DÜYUN-I UMUMİYE VE OSMANLI EKONOMİSİNE ETKİLERİ 3

DÜYUN-I UMUMİYE VE OSMANLI EKONOMİSİNE ETKİLERİ 3
02 Haziran 2019

(ÜÇÜNCÜ BÖLÜM)

Neyse biz yeniden konumuza dönelim. 1875 yılına kadar yapılan en büyük demiryolu inşaatı projesi olan Rumeli Demiryolu projesinden 1179 km yol tamamlanmıştır. İngiliz yatırımlarının yoğun olduğu 1867 yılına kadar da 513 km yol tamamlanabilmiştir. Buna karşılık sadece Bağdat demiryolu hattında 1914 yılına kadar tamamlanan yol 1060 km’dir. Anlaşılmaktadır ki Düyun-ı Umumiye İdaresi göreve başladıktan sonra Osmanlı toprakları içersinde yabancı sermayenin çok büyük yatırımları olmuştur. Başlanan projeler bitirilmiş ve bu sayede ekonomik canlanma görülebilmiştir. Demiryolu hattının geçtiği Konya-Eskişehir-Ankara arasında sevk edilen tarımsal ürün miktarında tam %1000 artış yaşanmıştır. Anadolu’yu baştan başa geçen demiryolu projeleriyle özellikle Çukurova’da pamuk tarımı oldukça gelişmiştir. 1904 yılında 9.100 ton olan pamuk üretimi 1909 yılında 15.280 tona çıkmıştır.

Yabancı sermaye 1914 yılına kadar sadece demiryolu inşası için yaklaşık 47 milyon sterlin yatırım yapmıştır. Görüldüğü üzere yapılan bu yatırımlardan da Osmanlı Devleti oldukça faydalanmıştır. Yukarıda pamuk ürünü için verilen örnek birçok tarım mahsulü için de geçerlidir. Daha önceki bölümlerde değinildiği üzere demiryolu geçtiği bölgelerin aşar gelirlerinde de büyük artışlara sebebiyet vermiştir. Ülkeye yabancı sermayenin bu şekilde doğrudan girmesi ve ekonomik canlanma için vazgeçilmez bir unsur olan ulaşım sektörüne yatırım yapması Osmanlı ekonomisini olumlu yönde etkilemiştir. Bu yatırımların özellikle 1882 yılı sonrasında çoğalmasının asıl sebebi de Düyun-ı Umumiye İdaresi’nin varlığıdır. Sağladığı güven ortamı yatırımcılar için cazip gelmiş ve yabancılar yatırım yapmaktan çekinmemişlerdir. (Nasıl cazip gelmesin, koskoca Osmanlının tüm gelirleri kendi kontrollerinde) Yatırımlar sayesinde yaşanan ekonomik canlanmadan payını alan Düyun-ı Umumiye İdaresi de 1914 yılına gelene kadar gelirlerini sürekli artırmayı başarmıştır.

Bütün bu açıklamalardan sonra Düyun-ı Umumiye İdaresi’nin Osmanlı ekonomisine katkıları şu şekilde özetlenerek ekonomiye olan etkisi kesin olarak belirlenebilir. 1881 yılına kadar daha çok Osmanlı Bankası vasıtasıyla yürütülen Avrupa ile mali ve ekonomik ilişkiler Düyun-ı Umumiye’nin kurulmasıyla düzene kavuşmuştur. 1875 moratoryumu ile Osmanlı Devleti’nin kaybolan mali itibarı Düyun-ı Umumiye İdaresi’nin kurulup borçların düzenli ödenmeye başlanmasıyla geri kazanılmıştır. 1880’ler öncesine kıyasla çok daha uygun koşullarda borç bulmak mümkün olmuştur. Eski borçların ve yeni alınan borçların zamanında ödenmesiyle oluşan güven ortamı sayesinde yabancı sermaye Osmanlı Devleti’ne tekrar ve daha istekli biçimde girmeye başlamıştır. Bu giriş özellikle demiryolu sektörüne yönelerek 1914 yılında Osmanlı Devleti’ne giren yabancı sermayenin %63,1’i bu sektöre yönelmiştir. Borçların anapara ve faizlerinde 1881 ve 1903 yıllarında elde edilen önemli indirimler gene kurulan Düyun-ı Umumiye İdaresi’nin çalışmaları neticesinde gerçekleşmiştir. Galata Bankerleri ve Osmanlı Bankası’na olan borçlar Düyun-ı Umumiye İdaresi sayesinde dönüştürülmüş hazine rahatlatılmıştır.

