Halil Paşa gerçekten ihanet etti mi? Paşa, hakikaten Bizanslılardan rüşvet aldı mı? Bu konuda tarihçiler ikiye ayrılmış durumdalar. Paşa’nın aleyhine yazanlar, Paşa’nın lehine yazanlar. Şöyle de bir sınıflandırma yapabiliriz. Paşa’nın aleyhinde olanların milliyeti (Müslümanlar) ve kendisinin lehinde olanların milliyeti (Hıristiyanlar). Bunlar Halil Paşa hakkında bir hüküm vermek için yeterli mi? Bizce değil. 1. Osmanlı İmparatorluğunun yaşadığı buhran dönemini yani 1443-1449 yılları arasını çok iyi bilmek, irdelemek lazım. 2. Sadrazam Halil Paşa’nın, II. Murad zamanındaki vezirliğinindeki icraatının neler olduğu hakkında bilgi sahibi olmak gerek.
Tüm bu saydıklarımız yeterli mi? Değil elbette. Daha Çandarlı Vezir ailesinin, Osmanlılarla olan münasebetlerini, Halil Paşa’nın servetinin miktarını da bilmemiz gerekiyor. Yeterli mi? Değil.. İstanbul kuşatmasındaki olayları çok iyi bilmek gerekmektedir. Bu husus son derece önemlidir. Zira gelmiş geçmiş tarihçilerin hemen hepsi, Halil paşa’nın idamında iki konu üzerinde durmuşlardır.
– Sadrazam Halil Paşa, Fatih Sultan Mehmed’i “hal etmiştir.” (Birini makamdan alma, hükümdarı tahttan indirme, azletmek Y.N.) II. Mehmed, çok diplomatça hareket ederek, sakladığı intikam alma arzusunu gizlemesini bilmiş, fethin hemen ertesi günü yani en kuvvetli olduğu zamanda, sadrazamı “hal etmiş” tutuklatarak, intikamını almıştır.
– Büyük Fatih, Halil Paşa’nın rüşvet aldığını öğrenmiş ve zaten kendisine kinli olduğu için de Paşa’nın işini bitirmiştir.
Bilindiği üzere Osman Oğullarıyla, Çandarlı ailesi arasında gizli bir rekabet bulunuyor. Osmanlılarda saltanat nasıl babadan oğla geçiyorsa, Çandarlı ailesinde de sadrazamlıklar bu şekilde gerçekleşiyordu. Osmanlı devletinin kuruluşundan itibaren 150 yıl hükümetin idaresini ellerinde tutan aile, Osmanlı Devletinin kurulmasında, büyümesinde, teşkilatlanmasında büyük hizmetler görmüşlerdir. Osmanlı Beyliği yeni yeni büyümeye başladığı günlerde, Halil Hayreddin Paşa – Kara Halil – vezir olmuştur. (1364 yılı) Aradaki Çandarlılar da Devlete önemli hizmetlerde bulunmuşlardır. Ancak konumuz Çandarlı Halil Paşa olduğundan biz konumuza devam edelim. II. Muradın vezir-i azamı Çandarlı İbrahim paşa 1429’da ölünce yerine büyük oğlu kazasker Halil Paşa getirildi. Paşa’nın böyle birden bire kazaskerlikten sadrazamlığa getirilmesi, ailenin nüfus ve kudretinin göstergesiydi. O da babası İbrahim Paşa gibi, II. Murad’ın itimadına mazhar olmuştur. Halil Paşa, İmparatorluğun en buhranlı dönemlerinde, Devleti selametle idare etmiş, üst üste yenilgilerden, devletin başında bir çocuk padişah varken devletin selameti ve geleceği için gereken kararları büyük bir isabet ve kararlılıkla almıştır. Osmanlı gemisini kurtarmıştır bir anlamda.
Ancak acaba bu durum Halil Paşa üzerinde aşırı bir gurur duygusu uyandırmış mıdır? Kendisini padişahtan, özellikle çocuk yaştaki padişahtan yüksek görmüş müdür? Konuyu bu açıdan da irdelemekte yarar görüyoruz.
