tanrı kurtuluştur” veya “Tanrı kurtarır” anlamına gelen Yehoşua’dır (Yeoşua). Tevrat’a göre (Sayılar, 13/8; Tesniye, 32/44) aslı Hoşea olan bu isim Musa tarafından Yehoşua olarak değiştirilmiş (Sayılar, 13/16), zamanla Yeşua biçiminde kısaltılmış (Catholicisme, VI, 1034), Arapça’ya da Yûşa diye geçmiştir (Cevâlîkī, s. 644).
Yeşu, İsrâiloğulları’nın on iki kabilesinden biri olan ve Yûsuf’un oğlu Efraim’in adını taşıyan kabilenin lideri (Sayılar, 13/8)Elişama’nın oğlu Nûn’un oğludur (I. Tarihler, 7/26-27). Önceleri Musa’nın yardımcılığını yapmış, ondan sonra da İsrâiloğulları’nın başına geçmiştir. Tevrat ondan “Musa’nın hizmetçisi, genç adam” diye bahseder (Çıkış, 33/11).
Yeşu ilk defa, Musa önderliğinde İsrâiloğulları’nın Mısır’dan çıkışını takiben Sina çölündeki Yarık Kaya Bölgesindeki Refidim’e (Sina çölünün batısında olduğu tahmin ediliyor) gelmeleri sırasında tarih sahnesine çıkar. Refidim’de İsrâiloğulları ile savaşan Amalek’e* (Amâlika) karşı Musa, komutan olarak Yeşu’yu görevlendirmiş ve Yeşu a Amalek’i yenmiştir (Çıkış, 17/8-14). Tevrat’ta daha sonra Yeşu sık sık Musa ile beraber zikredilir. İsrâiloğulları altından buzağı yaparak ona taptıkları sırada Yeşu, Musa ile birlikte Sina dağındadır ve dağdan beraber dönerler (Çıkış, 24/13; 32/17). Yeşu toplanma çadırının (Ohel, Mişkan) güvenliğinden sorumludur; Peygamber ile birlikte çadıra girer, Musa çadırdan ayrılsa da o çadırı terketmez (Çıkış, 33/11).
* Eski Ahid’de şahıs ve kavim adı olarak yirmi dört defa zikredilip Yahudi milletinin ezelî düşmanı niteliğiyle tanıtılır. Tevrat’taki nesep şeceresine göre topluluğun atası, Hz. İshak’ın torunu Elifaz’ın câriyesi Timna’dan doğan oğlu Amalek’tir (Tekvîn, 36/12; I. Tarihler, 1/36).
Arz-ı mev‘ûd’a (vaadedilmiş topraklar) keşif için gönderilen ve her kabileden birer kişi seçilerek oluşturulan topluluk arasında Kenaz soyundan Efraim kabilesini temsilen kırk yaşındaki Yeşu da vardır. Yeşu, Yahuda soyunun (sıbt) temsilcisi Yefunne oğlu Kaleb ile birlikte bu topraklara girmeleri için İsrâiloğulları’nı ikna etmeye çalışır (Sayılar, 14/6-9; Yeşu, 14/7). Ancak arz-ı mev‘ûd’a girmesine dair ilâhî emre karşı çıkan kavmi tarafından taşlanır, daha sonra da vebaya yakalanır, bu hastalıktan mucize eseri kurtulur ve imanı ve bağlılığı sayesinde arz-ı mev‘ûd’a girmekle mükâfatlandırılır. Mısır’dan çıkan ilk İsrâiloğulları neslinden sadece Nûn oğlu Yeşu ve Yefunne oğlu Kaleb, Vaadedilmiş Topraklara girebilirler. (Sayılar, 14/10, 30, 38).
Kırk yıllık çöl hayatının ardından Musa, Tanrı’nın emriyle kâhin Eleezar’ın ve kavmin önünde Yeşu’yu kendisinden sonra İsrâiloğulları’nın lideri olarak belirler, onu arz-ı mev‘ûd’u ele geçirmek ve bu toprakları İsrâiloğulları arasında taksim etmekle görevlendirir (Sayılar, 27/18-23; 34/17; Tesniye, 1/38; 31/7). Musa vefatından önce Tanrı’nın emriyle Yeşu ile birlikte toplanma çadırına girer ve Tanrı, Yeşu’ya kuvvetli ve cesur olmasını, zira İsrâiloğulları’nı vaad edilen diyara onun götüreceğini bildirir (Tesniye, 31/14, 23).