Düyun-ı Umumiye İdaresi batı tipinde teşkil edilmiş muazzam bir teşkilat olarak bu anlamda Osmanlı Devleti’ne örnek olmuştur. (Nasıl olmasın?Düyun-u Umumiye’nin idare meclisi biri İngiliz ve Hollandalı borç verenlerin, biri Fransız, biri Alman, biri Avusturyalı, biri İtalyan borç verenlerin, biri ayrıcalıklı tahvil sahiplerinin temsilcilerinden ve biri de Osmanlı tebaasından olmak üzere 7 kişiden oluşuyordu. Yani 6 yabancı bir Osmanlı tebaası. Sizce bu İdarede kimin sözü geçiyordu? Kararları kim alıyordu? Böyle bir kuruluşa yerli bir kurum denilebilir miydi? Bunun adı tekdir; Kapitülasyon)    Memurlarını iyi seçmiş, dolgun ücretlerle rüşvetin önüne geçmeyi başarmış ve kurulan teftiş ağı ile iş akışı kesintisiz kontrol edilebilmiştir. Kontrolü altındaki gelir kaynaklarını etkin yönetimi ve aldığı önlemler sayesinde gelirlerini artırmayı başardığı gibi ülke genelinde üretimin artmasını sağlamıştır. Şeffaf çalışma geleneğini kendi teşkilatının tümüne yayarak bütün kuruluşlara örnek olmayı da başarmıştır. Şeffaflığını ortaya koyacak yıllık çalışma programlarını ve yıl sonu özetlerini yayınlamıştır. Bütün bu anlatılanlardan başka Düyun-ı Umumiye İdaresi Osmanlı Devleti’nin hukuki düzenlemeleri içersinde hareket etmiş, bu sınırları aşmamıştır.

Bununla birlikte alacaklıların temsilcilerinden oluşan ve yabancı hükümetlerle gayri resmi bağlantıları bulunduğu asla inkâr edilemeyecek bu kurum, Osmanlı Devleti üzerinde bir siyasi baskı unsuru olmuş olabilir. Ancak alınan kararların bu siyasi baskılar altında alındığı düşünülmemelidir. Hatırlanacağı üzere Osmanlı Devleti kendi siyasi ve iktisadi çıkarlarına uygun konularda Düyun-ı Umumiye İdaresi’ne destek vermiştir. Bunu gelir kaynaklarının idaresi sırasında çıkarılan kanuni düzenlemelerden anlamak mümkündür. Hatırlanacağı üzere Osmanlı Hükümeti alkol satışını teşvik edecek yasalara sıcak bakmamıştır. Bütün uygulamalar Osmanlı Devleti’nin hukuki sistemi içerisinde gerçekleştirilmiştir.

Netice olarak Osmanlı Devleti’nin egemenlik haklarına karşı girişimlerde bulunmayan (?) bu kurum, bir devlet kurumu niteliğinde kendisine verilen görevleri yerine getirmek konusunda başarılı olmuştur. Faaliyetleriyle de Osmanlı ekonomisine canlılık katmış, olumlu yönde etki etmiştir. Düyun-ı Umumiye İdaresi dönemine yapılan birçok yatırım ve özellikle demiryolları gelecek dönemlere miras olarak kalmış, hatta Milli Mücadele sırasında çok büyük fayda sağlamıştır.