Çandarlı Halil Paşa 1439-1453 yılları arasında veziriazamlıkta bulunan ve Çandarlı ailesinden çıkan 4. veziriazamdır. Çandarlı ailesinden süregelen zenginliğinin yanında asker üzerindeki etkisi büyüktür. Ancak bu zenginlik ve askere hükmetme duygusunun yanında devşirme düşmanlığı yapmış ve bunun için ailesinin birçok üyesini de sadrazamlığı zamanında devletin önemli görevlerine getirmiştir. İlk olarak II. Murad Han’ın tahtı genç Sultan Mehmed’e bıraktığı zamana dönelim. 1416 da Serez çarşısında idam edilen Şeyh Bedreddin’in müritlerinden bazıları faaliyetlerine devam ediyordu. Bunlardan Edirne’ye gelen ve kaynaklarda adı geçmeyen bir kişiyi Babinger’a göre Sultan Mehmed Han koruması altına almış ve onun görüşlerini dinlemek istemişti.
– Franz Babinger, Osmanlı tarihi konusunda çalışmalarıyla ünlü Alman tarihçi ve dilci. 1891 yılında Almanya’da doğdu, 1967 yılında Draç’ta öldü. Yükseköğrenimini Würzburg ve Münih’te tarih ve İslam sanatı konusunda yaptı. Y.N.
Ancak Müftü Fahreddin bu kişiden nefret ediyor ve bir an önce idam edilmesini istiyordu. Fakat Sultan Mehmed Han’ın koruması altında olan bu zata ilişemiyordu. İşte bu noktada olaya Sadrazam Halil Paşa katılıyor ve bu adamı sohbet etmek üzere evine davet ediyordu. Bu zat bir süre konuştuktan sonra sapkın fikirlerini söylemeye başladığı an bir perdenin arkasında bulunan Müftü Fahreddin bu adama saldırdı. Ancak adam bir şekilde kurtulup saraya sığındı. Sultan Mehmed Han ı hiçe sayarak bu işe izin veren Halil Paşa, üstüne bu kişinin Müftü Fahreddin’e teslim edilmesini istedi. Daha iktidarı tam olarak ele geçiremeyen Sultan Mehmed bu adamı Müftü Fahreddin’e teslim etti ancak yapılan bu ayıbı asla unutmadı. Ancak zeki ve kurnaz biri olan Halil Paşa’da Padişah’ın bunun altında kalmayacağının bilincindeydi. Ve II. Mehmed’e iplerin onun değil bizzat kendi ellerinde olduğunu göstermeliydi. Fırsatları değerlendirecekti, öyle de yaptı.
Bu olaydan birkaç hafta sonra ise yeniçeriler büyük bir isyan çıkardı. Sarayın yakınlarındaki çarşılara bile saldırdılar. Daha sonra bu olaya adını verecek olan -Buçuktepe- ye çıktılar. Peki isyanın sebebi neydi?
– Buçuktepe Vak’ası, 1446’da Edirne’de vuku bulan ve II. Mehmed’in birinci saltanatından uzaklaştırılmasına sebep olan ilk yeniçeri ayaklanması. Y.N.
Sadrazam Halil Paşa II. Murad Manisa’ya çekildikten sonra genç Sultan Mehmed daha tahta çıkmadan devleti büyük bir borcun altına sokmuştu nasıl mı?
Hazinenin buna dayanamayacağı bildiği halde yeniçerilere yeni hakanın büyük bir cülus vereceğini garanti etmiş ve bir süre sonra da para değerinin düşürülmesini istemişti. Yeniçeriler beklenen paraların alınamaması, üstüne paranın değerinin düşürülmesi ile birlikte bir isyan çıkarmıştır. Yeniçeriler üzerinde etkisi çok büyük olan Çandarlı’nın bu isyanı teşvik ettiği konusunda çoğu tarihçi hemfikirdir. Çünkü bu isyandan sonra taht eski sahibine dönmüş ve Çandarlı nın rakibi olan Zağanos ve Şahabeddin Paşalar da şehzade ile birlikte Manisa ya yollanmıştır..