(Toplanma Çadırı Hz. Musa’nın Allah ile konuştuğu , buluştuğu (!) kutsal “Ohel Moled” -Buluşma Çadırı’dır-.“Rab, Musa’yla iki arkadaş gibi yüz yüze konuşurdu. Sonra Musa ordugâha dönerdi. Ama genç yardımcısı Nun oğlu Yeşu çadırdan çıkmazdı.”Böylelikle kutsal buluşma çadırının kutsiyetinin insanlar tarafından bozulması Yuşa tarafından önlenmiş olmaktadır ki, böyle önemli bir görev Tevrat’a göre sadece onun vasıflandırdığı birine verilebileceğinden, bu durum aynı zamanda Yuşa’nın, Hz. Musa nezdindeki konumunu daha iyi anlamamız açısından önemlidir. YN.)
Peygamberin ölümünü takiben Yeşu arz-ı mev‘ûd’a girmek üzere hazırlık yapar ve oraya girer. Yeşu’nun askerî seferleri Ken‘anlılar’ın gücünü kırar. Amoriler’e karşı yapılan savaşın her türlü eylemin yasaklandığı cumartesi günü başlamadan bitmesi için Yeşu’nun duasıyla bir mucize gerçekleşir ve güneş düşman yenilinceye kadar batmaz (Yeşu, 10/12-13). Kenan’a, vaadedilmiş topraklara girer, şehirler kurar, Levililer’e yerler tahsis eder ve Ahid Sandığını Şilo’ya yerleştirir. Efraim dağındaki Timnath-serah’ı (veya Timnath-heres) kendisine ayırır (Yeşu, 19/50). Buranın dağlık bir bölge, dağlık bir bölgede küçük bir kasaba, Gaaş Dağındaki kuzey yamacında yer alan bir bölge, Diospolis’e bağlı önemli bir şehir olduğu hakkında Yahudi din adamları vearaştırmacıların çeşitli tezleri bulunmaktadır. Ancak genelde kabul gören inanış Yeşu’nun Timnath Serah’ta gömülmüş olduğudur.Kabrinin bugün Kifl Heres’te olduğu hususunda din âlimleri mutabık kalmışlar.
Tanrı, Yeşu’ya görevinin başlangıcında, “Kulum Musa’nın sana emrettiği şeriatın tamamını yerine getirmeye dikkat et. Gittiğin her yerde başarılı olmak istiyorsan bu şeriattan ayrılma, sağa sola sapma. Şeriat kitabında yazılanları dilinden düşürme ve tamamını yerine getirmek için gece gündüz onu düşün” demiş (Yeşu, 1/7-8), Yeşu da kavmine Tanrı’ya kulluk etmelerini vasiyet ettikten sonra 110 yaşında ölmüş ve Efraim dağında Timnath-serah’ta defnedilmiştir (Yeşu,24/1-30). Sâmirî geleneğinde Yeşu’nun kabrinin Şekem’in 9 mil güneybatısındaki Kefr-Haris’te bulunduğu ileri sürülürken yorumcuların çoğunluğuna göre Şekem’in 17 mil güneybatısındaki Khirbet-Tibneh’te yer almaktadır (Goldziher, II, 71-75; IDB, IV, 650).
Yeşu, yahudi kutsal kitabında hem askerî bir lider hem de peygamber olarak takdim edilir. Onun en önemli özelliği arz-ı mev‘ûd’u fethedip İsrâiloğulları arasında paylaştırmasıdır, bununla birlikte o bilgelik ruhuyla doludur (Sayılar, 27/18-20; Tesniye, 34/9). Musa gibi Yeşu da Rabb’in kulu diye nitelendirilmiş (Yeşu, 24/29) ve Rab Musa’ya hitap ettiği gibi ona da hitap etmiştir (Yeşu, 20/1).