Tüm anlattıklarımıza hızlı bir göz atış… (Özet)

 

Bundan tam 143 yıl önce, 6 Ekim 1875’te, Osmanlı İmparatorluğu “iflas” etti. O gün gazetelerde yayımlanan ve yabancı elçilere gönderilen bir kararname ile Osmanlı, bütün iç-dış borçları ve faiz ödemelerini, 5 yıl süreyle, yarı yarıya indirdiğini (yarısını para, yarısını yüzde 5 faizli hisse senetleriyle ödeyeceğini) açıkladı. Yakın geçmişteTürkiye ekonomisinin McKinsey Danışmanlık Şirketi‘ne teslim edileceğinin söylenmesi, akıllara şu meşhur Düyunu Umumiye’yi getirdi.

OSMANLI’NIN İFLASI

Özetleyecek olursak, Osmanlı, 1854-1875 arasındaki 21 yılda toplam 5.297.676.500 frank borç almıştı. Değişik kesintiler nedeniyle Osmanlı’nın eline toplam olarak tam 3.012.884.714 frank geçmişti.

Yani, Osmanlı’ya kabaca 2.300.000.000 frank havadan borç  yüklenmişti. Ödenmesi gereken yıllık faiz ve itfa bedeli ise toplam 299.068.487 franktı.1874/1875 Osmanlı bütçesinde 25.000.000 Osmanlı lirası gelir gösterilmişti. Fakat gerçek gelir 17.000.000 Osmanlı lirasıydı. Osmanlı’nın, bu paranın 13.000.000 lirasını dış borç için ayırması gerekiyordu. Geriye kalan 4.000.000 lirayla devleti yönetmek olanaksızdı. İflas kaçınılmazdı. (Kaynak,Parvus Efendi, Türkiye’nin Mali Tutsaklığı, s. 33, 34)

Korkulan oldu! Osmanlı, 1875’te yarıya indirdiği borç ödemelerini de yapamadı. Mart 1876’da bütün dış borç taksitlerinin ödemelerini durdurdu. 1876’da Osmanlı ekonomik olarak battı. Peki Osmanlı, nasıl bu kadar derin bir borç batağına sürüklendi?

OSMANLI’NIN BORÇ ARAYIŞI

 

Osmanlı 1768-1774 Rus Savaşı’ndan sonra, 1775’te “Esham Sistemi ile yani “Hazine Bonosu” ihracıyla iç borçlanmaya gitti. Ancak bu sistemle gerekli parayı toplanamadı.
1783’te Kırım’ın Ruslar tarafından işgalinden sonra, I. Abdülhamit döneminde, ilk dış borç teşebbüsünde bulundu. Fransa, Hollanda, İspanya, hatta Fas‘tan bile dış borç alınması gündeme geldi. Uzun tartışmalardan ve görüşmelerden bir sonuç alınamayınca Aydın eyaletinin valilere ait gelirleri esham” yoluyla satılarak bütçe açığı kapatılmak istendi. Ancak bu girişim bütçe açıklarını kapatmaya yetmedi. (Kaynak; Mübahat Kütükoğlu, Baltalimanı’na Giden Yol, Osmanlı-İngiliz İktisadi Münasebetleri (1580-1850), s. 272)

Osmanlı, Kasım 1789’da İngiltere’den 20.000.000 kuruşluk dış borç istediİngilterebu isteğe cevap bile vermedi. O sırada Napolyon Mısır’a saldırmış, Osmanlı Fransızlarla savaşa tutuşmuştu. Acil paraya ihtiyaç vardı. Aralık 1799’da İngiltere’den bir kere daha dış borç istendi. Ancak İngiltere yine olumsuz cevap verdi. Osmanlı, 1839’da üçüncü defa İngiltere’den bu sefer 2.000.000 sterlin borç istedi. İngiltere, Osmanlı’ya yine borç vermeyi yine reddetti. (Kütükoğlu, s. 273).

