KANAL İSTANBUL II (YARIMBURGAZ MAĞARASI)

KANAL İSTANBUL II (YARIMBURGAZ MAĞARASI)
23 Şubat 2018

Bathonea Antik Kentinin tam karşısında hepimizin aşina olduğu Yarımburgaz Mağaraları bulunuyor. Yok yok biz görmedik, nereden bilelim falan demeyin. Biliyorsunuz hem de çok eskiden beri. Bu mağaralarda pek çok Yeşilçam filmi çekildi izin alınmaksızın. Sadri Alışıklı “Ali Baba ve Kırk Haramiler”, Cüneyt Arkın’lı “Dünyayı Kurtaran Adam”, Tarkan “Marsın Kılıcı” ve bir sürü macera filmine “setlik” yaptı bu gariban mağaralar. En son Muhteşem Yüzyıl’ın 43. ve 44. bölümlerindeki bazı önemli sahneler bu mağarada çekildiği için soruşturma başlatıldığını okumuştum gazetede. Sevilen bir diğer dizi Leyla ile Mecnun da bazı sahneleri bu mağaralarda çekildiği için büyük tepki toplamıştı. Muhteşem Yüzyıl’da Pargalı İbrahim’in tedavi edildiği yer olarak Yarımburgaz Mağaraları dizi seti olarak kullanıldı. Bu sırada mağaraların duvarına yazılar yazıldığı için soruşturma başlatıldı. Birkaç sene önce de “Yor” filmi için mağaranın içinde bir su havuzu yapılmış ve sahne gereği bu havuz dinamitle patlatılmıştı. Yani çok hassas el aletleriyle, diş fırçalarıyla arkeologların çalışması gereken alan, dinamitlenmişti maalesef.

İşte tarihi Antik Çağ’a, yaklaşık 400-600 bin yıl eskiye dayanan Yarımburgaz Mağaraları İstanbul’un yaklaşık 22 kilometre batısında, Küçükçekmece Gölü’nün 1.5 kilometre kadar kuzeyinde, Başakşehir İlçesi’nin Altınşehir semtinde bulunuyor. Yarımburgaz Mağarası ilgisizlik, eksik koruma önlemleri, mantar yetiştiricileri, film yapımları ve benzeri unsurlar yüzünden tahribata uğruyor. Fransa’da Werner Herzog, Unutulmuş Düşler Mağarası(Cave ofForgetten Dreams) belgeseli için Chauvet Mağarası içine tek bir profesyonel kamera ve ışık sokamazken, belgeselde görüldüğü kadarıyla mağara zeminine zarar vermemek adına sadece araştırmacıların girebildiği bir alana dahi özel yürüyüş yolları inşa edilirken, Türkiye’de sayılı sayıdaki Üst Paleolitik dönem yerleşmelerinden biri olan ve Balkan ve Türkiye prehistoryası için oldukça önemli bir yere sahip olan 400.000 yıllık Yarımburgaz Mağarası’nda her isteyen mağarayı dizi-film seti olarak kullanabiliyor.  Önleme dair hiçbir belirti şu ana kadar görülmüş değil. Atalarımız “Home Erectus” nam- ı değer âdemoğulları, günümüzden yüz binlerce yıl önce dünyaya yayılırken bir kısmı da Avrupa’ya geçmek için “Yarımburgaz Mağaraları ve Menekşe Plajı” parkurunu güney kuzey istikametinde kat etmiş. Yaklaşık 400 bin yıl önce Marmara Denizi’nin doğusundan geçip Küçükçekmece Gölü ve Sazlıdere’yi takip ederek Yarımburgaz Mağaralarına gelmiş ve binlerce yıl bu mağaraları barınak olarak kullanmış, aletler üretmiş, avlanmış, çoğalmış ve evrimini sürdürmüş.