Yeşu’nun Ebal dağında bir sunak yaparak Tevrat’ı yetmiş dilde taşlar üzerine yazması (Ginzberg, V, 9-11) ve şeriatı İsrâiloğulları’na tebliğ etmesi (Yeşu, 8/30-35) peygamberliğin Musa’dan sonra kendisine geçtiğini göstermektedir. Kutsal kitap dışı yahudi dinî literatürüne göre de Yeşu, Musa Peygamber’in yardımcısıdır; sadakatle hizmetinden dolayı Tanrı Musa’dan sonra kendisine peygamberlik vererek onu mükâfatlandırmış ve ondan desteğini çekmemiştir. Musa Peygamber vefat edince Tanrı halka acısını unutturmak için Yeşu’ya hemen savaşmayı emretmiştir. Bununla birlikte Yeşu sadece bir kahraman değildir. Tanrı savaşla ilgili tâlimatını bildirmek istediğinde onu elinde Tesniye kitabını tutarken görmüş, ona güçlü ve cesur olmasını, şeriatı ağzından hiç düşürmemesini söylemiştir. Musa, İsrâiloğulları’nı denizden geçirdiği gibi, Yeşu da kavmini Şeria nehrinden geçirmiştir. (İşte size bir mucize (!) daha)
Merak edenlerin çıkabileceği düşüncesiyle bu Şeria Nehri’nin ikiye ayrılması mucizesini yine Tevrat’tan okuyalım.
Şeria/Erden (Ürdün) Nehrinin Yarılması
Kenan topraklarını fethetmek için Ürdün nehrinden geçmeleri gereken İsrailoğulları, Yeşu peygamberin gösterdiği mucize ile nehrin ikiye yarılması sayesinde rahatlıkla karşı kıyıya Eriha tarafına geçerler. Ürdün nehrinin yarılması tıpkı Hz. Musa zamanındaki, İsrailoğullarının Mısır’dan çıkışı esnasındaki Kızıldeniz’in yarılması gibi gerçekleşmiştir. “Şeria Irmağı’nın suları Rabbin Antlaşma Sandığı’nın önünde kesildi. Antlaşma Sandığı ırmaktan geçerken akan sular durdu. Yeşu da kâhinlere, ‘Şeria (Ürdün) Irmağı’ndan çıkın” diye buyurdu. Rab’bin Antlaşma Sandığı’nı taşıyan kâhinler Şeria Irmağı’nın ortasından ayrılıp karaya ayak basar basmaz ırmağın suları eskisi gibi akmaya ve kıyıları basmaya başladı.” (Tevrat; Yeşu, Bab, 4/17-18, Tevrat; Yeşu, Bab, 5/ 13-15.)
Yeşu Peygamber’le alakalı yine Tevrat’ta geçen diğer mucizeleri başka bir yazımızın konusu olacağını ilettikten sonra, anlatmaya kaldığımız yerden devam edelim..
Kur’ân-ı Kerîm’de Yuşa adı geçmemekle birlikte, iki yerde ona işarette bulunulduğu kabul edilmektedir. Musa, İsrâiloğulları’nın kendilerine Tanrı tarafından vaad edilen topraklara girmeleri gerektiği emrini alınca on iki kabileden seçtiği birer kişiyi keşif kolu olarak önden göndermiş, on iki kişiden sadece ikisi ilâhî emrin yerine getirilmesini istemiş, diğerleri ise o topraklarda zorbaların yaşadığını ileri sürüp oraya giremeyeceklerini söylemiş ve Tanrı emrine karşı çıkmıştır (El-Mâide 5/12, 22-24). Tevrat’ta bu iki kişinin Yeşu ile Kaleb olduğu belirtilir (Sayılar, 13/6, 8; 14/6-9) ve İslâmî kaynaklarda da bu şekilde yer alır (Sa‘lebî, s. 150-151). Diğer taraftan Mûsâ ve Hızır kıssasında kendisinden Musa’nın genç yardımcısı (fetâ) diye bahsedilen kişinin de (El-Kehf 18/60, 62-63) Yûşa‘ b. Nûn olduğu ifade edilir (Sa’lebi, s. 136).
Bazı okurlarımız, bu kadar teferruat gerekli miydi diye sorabilirler. Bizce gerekliydi. Zira bu site anlatılan konuların bazıları efsanelere, dini hikayelere dayansa bile, işte o efsanelerin, anlatılanların kaynaklarını da vermeyi yeğleyen bir inanışa sahiptir. Ki okurlarımız merak edip okudukları konularla ilgili geniş bir perspektife sahip olabilsinler..
Şimdi gelelim yazımızın başlangıcında anlatmaya başladığımız “Bizim Yuşa Hazretleri”nin kabrinin bulunduğu yerle alakalı olarak anlatılanlara.