Peki Sultan Mehmed Han tahttan ne şekilde indirildi? Halil Paşa nın rolü neydi?
Sultan Mehmed Han’ın siyasi düşüncelerini beğenmeyen, kendisini toy ve tecrübesiz bulan Çandarlı son olarak İstanbul un Fethini düşünmeye başlayan bu sultanı babasına şikâyet etmişti. Babasına oğlunun fetih düşüncelerini son derece olumsuz sonuçlara neden olacağını anlatmış ve Avrupa’dan gelen bir Haçlı güruhuna karşı II.Murad’ın tekrar tahta çıkmasını istemiştir. II.Murad’ın Edirne de olacağı o günlerde ise Sultan Mehmed Han’ı bir ava yollamıştır. Avdan dönen Sultan Mehmed Han tahtta babasını bulmuş ve Çandarlı Halil’in yapabileceği belki de en büyük hakarete maruz kalmıştır.
GÜN OLA DEVRAN DÖNE…
Fetih bitmiştir. İstanbul alınmış ve Peygamberin o kutlu sözüne mazhar olunmuştur. Sultan Mehmed Han fethin 2. Gününde Dukas Notaras’ı (şimdiki başbakan) huzuruna çağırmış ve ona sitemde bulunmuştur. Fethin elbet gerçekleşeceğini neden bu kadar direndiklerini ve bu kadar kişinin ölmesine niçin seyirci kaldıklarını sormuştur.
Dukas Notaras ise İmparatorun Halil Paşa’dan mektuplar aldığını ve biraz daha dayanırlarsa kuşatmanın kaldırılacağını söylediğini iddia etmiştir. Fetihten bir hafta önce barış görüşmeleri yapmak için büyük uğraş veren Çandarlı’dan şüphelenen Sultan Mehmed Han Halil Paşa’yı görevinden azletmiş ve mahkeme kurularak bu işin soruşturulmasını emretmiştir. 40 gün süren davaların sonunda Halil Paşa suçlu bulunmuş ve 10 Temmuz 1453 te idam edilmiştir.
Osmanlı İmparatorluğunun 600 yıllık tarihinde idam edilen sadrazamlardan malı müsadere edilemeyen tek sadrazam Çandarlı Halil Paşa’dır. Asker idamından sonra buna karşı çıkmış ve müsaade etmemiştir. Dolayısıyla İstanbul un fethini gerçekleştirmesine rağmen Fatih in Çandarlı’nın mallarının müsadere edilmemesine göz yumması bile Halil Paşanın asker üzerindeki etkisini açıkça gösterir..
FATİH SULTAN MEHMED’İN DÖNEMİ
II. Mehmed’in dönemine bir göz atmakta fayda bu arada. Fatih Sultan Mehmed, hiç şüphe yok ki Osmanlı tarihinin en büyük padişahıydı. Osmanlı’nın kurucusu Osman Gazi olsa da, bugün anladığımız Osmanlı’yı, yani cihan imparatorluğunu kuran kişi Fatih Sultan Mehmed’ten başkası değildi. O, bu idealini gerçekleştirmek için pek çok adım atmıştı. Bunlardan en önemlisi şüphesiz, İstanbul’un fethiydi. Fatih Sultan Mehmed, büyük işler başarmış olsa da onun büyüklüğü yaşadığı devirde yeterince anlaşılamamıştır. İşte bu yüzden 3 Mayıs 1481 tarihinde hayata gözlerini yumduğunda aslında pek çok kişi üzülmemişti. Hatta büyük tarihçi Franz Babinger, onun zehirlendiğini iddia ederken, kendi çevresindekiler tarafından da zehirlenmiş olabileceği, düşüncesini ortaya atacaktı. Peki bu nasıl olmuştu, yani Osmanlı’nın en büyük padişahı ne yapmıştı da, pek çok kişi onun ölümünü ister olmuştu?