Dışarıdan borç para bulamayan Osmanlı mecburen içeriye döndü. Osmanlı, 1848’de Galata Bankerleri olarak bilinen sarraflardan çok yüksek faizle borç almaya başladı.
1850’de Avrupa, Osmanlı’ya borç vermeyi nihayet kabul etti. Londra’da bir borç sözleşmesiimzalandı. Fakat Osmanlı, daha sonra bu borcu almaktan vazgeçti.(?)  Osmanlı, antlaşmayı tek yanlı olarak bozduğundan, borç verenlere 2.200.000 frank tazminat ödedi. (Parvus Efendi, s. 29).

 

OSMANLI’NIN BORÇ BATAĞI

1853’teOsmanlı Kırım Savaşı’na girdi. Savaş masraflarını karşılamak için paraya ihtiyaç vardı. Osmanlı, Kırım Savaşı‘nda Rusya’ya karşı İngiltere ve Fransa ile birlikte hareket ediyordu. Bu yakınlığın da etkisiyle, 24 Ağustos 1854’te Londra’da Dent-Palmer ve Ortakları, Paris’te Goldscimd ve Ortakları ile 75.000.000 franklık ve yüzde 6 faizli bir borç antlaşması imzalandıKesintiler nedeniyle bu paradan ancak 60.000.000 frank Osmanlı hazinesine girdi. (Kaynak; Vedat Eldem, Osmanlı İmparatorluğu’nun İktisadi Şartları Hakkında Bir Tetkik, s. 260.)

Bu borçlanmaya, Mısır’dan alınan yıllık vergi “teminat” olarak gösterildi. Ancak bu borç, savaş masraflarını karşılamaya bile yetmedi.

Osmanlı, aldığı borcu üretime değil, tüketime yönelik olarak kullandı. Borcun anapara ve faizlerini ödemek için yeni borçlar almak zorunda kaldı. Osmanlı’nın uzun vadeli ve yüksek faizli borç tahvilleri, Avrupa piyasalarında çok tutuldu. Osmanlı’ya borç vermek çok kârlı bir iş halini aldı. Çünkü Osmanlı, Avrupa bankalarına yüzde 15-20 faiz ödüyordu. (Parvus Efendi, s. 33).

Yabancı sermayedarlar, tehdit ve rüşvetle Osmanlı devlet adamlarını daha çok borç almaya zorladılar. Galata Bankerleri, yüzde 10-12 komisyonla Avrupa piyasalarından Osmanlı’ya borç para buldular. Sırf Osmanlı’ya borç vermek için yabancı bankalar ve kredi şirketleri kuruldu. Osmanlı Bankası bunlardan biriydi. Sadece borç verenlerdeğil, aracılar da çok kazandılar. (Kaynak; Şevket PamukTürkiye’nin 200 Yıllık İktisadi Tarihi, s. 118).

Osmanlı, 1866’dan itibaren ödeme güçlüğü çekmeye başladı. 1873’te dünyada “borsa krizi” çıktı. Avrupa piyasalarından borç para bulamayan Osmanlı, 1875’te iflas etti. (Pamuk, s. 120). Osmanlı, 1854-1875 arasındaki 21 yılda toplam 15 dış borç antlaşması yaptı. 21 yılda kabaca 237.000.000 lira borçlandı, fakat devletin eline ancak 127.000.000 lira geçti.

 

OSMANLI MALİYESİNİN YABANCILARIN DENETİMİNE GİRMESİ

1876’da II. Abdülhamit padişah olduğunda devlet gelirlerinin yüzde 80’i bile dış borçları ödemeye yetmiyordu. Bu nedenle öncelikle memurların, emeklilerin ve bakanların aylıkları düşürüldü. Bu düşük memur aylıkları bile ancak dört-beş yıl gecikmeyle ödenebildi. (Kaynak; Stanford J. Shaw-Ezel Kural Shaw, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, s. 274-275).

93 Harbi sonrasında, 1878’de, Yeşilköy’e kadar gelen Ruslar, yüksek bir savaş tazminatı istediler. Böylece Osmanlı, yılda 35.000.000 kuruştan 100 yıllık bir borçaltına daha girdi. (Kaynak; Shaw, s. 275).