Boğaz’a hâkim Yuşa tepesi tarihin eski devirlerinden beri çeşitli inançlarda kutsal kabul edilmiş ve burada tapınaklar yapılmıştır. İlk çağlarda tepede bir Zeus mâbedinin bulunduğu bilinmektedir. Bu mâbed I. Justinianus – 482-565 (Tam ve özgün adıyla Flavius Petrus Sabbatius Iustinianus ya da Türkçe kaynaklarda geçen adıyla Jüstinyen, 527-565 yılları arasında Doğu Roma İmparatorluğu’nun imparatoru)tarafından VI. yüzyılda Hagios Michael adına kiliseye çevrilmiştir. (İslam’da dört büyük meleğin adı zikredilir, bunlar Cebrail, Mikail, İsrafilve Azrail’dir. Cebrail vahiy meleği, İsrafil Surmeleği, Azrail ölümmeleği, Mikail ise rızık ve yağmur meleğidir.YN.)
Yuşa tepesinin kutsallığı inancı İslâmî dönemde bir yatır-mezar ve bir tekke inşası ile devam etmiştir. Günümüzde Yûşa peygamberin kabri diye ziyaret edilen büyük mezar İlkçağ’da Herakles’in mezarı yahut yatağı olarak biliniyordu (Eyice, s. 78). Yuşa tepesindeki mezardan ilk bahseden kişi Evliya Çelebi’dir.
Çelebi, Seyahatnâme’sinde Yuşa tepesini ve Yûşa nebîyi ziyaret ettiğinden söz ederek bu tepede Yûşa’nın mezarının, bir tekkenin ve “fukara”sının bulunduğunu yazar (I, 198). Fransız şarkiyatçı ve arkeolog Antoine Galland (1646-175), ki 1001 Gece Masalları’nı Avrupa’da ilk çeviren kişidir, 1673 yılı gezi anılarında İstanbul’daki Yuşa tepesine çıktığını, burada karşılaştığı bir Türk’ün kendisine Yuşa peygambere ait tekke veya manastır kabul edilen mekânın muhafazasıyla görevli olduğunu söylediğini nakleder (İstanbul’a Ait Günlük Anılar, II, 89).
İstanbul Camileri hakkında bilgi veren Ayvansarâyî veya Ayvansaraylı Hafız Hüseyin (ö.1787) Yuşa tepesindeki mezarın Yuşa peygambere aidiyeti inancı yaygın olmakla birlikte Hz. Musa’nın yardımcısı olan Yeşu’nun Beykoz’a gelmediğini, gerçek mezarının Nablus veya Halep yakınlarında bulunduğunu, Yuşa tepesindeki kabrin ise evliyadan veya havârilerden birine ait olabileceğini kaydeder (Hadîkatü’l-cevâmi‘, II, 147).
Hammer de Avrupalı seyyahların bu dağa Dev dağı, Türkler’in ise Yoris veya Yoros dağı adını verdiklerini, buradaki mezara vaktiyle Herkül yatağı denildiğini, mezarın beş ayak genişliğinde (153 cm.) ve yirmi ayak uzunluğunda (610 cm) olduğunu yazar (Constantinopolis und der Bosporos, II, 288-289). Bazı araştırmacılara göre de 17m uzunluğunda ve 4 m. genişliğinde olan Yûuşa peygambere nisbet edilen bu mezar çok eski inançlarda yer alan, dağların zirvesinde devlerin yaşadığına dair inançla yeni bir inancın kaynaştırılmasından oluşturulmuş bir tür makam-kabirden başka bir şey olmasa gerektir.
*Fit (İngilizce tekili foot, çoğulu feet) İngiliz birim sisteminde bir uzunluk ölçüsü birimidir. 30,48 cm uzunluktadır.
Özetle; bize göre XVI. yüzyılda Beşiktaşlı Yahyâ Efendi’nin (ö. 978/1570) keşfettiği rivayet edilen Yuşa kabrinin İstanbul Beykoz’da bugün Yuşa tepesi diye bilinen yerde bulunduğu inancı yaygın olup burası günümüzde de önemli bir ziyaretgâhtır. Ancak buradaki mezarın Tevrat’ta adı geçen Yeşu Peygambere ait olması olanaksızdır. Zira Ahd-i Atik’e göre Yeşu yukarıda da anlattığımız üzere Filistin’de vefat etmiş ve Timnath-serah’a defnedilmiştir. Esasen Yuşa’nın beşi Filistin’de olmak üzere İstanbul’dan Kuzey Afrika’ya kadar çeşitli yerlerde pekçok mezarının bulunduğu belirtilmektedir (Hasluck, I, 256). Örneğin Suriye’de Maarretünnu’mân’da (Maaret el Numan) onun adını taşıyan bir mescid ve türbe yer almaktadır. Yuşa’nın bir türbesi de Gaziantep’te bulunmaktadır. Gaziantep’te Boyacı mahallesinde Boyacı Camii’nden Kavaflar Çarşısı’na doğru uzanan sokakta Pirsefa denilen mevkiide bulunan iki türbeden birinin Yuşa Peygamber’e, diğerinin de sahabe olduğuna inanılan Pirsefa’ya ait olduğu kabul edilir.