Fatih ikinci defa tahta çıktığında, Çandarlı Halil Paşa ile karşı karşıya gelmişti. Çandarlı, Fatih’in deneyimsiz bir padişah olduğunu düşünüyor ve onun Bizans’a karşı, ılımlı bir politika izlemesi gerektiğini düşünüyordu. Oysa Fatih bunun tam aksini düşünüyordu. Çandarlı’nın bu konuda ısrarcı olması, onun sonunu getirecekti. Ama Fatih’in İstanbul’u kuşatmasına karşı çıkan tek kişi Çandarlı değildi. Halk arasında bile kuşatmaya karşı olanlar vardı. Bilindiği üzere, İstanbul’un fetih edileceği şu hadis ile müjdelenmekteydi: “İstanbul mutlaka fethedilecektir. Onu fetheden komutan ne güzel komutan, onu fetheden ordu ne güzel ordudur”. Bu hadis sahih kabul ediliyor olsa da İstanbul’un fetih edilmesine karşı çıkanlar da kendi görüşlerini hadisler ile meşrulaştırmaya çalışıyorlardı. İstanbul’un fethine karşı çıkanlar, İstanbul’un fethini kıyamet alameti ile özdeşleştiriyorlardı. Kıyamet alametini dile getirenlerin öne çıkarttıkları hadislerden birisi şuydu: “Bir tarafı karada ve bir tarafı denizde bulunan bir şehirden bahsedildiğini duydunuz mu ? Evet ya Resulullah. Beni Ishak’tan 70.000 kişi o şehre taarruz etmeden kıyamet kopmayacaktır.” Bu kehanet, şehrin fetih edilmesinin ardından da güncelliğini korudu. Modern öncesi bir toplum için bu tür kehanetler, oldukça önemliydi. Bu kehanetlere inanlar, Fatih’in ismini dolaylı da olsa “Kıyamet” kelimesi ile beraber kullanıyorlardı.
İskân politikalarının geçmişi Osman Gazi’ye kadar uzanıyor olsa da, Fatih İstanbul’u bir dünya başkenti haline getirmek istiyordu. Bu yüzden de iskân politikalarına çok önem veriyordu. Ama bu politikalar halk tarafından pek hoş karşılanmıyordu. İlber Ortaylı bir yazısında Fatih’i anlatırken şu cümleleri kullanmıştır: “Her fetihte iskân için uzak diyarlara göç ettirilen geniş Karaman eyaletinin halkı, padişahın icraatından pek de memnun değillerdi ki onun bu tip uygulamalarını durduran veya yavaşlatan Mahmud Paşa’ya “veli” unvanını verdiler.” Fatih, yerleşim politikasında büyük başarılar sağladı. Onun politikaları sayesinde İstanbul’un nüfusu, yirmi beş yıl sonra yaklaşık iki kat artmıştı. Ama İlber Ortaylı’nın da belirttiği gibi pek çok kişi bu politikalar yüzünden zarar görmüştü.
Fatih’in büyük hayalleri vardı ve bu hayaller için büyük paralar gerekiyordu. Fatih, bu sorunu sert mali tedbirler alarak çözmeye çalışmıştı. Bu tedbirlerden bir tanesi de yeni akçe çıkartmaktı. Fatih, bu tedbir çerçevesinde piyasada dolaşmakta olan akçenin dolaşımını yasaklıyor, yeni akçe çıkartıyordu. İnsanlar eski paralarını darphanelere teslim edip, yeni akçeler ile değiştirdiklerinde zarar ediyorlardı. Ama devlet bu sayede kar elde etmiş oluyordu. Fatih’in diğer mali önlemleri de halkın zarar görmesine sebep olmuştu. Yani halk bu tedbirlerden hoşnut değildi. Aşıkpaşazade’nin İstanbul’un fethinden sonra yaşananlar hakkında yazdığı şu cümleler de halkın Fatih’in bazı mali tedbirlerine tepkisini göstermesi bakımından önemlidir; “Padişah, İstanbul’ı kim feth itdi, subaşılığını kulı “Süleyman Bey’e virdi ve cemi vilayetine kullar gönderdi. Hatırı olanlar gelsün evler, bağlar, bağçeler, mülkler virelim didiler ve her kim geldiyse virdiler bu şehri mamur etdiler. Padişah yine emr kim ganiden ve fakirden evler sürdiler ve her vilayetin subaşılarına ve kadılarına ademler gönderdiler. Anlar dahı mübalağa evler sürdiler ve gelen halka dahı evler verdiler. Şehr kim mamur oldı bu verdikleri evleri mukata’aya (kiraya) vidiler öyle olıcak bu halka dahı güç geldi. Eytdiler kim bizi memleketimizden sürdiniz getürdiniz bu kafir evlerine girü virmek içün mi getirdiniz. Didiler. Ve bazısı avretini oğlanını kodı kaçdı.” Fatih, halkın bu hoşnutsuzluğunun farkına vardığında geri adım atmış ve şöyle demiştir: “Her ev kim virirsiz mülklüğe virin” Aşıkpaşazade, Fatih’in geri adım attığını yazdıktan sonra, yine eski uygulamaya geçtiğini de yazar.
