İSLAM YAYILIRKEN SAHTE PEYGAMBERLER V

İSLAM YAYILIRKEN SAHTE PEYGAMBERLER V
19 Ekim 2019

(BEŞİNCİ BÖLÜM)

ÜMMÜ SADIR SECAH BINT el-HARİS b. SÜVEYD et- TEMİMİYYE (Ö. 661)

PEYGAMBERLİK İDDİASINDA BULUNAN KADIN: SECAH

 İslam tarihinde görülen ilk yalancı peygamberlerden üçüncüsü olan Secah, ne Esved gibi önemli toprakları eline geçirmeğe muvaffak olmuş bir komutan, ne de ileride göreceğimiz Müseylime gibi Kureyş hâkimiyetini tanımamak davası uğrunda hayatını fedaya razı gelmiş bir idealisttir. Fakat gene de tarihe malolmuş, ilgi çeken bir şahsiyettir, çünkü Secah, Arabistan gibi bir bölgede, hâkimiyet yolunda ortaya atılmış kâhin bir kadındır ve onun hayatı Yemâme’nin başkanı yalancı Müseylime’nin hayatı ile pek sıkı bir şekilde ilgilidir. Aslen Mezopotamyalı olan Secah, sadece peygamberlik iddiasında bulunmakla kalmamış, mensup olduğu büyük kabilenin önemli erkeklerini, davasına iştirak ettirerek önce Ribab’lara ve Medine üzerine sefer açmak istemiştir. Ribab’lar onu yenilgiye uğratınca, bu kez Yemame üzerine yürümüştür. Arabistan gibi bir bölgede, bir kadının bu derece kuvvet ve nüfuz elde etmesi, hatta peygamber olduğunu iddia ederek bir takım insanları, samimi bir inançla olmasa bile arkasından sürüklemesi hayretle karşılanacak bir olay gibi görünmekte ise de, tarih bize bunun daha önceki devirlerde mevcut örneklerini vermektedir. Kuzey Arabistan’da Zebibilerin ve Şemsilerin melikelerinin bulunduğunu Horsabad paralarından öğrendiğimiz gibi, Tedmür’deki Arap melikesi Zenobiya* da konumuz için güzel bir örnek teşkil etmektedir. Hatta bu sonuncusunun Roma imparatoru Aurelianus* ile savaşacak derecede cesaret sahibi olduğu da anlatılmaktadır.

·        Zenobia (240-274), 3. yüzyılda Suriye’de hüküm süren Palmira İmparatorluğu’nun kraliçesi ve Kral Septimius Odaenathus’un ikinci karısı. Kralın ölümüyle yönetimi ele geçirdi ve esir düşene kadar imparatorluğu yönetti. Suriye, Lübnan, Filistin, Mısır ve Anadolu’nun güney ve doğu bölgelerini kontrolü altına aldı.

·        Lucius Domitius Aurelianus (214-275), Aurelian olarak bilinen ve 3. yüzyıl sonu – 4. yüzyıl başında Roma İmparatorluğunun gücünü tekrar toparlamasına yardım eden birkaç başarılı “asker imparator”dan ikincisi olan Roma İmparatoru.

Secâh da diğer yalancı peygamberler gibi, peygamberlik iddiasına başlamadan önce bir kâhindi. Hazret-i Muhammed’in ölüm haberi büyük Temim kabilesi içinde bazı rekabetlerin ve Ridde’nin doğmasına sebep olunca, Secâh bundan istifade etmek maksadıyla Hz. Peygamberi taklit ederek, kendi peygamberliğini iddiaya başladı. Annesi tarafından Taglib kabilesine mensup bulunan Secâh, gene Taglib’lerin bölgesinde peygamberlik iddiasında bulunmuş ve Nemir kabilesinden Ukbe bin Hilal, Şeybanlar ın başında bulunan Selil bin Kays ile Ziyad bin Bilal’i ve bu arada Huzeylbin Umran’ ı kendi tarafına çekmişti. Bunlar arasında Huzeyl Hıristiyan olduğu halde kendi dinini bırakıp Secâh’ın dinine girmiştir.  Esasen Secâh da Taglibler arasında Hıristiyan olarak yetişmişti ve bu dinin inceliklerine vakıftı. Secah her biri kendi şef ve komutanı tarafından idare edilen kabilelerin başında Mezopotamya’dan hareket edip Arabistan’a girmiş ve Ebu Bekir’e karşı savaşmak için hazırlık yapmak üzere Hazn denilen yerde konaklamıştı. Secah, Hazn’den Yerbu’ların başkanı olan Mâlik bin Nüveyreye haber gönderip, kendisine bir anlaşma önerdi. Malik bin Nüveyre onun bu teklifini kabul etti. Fakat kendisine Ebu Bekir üzerine yürümekten vazgeçmesini de tavsiye etti. Pek çok başarısız olarak çıktığı savaşı bir kenara bırakıp, az sonra işleyeceğimiz Müseylime ile buluşup, onun peygamberliğini kabul etme konusuna dönelim. Çünkü bu konu önemli ve de ilginç..