1878’de Kıbrıs Adası bir miktar para karşılığında İngilizlere kiralandı.
1878 Berlin Kongresi’nde, alacaklı devletler Osmanlı’ya, İstanbul’da -Osmanlı maliyesini yönetecek- çokuluslu bir mali komisyon kurulmasını kabul ettirdiler. (Kaynak;Doğan Avcıoğlu, Türkiye’nin Düzeni, Birinci Kitap, s. 126-127) Böylece Ekonomik bağımlılık beraberinde Siyasal bağımlılığı getirdi.

DEVLET İÇİNDE DEVLET: DÜYUN-I UMUMİYE

1881’de İngiliz, Fransız, Avusturyalı, Alman, İtalyan alacaklı temsilcileri ile Osmanlı temsilcileri İstanbul’da uzun görüşmeler yaptılar. Bu görüşmeler sonunda Osmanlı borçları -ödenebilecek biçimde – yeniden yapılandırıldı. II. Abdülhamit, 20 Aralık 1881’de (Hicri takvime göre 28 Muharrem 1299’da) Muharrem Kararnamesi’ni yayımladı. Bu kararname ile Osmanlı’nın toplam 237.138.819 lira dış borcu, 141.505.309 liraya indirildi. Başka bir hesapla Osmanlı’nın toplam 4.568.841.250 frank dış borcu, 2.660.930.850 franka indirildi. (Parvus Efendi, s. 37,38, 233). 

Muharrem Kararnamesi’ne göre İngiliz, Fransız, Alman, İtalyan, Hollandalı, Avusturyalı ve Osmanlı alacaklıları ile Galata Bankerlerini temsilen toplam 7 üyeden oluşan  Düyunu Umumiye (Genel Borçlar) İdaresi kuruldu. Düyunu UmumiyeMeclisi’ni oluşturan bu 7 üye 5 yıllık sürelerle seçilecekti. Kurumun başkanlığınıbeşer yıllığına, sırasıyla İngiliz ve Fransız delegeleri yapacaktı. Bu Kararname ile 1879’da kurulan Rüsum-u Sitte İdaresi kaldırıldı. Daha önce buraya aktarılmış olan devletin temel gelirleri Düyunu Umumiye’ye aktarıldı.

Osmanlı’nın Düyunu Umumiye’ye bıraktığı temel gelirler şunlardı:

1- Tuz ve tütün tekeli
2- Damga pulu vergisi
3- Alkollü içkiler vergisi,
4- Edirne-Samsun-Bursa İpek Öşrü
5- İstanbul ve birçok bölgenin balık vergisi
6- Tömbeki vergisi
7- Kimi vilayetlerin koyun vergisi
8- Gümrük gelirleri
9- Kazanç vergisine göre ortaya çıkacak fazlalık.

Osmanlı’nın temel gelirlerinin üçte birine el koyan Düyunu Umumiye, Ocak 1882’den itibaren devlet içinde devlet gibi çalışmaya başladı. Kurum, aslında hükümetten ayrı, yabancıların kontrolünde bir özel şirketti.(Kaynak;Parvus Efendi, s. 38)

Düyunu Umumiye Meclisi, şirket yönetim kurulu gibi yapılandı. Kurumun İstanbul’da bir genel müdürlüğü vardı. 1897’de Cağaloğlu’nda yapılan gösterişli bir binada (şimdi İstanbul Erkek Lisesi) çalışmalarını yürütüyordu. İstanbul’daki 4 merkez müdürlüğü ile taşra müdürlükleri bu genel müdürlüğe bağlıydı. Kurumun, 1898 sonunda toplam 26 bölge müdürlüğü,720 il ve ilçe müdürlüğü vardı. Müdürler,  yönetici ve personel özellikle Avrupalılardan oluşuyordu. Düyunu Umumiye, ülkenin birçok yerinde şubeler açtı. Binlerce memur istihdam etti. 1 Mart 1912’ye kadar 8.931 memur çalıştırdı. Bunların 5.652’si sürekli, 3.253’ü geçicimemurlardı. Çoğu azınlıktan seçilmiş bu memurlara çok iyi maaş verdi. Ancak ne gariptir ki, bu özel şirketin memurları aynı zamanda “devlet memuru” niteliği taşımaktaydı ve devletten “emekli maaşı” alma hakkına sahipti. Dahası, burada çalışan yabancılara bile emekli maaşı vermek için ayrıca bir sandık kurulmuştu. (Kaynak; Parvus Efendi, s. 75)