Mağara 1.8 milyon yıl önce kalkerli kayaların yeraltı sularıyla oyulması sonucu oluşmuş. Mağaralardan söz eden ilk isim Mekteb-i Tıbbıye-i Şahane’de Jeoloji ve Maden Öğretmeni olan Macarlı İbrahim Bey olmuştur. (1869 ve 1870’ de iki makale yazmış) İlk sistematik arkeoloji araştırmalarını ise Şevket Aziz Kansu yapmıştır. 1986-88 yıllarında ise İstanbul Üniversitesi’nden Mehmet Özdoğan ve Güven Arsebük öğrencileriyle mağarada kazılar yaptılar. Paleolitik Çağ’a ait çok önemli bulgulara rastladılar. Türkiye’de Paleolitik çağlardan Bizans’a kadar 400 bin yıllık insanın yerleşim serüvenine ait çok az rastlanacak kadar iyi korunmuş buluntularla en eski yerleşim yeri bu mağaralardır. Mağaranın duvarındaki eski gemi resimleri buranın bir zamanlar deniz ticaretinin deposu olarak kullanıldığını da gösteriyor.

–        Kaba Taş Devri, Yontma Taş Devri veya bilimsel adıyla Paleolitik Çağ olarak tanımlanan Eski Taş Çağı günümüzden yaklaşık 2 milyon yıl önce başlamış ve 10.000 yıl önce son bulmuştur.

 

 Yapısal Özellikleri ve Oluşumu:

Yarımburgaz Mağarası Eosen kökenli kalker oluşumlu bir kayalık tepenin Sazlıdere’ye bakan batı yamacında, yeraltı suyunun aşındırması ile açılmış, birbirinden farklı kotlarda ayrı ayrı ağızları olan,  birbiri ile bağlantılı farklı biçim ve büyüklükte iki bölümden oluşuyor. Marmara Denizi’nden yaklaşık olarak 11-18 m. yükseklikte ve kabaca kuzeydoğu-güneydoğu istikametinde uzanan bu bölümlerden kot olarak yukarıda yer alanı (Yukarı Mağara/B Galerisi) yaklaşık 15×52 m. boyutlarında,  günümüzde 10 m. yüksekliğinde büyük bir hol (boşluk) görünümündedir. Bu mağara olasılıkla Bizans döneminde yer yer düzeltilerek kilise olarak kullanılmıştır. Duvarlarındaki hatıl deliklerinden içinde üstü kiremitle örtülü çekme katın yapıldığı da anlaşılmaktadır. Bu kilisenin mağaranın dışındaki manastır yapısı ile ilgili olduğu kesindir. Yukarı mağaradan, alttaki galeri biçiminde başlayan daha sonra kayalığın derinliklerine doğru tünel görünümünde, menderesler çizerek yer yer geniş salonlarla devam eden alt bölüme (Aşağı Mağara/A Galerisi) ağız kısmına yakın bir yerde bir rampa ile geçilmekte. Yukarı mağaranın hemen körlenmesine karşıt aşağı mağara yaklaşık olarak 600 m. kadar devam etmektedir. Aşağı mağarada ağızdan yaklaşık 240 m. uzakta meydana gelen çatallaşmadan sonra sağdaki kol soldakine nazaran daha fazla uzayarak en sonda genişçe bir dehlizden sonra takip edilemeyecek kadar daralmaktadır. Mağaranın oluşumunun izlerini kayalığın dışında doğu tarafında Sazlıdere’ye dik bir vadinin varlığıyla açıklamak mümkün. Büyük olasılıkla bu çökelmiş vadi Alt Paleolitik Çağ’da aşağı mağaranın bir uzantısı olmalıdır. Yarımburgaz Mağarası’nda yapılan kazılarda aşağı mağarada ana kayaya yalnız ağız kısmında ulaşılmış, iç kısıma inilemediği için mağaranın gerçek yüksekliği saptanamamıştır. Paleolitik çağlarda mağaranın çevre şartlarının günümüzden çok farklı olduğu tahmin edilmektedir.

 