Thucydides, ekonomik değişimlerin, büyük değişimleri de beraberinde getirdiğini öne süren belki de ilk tarihçiydi. Gerçekten de Fatih’in önlemleri yüzünden pek çok kesim ekonomik kayba uğramış, bu kayıplar bazı kesimlerin, ona karşı cephe almasında önemli etken olmuştu. Bu durum ileride yaşanacak olan değişimin habercisiydi. Ama değişim ancak Fatih’in ölümü ile mümkün olabilirdi.
– Tukididis Antik Yunan tarihçisi ve Atinalı general. Tukididis, Atina ile Sparta arasındaki 30 yıl süren ve MÖ 404 yılında sona eren ünlü Peloponez Savaşı sırasında yaşamış ve bu savaşları tasvir etmiştir.
Fatih, hayata gözlerini yumduğunda, Karamanlı Mehmed Paşa da yeniçeriler tarafından katledildi. Karamanlı Mehmed Paşa, Fatih Kanunnamesinin yazarıydı. Fatih’in politikalarında böyle büyük etkiye sahip olan bir kişinin katledilmiş olması, Fatih dönemine olan tepkiyi göstermesi bakımından önemlidir. Beyazıt’ın tahtta çıkmasının ardından, Fatih döneminin eylemleri ile hesaplaşıldı. Büyük tarihçi Halil İnalcık, Beyazıt’ın dönemini şu cümleler ile tanımlar: “Beyazıt devri kültür bakımından da Fatih zamanındaki cereyanlara tepkiyi simgeler. O, babası zamanında İtalyan sanatkârları tarafından Yeni Saray’ın duvarlarına yapılmış freskoları söktürüp pazarda sattırdı. Amasya’da beraberinde gelen ulemanın etkisi altında Şeriatın her alanda uygulayıcısı ve dikkatli bir takipçisi olarak kanun ve nizamlarda, idarede, Fatih devrinde çok genişleyen örfi devlet kanunları alanını daralttı.”
Fatih’in hükümdarlık dönemi sancılı bir dönemdi. Çünkü Fatih’in dönemi değişim dönemiydi. Hiç şüphe yok ki her değişim sancılı bir süreçtir. Fatih bir imparatorluk inşa ediyordu ve bu süreçte pek çok kişi zarar gördü. Gerek merkezileşme politikası çerçevesinde attığı adımlar, gerekse de yukarıda bahsettiğimiz politikaları, insanların Fatih’e cephe almalarına sebep olmuştu. Fatih, yaşadığı devirde, sevilmeyen bir padişahtı demek iddialı olur. Ama bir gerçek var ki pek çok kesim Fatih’i sevmiyor, hatta ona kin besliyordu. Belki de bu hoşnutsuzluk onun zehirlenerek, ölümüne bile sebep olmuştu. Yukarıda da bahsettiğimiz üzere, Fatih’den sonra gücü ele geçirenler, onun eylemleri ile hesaplaştılar. Fatih, Osmanlı’nın en büyük padişahıydı, ama bu gerçek onun hesaplaşılan, sevilmeyen kişi olmasını önleyememişti.
(Devam edecek)