Müseylime onunla buluşmak üzere deriden bir otağ kurdurur, içinde güzel kokulu bitkiler yaktırır. Kokunun çok olmasına bilhassa dikkat edilmesini emreder. Bu işler bitince Müseylime’nin sözcüsü onu otağa davet eder. Secah ona, “Sana ne vahy edildi?”diye sorar. O da kadında cinsi duygular uyandıracak müstehcen sözleri, güya kendisine vahyedilmiş ayetlermiş gibi söyler. Secah bunun üzerine, onun peygamberliğini kabul eder ve kendisine de ayni şeyler vahyedildiğini bildirip Müseylime’nin kendisini kavminden istemesini teklif eder. Sonunda evlenirler. Üç gün sonra da Secah kendi adamlarının yanına döner. Kabilesinden olanlar, mehirsiz (başlık parası) evlendiği için onu ayıplarlar ve Müseylime’den mehir istemeğe onu zorlarlar. Secah, tekrar Müseylime’nin yanına gider, Müseylime ona şehir kapılarını açmadan, ne istediğini sorar. Sonra Secah’ ın müezzini Şebes bin Rib’i’yi  çağırıp ona: Allah’ın resülü Müseylime, Muhammed’in kendilerine farzettiği sabah ve yatsı namazlarını üzerinizden kaldırdı, bunu kabilelerinize bildir”der.İbni Haldun ve Mirhond gibi tarihçiler bu konuda Yemâme mahsulününbir yıllığının yarısının mehir olarak bu sırada verilmiş olduğunukabul etmektedirler. Secah böylece komutanlarına vaat ettiği büyük menfaatleri teminedememiş olarak geldiği yere dönünce, ona uyanlardan birçokları pişman olup kendisini terkettiler.

Secah Mezopotamya’ya, Basra’ya, döndükten sonra nelerle meşgul olduğuyla ilgili bir bilgi, belgeye biz ulaşamadık. Elimizdeki kaynaklar onun, Muaviye’nin üstünlük elde ettiği yıllara kadar nasıl yaşadığı hakkında bir bilgi vermediklerinden, Secah’ın bu yıllar arasındaki hayatı büsbütün karanlıklar, bilinmezlik içinde kalmıştır. Muaviye, Irak halkı kendisine biat ettikten sonra birçok aileleri olduğu gibi Secah ve adamlarını da bulundukları yerden başka tarafa, Kûfe’ye nakletmiştir. İşte bu sırada Secah’ın Müslümanlığı kabul ettiğini, hem de iyi bir Müslüman olduğunu bütün tarihler hemfikirdirler. Fakat bazı kaynaklar onun, Kûfe’de değil Basra’da Müslüman olup gene orada Müslüman olarak öldüğünü açıklarlar. Onbirinci yılın ortalarında meydana çıktığı kesin olarak belli olmakla beraber ölüm tarihi kesin olarak belli değildir. Ancak Hicri 41’den önce ölmemiş olduğu anlaşılmaktadır.

Secah’ın kendisine tabi olanlara oruç, namaz, zekât veya sadakayı emretmiş olduğu ancak domuz eti yemeği de mubah kıldığı iddia olunmaktadır. Onun, Hıristiyanlığı pekiyi bildiği ve büyük kısmı Müslümanlıktan dönmüş olan Temimler’e dayandığı göz önünde tutulursa, peygamberlik iddialarını bu iki büyük dinden aldığı ilhamlarla beslemiş olduğu ortadadır. Onun vahiy adı altında yukarıda bahsettiğimiz sözleri, taraftarlarını savaşa katılmaya sevketmek ve kazanımlar elde etmek için verilmiş komutanca emirlerden ibarettir. Secah’ın kurmak istediği dinden zamanımıza kadar gelmiş bir kalıntı bulunmamaktadır.