Araştırma Tarihçesi

İlk defa Abdullah Bey tarafından 19. Yy.’ın ortalarında bilim dünyasına tanıtılan Yarımburgaz’daki ilk dönem kazılar Şevket Aziz Kansu’nun önderliğinde Kılıç Kökten’in yönetiminde 1963 yılında aşağı mağaranın giriş kısmında yapılmış daha sonra 1964 ve 1965 yıllarında Kansu, Kökten ve N. Dolunay’ın yönetiminde mağara karelere bölünerek daha sistemli bir şekilde kazılmıştır. 1966 yılından 1986 yılına kadar mağaranın çeşitli nedenlerle tahrip edilmesi gibi çok önemli bir sebepten dolayı, 1986 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Prehistorya Anabilim Dalı öğretim üyelerinden Mehmet Özdoğan’ın başkanlığında ikinci dönem Yarımburgaz kazıları gerçekleştirilmiştir. Bu kurtarma kazısı sonucunda mağaranın en eski yerleşiminin Alt Paleolitik çağda olduğunun saptanmıştır.  Türkiye’nin Pleistosen Arkeolojisi’nin daha iyi anlaşılması amacıyla üçüncü dönem kazıları, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Prehistorya Anabilim Dalı öğretim üyelerinden Güven Arsebük’ün yönetiminde,  ABD Berkeley’deki California Üniversitesi Antropoloji Bölümü öğretim üyelerinden F. Clark Howell’ın katılımıyla her iki üniversitenin ortak projesi olarak 1988-1990 yıllarında gerçekleştirilmiştir. BÜMAK tarafından 1984-85 yıllarında araştırılıp; BCRA 5d standartlarında haritası yapılmıştır. Daha sonra Eurasian Bridge ’99 Projesi kapsamında biospeleolojik (mağarada yaşayan çeşitli canlılar) yönden araştırılmıştır.

 

Özetlersek, 1838’den günümüze dek birçok jeolog ve antropolog tarafından yapılan incelemeler sonucu, Küçükçekmece Belediye sınırları içerisinde yer alan Yarımburgaz Mağarası’nda tarih öncesi insanların yaşadıkları ortaya çıkarılmıştır. Yakındoğu ve Avrupa’nın da en eski buluntu yerlerinden biri durumunda olan bu olağanüstü önemli alan, Türkiye’de insanla ilgili en eski buluntuları tabakalaşmış olarak vermesi bakımından büyük bir öneme sahiptir. Bugünkü veriler Yarımburgaz Mağarası’nın Orta Pleistones diye adlandırılan ve günümüz öncesi 730,000 ile 130,000 yılları arasını kapsayan dönemin ikinci yarısında, o dönem insanlarının burayı belirli bir süre barınak olarak kullandıklarını göstermektedir. Mağaranın değişik kesimlerinde yapılan kazılarda alt Paleolitik Çağ’dan Bizans dönemine kadar çeşitli zamanlarda yerleşmeler olduğu buluntulardan anlaşılmıştır. Mağara duvarlarında bulunan gemi resimleri, çok eskiden burada yaşayan insanların denizcilikle uğraştığını göstermektedir. Eskiden, fırtınalı havalarda teknelerin sığınmasına elverişli olan Küçükçekmece Gölü’ne giren tekneler mağaranın yanına sokularak yüklerini buraya boşaltıyorlardı. Daha sonraları gölü denize bağlayan boğazın daralması ve mağaraya doğru sokulan dere ağzının dolmasıyla bu suyolunun önemini yitirdiği sanılıyor.  Mağara, göle kuzeyden inen bir vadi yamacında iki büyük galeri olarak başladı. Bu iki galerinin altta olanı vadi tabanından 15 m. yüksektedir. İki galeri, birbirine geniş ve eğimli bir koridorda bağlanır. Alttaki galeriden, kuzeydoğuya doğru uzanan mağara ileride iki kola ayrılır. Sağdaki kol daha uzundur ve genişçe bir dehlizden sonra takip edilemeyecek şekilde daralır. Mağaranın uzunluğu yaklaşık 1 km’dir. İçinde, tavanlarının yüksekliği 15 m.’yi bulan odalar vardır. Salonlarının birinin duvarında kırmızı kille yapılmış üç sürekli ve dümenli kayık resimleri yer alır.1986 yılında Yarımburgaz Mağarasında yapılan çalışmalar, herşeyden önce İstanbul Bölgesinin dünyada insan ile ilgili bilinen en eski yerleşim alanlarından birisi olduğunu göstermesi bakımından önem taşımaktadır. Kazıda elde edilen veriler, yalnızca İstanbul’un değil, bölgenin kültür tarihi ile ilgili bir kapı açmış, tarihöncesi dönemlerde de bu bölgenin büyük bir öneminin olduğunu açıkça göstermiştir. Yarımburgaz kazılarını İstanbul’un tarihöncesi ile ilgili araştırmaların ilk başlangıç aşaması olarak sayabiliriz ancak bölgenin hızlı bir kentleşme teknolojik gelişme sürecinde olması, neler olduğunu bile bilmediğimiz geçmişe ait izlerin hiç belgelenmeden ortadan kalkma tehdidini de güncelleştirmektedir. Nitekim İstanbul’un bilinen iki tarih öncesi höyüğü, İçerenköy ve Fikirtepe höyükleri, arkalarında iz bile bırakmadan yok olup gitmiştir. Sanıyorum ki tarihöncesi dönemlere ait bütün izler silinip gitmeden, bunları saptayıp belgelemek ve gelecek kuşaklara aktarmak, yalnızca arkeologların değil, bu gelişim süreci içinde yaşayan herkesin görevi olmalıdır.