Beykoz’daki tepeye Yuşa adının bu peygamberin kabrinden dolayı verildiği inancı da gerçeği yansıtmamaktadır. Ahd-i Atik’te (Eski Ahit) adı geçen Yuşa‘nın Beykoz’la ilgisi Musa ile Hızır’ın İstanbul’da bir araya geldiği inancından kaynaklanmış olabilir ki bu da doğru değildir. Kur’an’da Mûusa ile Hızır’ın iki denizin birleştiği yerde (mecmau’l-bahreyn) buluştuğu bildirilmekte ve müfessirler bu yeri Akdeniz’le Atlas Okyanusu’nun birleştiği Cebelitârık Boğazı, Nil’in Akdeniz’e döküldüğü yer, Kızıldeniz’in Hint Okyanusu’na açıldığı Aden Boğazı, Ürdün ırmağının Taberiye gölüne döküldüğü yer, Nil’in iki kolunun birleştiği yer ve İstanbul Boğazı gibi çeşitli coğrafî bölgelerle ilişkilendirmektedir. Coğrafî bakımdan Musa ile Hızır’ın bir araya geldiği yer Sina yarımadasının Akabe ve Süveyş körfezlerinin birleştiği alt ucu olmalıdır. Hz. Musa, Sina yarımadasının alt ucuna yakın Sinadağında ilâhî vahyi aldıktan sonra Kehf suresinde anlatılan (18/60-82) Hızır’la buluşma gerçekleşmiştir.
Öte yandan Türklerin bu tepeye verdikleri Yuşa adının nereden geldiği de kesinlikle bilinmemektedir. Bir yoruma göre Yuşa adı bir şahıs ismi değildir. Kelime, eski aktarlıkta koyunlara vurulan damgayı boyamakta kullanılan aşı boyası “yuğşa”dan gelmektedir. Boyanın elde edildiği toprak Boğaz’ın bu bölgesinde çok görüldüğünden ve koyunlar burada “yuğşalandığından” adı geçen yere Yuğşa tepesi denilmiş, bu isim zamanla Yuşa’ya dönmüştür Bir başka rivayete göreyse bu tepe Karadeniz’den görülen ilk yer olduğundan Fenikeliler tarafından “Yesu” diye anılırmış.
Yuşa tepesinde yer alan mescid ve tekke, Yirmisekizçelebizâde Sadrazam Mehmed Said Paşa tarafından 1169’da (1755-56) yaptırılmış, kabrin etrafına kâgir duvar çekilerek burada bir türbedarla kandilleri yakan bir hizmetçi görevlendirilmiş, tekke çevresinde odalar inşa edilip bir postnişin (bir tekkenin, özellikle bir Mevlevi tekkesinin şeyhi olan kimse) tayin edilmiştir. Daha sonra yanan mescid ve tekke Sultan Abdülaziz döneminde 1863-1864’te aslına uygun biçimde yenilenmiş, bu külliye yakın tarihte de önemli bir tâdilât geçirmiştir.
Yuşa Hazretleri’nin boyu türbe alanına bakıldığında çok uzun görünüyor ki bu konuda da pekçok rivayet var. Biz bu uzunluğu kendisinin bazı rivayetlerde bahsedildiği üzere 17 metrelik bir dev oluşuna değil, Yuşa’nın bir Peygamber olması sebebiyle bir saygı ve sevgi göstergesi olduğunu ve de mezar manevi bir hissiyatla bulunduğundan mezar alanının tam olarak belirlenememesine bağlıyoruz. Yuşa Peygambere nisbet edilen bu mezar çok eski inançlarda yer alan, dağların zirvesinde devlerin yaşadığına dair inançla yeni bir inancın kaynaştırılmasından oluşturulmuş bir efsane, bir tür makam-kabirden başka bir şey olmasa gerektir.