 Sonuç olarak, hemen söyleyelim ki, Secâh da Esved ve Tuleyha gibi hakiki bir peygamber olmaktan çok uzak olup sadece bir kâhine idi ve Hazret-i Muhammed’in ölümünden sonra Temimler arasında çıkan karışıklıktan ve irtidattan (dinden dönme) faydalanmak istemişti. Fakat alelade bir kadın değil, dini bilgilere sahip şair, hüküm ve emretme kabiliyeti gibi birçok meziyetleri bulunan haris bir kadındı. İslamiyet bakımından onun hareketleri, ne Esved ve Tuleyha, ne de ileride göreceğimiz Müseylime gibi tehditkar olamamıştır. Secah’ın sonradan İslamiyet’i kabul etmesi, onun hakiki bir peygamber olmadığının en büyük delilidir. O, sadece Hazret-i Muhammed’i kendisine örnek tutarak iktidar sahibi olmaya çalışan iktidar heveslisi bir kadındı. İslam dininin ve Halifelerin geniş hoşgörüsü Tuleyha gibi Secah’ın da hayatını bağışlamış ve bu suretle belki de din uğrunda ölenler hakkında sonradan halk arasında çıkan ve bazen tehlikeli durumlar yaratan inanışların doğması ihtimali önlenmiştir.

Son olarak şu konudaki fikrimizi de belirtmeliyiz. Secah – Müseylime evliliği kendi tâbileri arasında Secah’ın prestijini kaybetmesi bakımından da bize imkânsız görünüyor. Şayet böylebir evlenme gerçekleşmişse bu, sırf politik mecburiyetlerden doğmuştur. Müseylime İslamlara karşı bir müttefik bulmak ümidiyle onunla evlenmiş olabilir, fakat Secah’ın kurmak istediği dini, Müseylime’ninki ile birleştirmesi, sonra onun peygamberliğini tanıyıp ona tâbi olduğunu ilan etmesi, sabah ve yatsı namazlarının kaldırılmasına baş eğmesi gibi söylentiler, kabul edilmesi pek güç olan adeta çocukça iddialardır. Her ne kadar bu konuda tek eser olan W. G. Palgrave’in (1826-1888) – İngiliz rahip, asker, gezgin – Seyahatnamesi, Müseylime ile Secah’ın doktrin birliğinden bahsederek, bunu evlilik birliğinin kuvvetlendirmiş olduğunu, fakat Müseylime’nin öldürülmesinden sonra Yemen peygamberi olan Secah’ ın irtidad yolundaki ittifakı unutturmak için sadık bir mümin Müslüman ile evlendiğini yazıyorsa da, bunların tamamen asılsız olduğuna inanıyoruz. Bu seyahatname dikkatle incelendiğinde Palgrave’ın daha Secah’ ın nereden geldiğini ve hangi kabileye mensup olduğunu bile bilmediği kolayca anlaşılmaktadır. Bu seyyah, Secah’ı daima Yemen’den gelmiş bir peygamber olarak göstermektedir ki bu da büyük bir yanılgıdır.

 

  

KAHİNLİK….

 

Burada bir nefes alalım ve belki de yazımızın daha başında size vermemiz gereken bu sahte peygamberlerle ilgili önemli bir bilgiyi aktaralım. Bütün bu hareketlerin meydana gelebilmesi için, bu siyasi şahsiyetlerin başkalarında olmayan, özel yeteneklere sahip olmaları gerekiyordu. Nitekim herşeyden önce bunlar, mensup bulundukları kabilelerin en yüksek tabakasındandılar veya doğrudan doğruya bu kabilelerin başkanlarıydılar. Ayrıca kâhindiler de. Araplarda kâhinlerin verdikleri hükümler itirazsız kabul edilirdi. Bunların halk üzerindeki nüfuzları çok büyüktü ve onların bu nüfuzları çoğu kez kendi kabilelerinin sınırlarını da aşmıştı. Bir kabiledeki kâhin genellikle kabilenin seyyidi (Efendi, bey, önder, sahip, faziletli) olup idareci, münevver zümresine dâhildi. İncelediğimiz sahte peygamberler (mütenebbiler) den olan Müseylime, Tuleyha, Esved ve Secah da kâhin idiler. Bunlar kabiledaşlarında uyanmış olan dini eğilimlerinden kâhinlerin eski ifade vasıtaları olan seçili konuşma üslubuyla söz söyleyerek kendi hesaplarına istifade etmesini bilmişlerdi.

  

 

(BEŞİNCİ BÖLÜMÜN SONU)

 

ZENOBIA
AURELIANUS
PALGRAVE
KADIN KAHİN

Trả lời

Email của bạn sẽ không được hiển thị công khai. Các trường bắt buộc được đánh dấu *