Son sözler;

Mağaranın önündeki geniş vadide, Küçükçekmece gölüne dökülen Sazlıdere (AzaplıDere) akmakta, hemen eteğinde de, Küçük Tuna suyu olarak bilinen ve saniyede bin metreküp su veren bir kaynak yer almaktadır. Mağaranın bulunduğu kesim halen, bir kısmı parsellenerek satılmış olan Resneli Çiftliği’ne aittir.Yakın zamanlara kadar çevrenin ağaçlık olduğu ve küçük teknelerin Marmara Denizi’nden mağaranın önlerine kadar girebildiği bilinmektedir. Son yıllarda Altınşehir Mahallesi genişleyerek mağaranın üstündeki sırtı da kaplamaya başlamıştır.  Mağaranın 1 km. batısında, şu anda İstanbul Belediyesi patlayıcı madde deposuna dönüştürülmüş olan Osmanlı döneminin baruthane tesislerinin bulunması nedeni ile önünden geçen yol Osmanlı İmparatorluğu zamanında da bakımlı tutulmuş, dolayısıyla oldukça eski bir tarihten itibaren araştırıcıların dikkatini çekmiştir. 1845 yılından itibaren araştırıcıların dikkatini çekmiştir. Prof. Hovasse’nin 1927 yılında mağaranın çeşitli yerlerinde sondajlar yaptığını, ancak hiçbir yerde ana kayaya ulaşamadığını belirmekte yarar var. Son olarak yanımdaki Tarih yüksek lisansı yapmış dostum kolumdan tutup beni hemen yakınlardaki bir taş ocağına sokuyor. Burası Roma döneminden kalmış bir taş ocağıymış. Arkadaşım buradan çıkarılan taşların İstanbul surlarında kullanıldığına dikkatimi çekiyor.

Bu tarihi hazinelerin daha iyi korunmasını dileyerek, yolumuza devam ediyoruz. Geniş bir vadideyiz. Burası Küçükçekmece Gölü yatağı ve Sazlıdere. Oldukça sulak bölgenin üçyüzer metre sağında ve solunda yapılaşmaya izin verilmiyor. Çiftçilik, hayvancılık da yasak. Anlayacağınız bu bölge “Mutlak Koruma Alanı”.

Toplam uzunluğu 45.2 km., genişliği 150 m. olacak Kanal İstanbul Sazlıbosna, Baklalı, Dursunköy ve Şamlar Köyünü de etkileyecek. Hepsine uğrayıp, köylülerle laflıyoruz. Kanal’ı isteyen de var, rahatımız bozulacak diyen de. Ancak rant, para hırsı genelde hakim konuştuklarımız muhtar ve köylülerde. Şamlar Köyü 90’lı yıllarda Sazlıdere Barajı nedeniyle, yukarıda bir bölgeye taşınmış. Aşağıda köyün 500 yıllık Camii ile birkaç ev kalmış sadece. Köylerden ayrılırken, uğradığımız tüm köylerde gözümüze çarpan köylerdeki hanelerden çok emlak ofisleri aklımıza geliyor, acı acı gülüyoruz. “Ne olacak insanımızın bu para tutkusu diye?”

(Bir dahaki yazımızda Kanal İstanbul’un güzergâhını üniversiteden dostlarımız konunun uzmanları bilim adamlarıyla irdeleyeceğiz. Arkeolog, kuş gözlemcisi, Oşinograf dostlarımız güzergâhla ilgili çekincelerini bizimle paylaşacaklar.)

A
B
C
D
E
F
G
H
I
J
K
L
M
N
O
P

Trả lời

Email của bạn sẽ không được hiển thị công khai. Các trường bắt buộc được đánh dấu *