Düyunu Umumiye, Osmanlı Maliye Nezareti’nin yanında ikinci bir Maliye Bakanlığı gibiydi. Çok büyük bir geliri yönetiyordu: Kurulduğunda 2.552.000 Osmanlı lirası kadar bir geliri kontrol eden kurum, 1911-1912’de 8.258.000 Osmanlı lirası kadar bir geliri kontrol ediyordu. Yani, bütün Osmanlı gelirlerinin yüzde 31.5’i, Düyunu Umumiye’nin kontrolündeydi. (Kaynak;Parvus Efendi, s. 38)

Düyunu Umumiye’nin gelirleri zamanla Osmanlı’nın tüm borcunu kapatacak duruma geldi. Fakat Düyunu Umumiye bu parayla Osmanlı borçlarını kapatmak yerineAvrupa bankalarından tahviller aldı. (Sizce bu tutarsız davranışta D.U.’nin yabancı yöneticilerinin parmağı var mıydı?) Osmanlı’nın çıkardığı hazine tahvillerini alıp Osmanlı’ya kaynak sağlamaktan özellikle kaçındı. Ara sıra Osmanlı’ya faizle “avans” verdi. Bunun karşılığında bazı öşür gelirlerine “güvence” olarak el koydu. Böylece Osmanlı, zaten kendisine ait olan bir paraya, faiz ödeyerek ve öşür gelirlerini ipotek ettirerek ancak sahip olabildi.

 

Osmanlı, 1911’de Trablusgarp’ta İtalyanlarla savaşırken, Düyunu Umumiye, aynı yıl “İtalyan eshamı” (ödünç olarak alınan paranın belirli bir zamanda ödeneceğini gösteren senetler) satın aldı. Böylece Osmanlı parasıyla Osmanlı’nın düşmanına bile yardım etti.(!)  Düyunu Umumiye Osmanlı’nın Trablusgarp Savaşı sonrasında alacağı savaş tazminatına da el koydu. (Kaynak;Parvus Efendi, s. 63-65, 243, 244)

Doğan Avcıoğlu’nun ifadesiyle, “Düyunu Umumiye, ülkenin iktisaden sömürülmesine çalışan Avrupa sermayesinin bekçiliğini yapmıştı.” (Avcıoğlu, s. 132)

Yabancılardan oluşan Düyunu Umumiye’nin ekonomiyi kontrol etmesi nedeniyle oluşan güvenortamında” Osmanlı Avrupa’dan daha uygun koşullarda borç bulabildi. II. Abdülhamit döneminde, 1886-1908 arasında 19 yeni borç antlaşması daha yapıldı. 12.000.000.000 kuruş borç alındı. Kesintiler nedeniyle bunun ancak 10.800.000.000 kuruşu ele geçti. (Kaynak;Shaw, s. 277-279).

1903’te Osmanlı borçları yeniden yapılandırıldı. O sırada 101.500.000 liraya inmiş olan borçlar, 57.800.000 liraya indirildi. (Kaynak;Eldem, s. 263). Borç miktarı azaldı, ama yıllık ödemeler hiç azalmadı. Çünkü tutarı azaltılan borçların faizleri arttırıldı. Bu reformun iyi yanı, Düyunu Umumiye’nin, 2.157.375 lirayı aşan gelirin yüzde 75’ini Osmanlı’ya bırakacak olmasıydı. (Kaynak;Parvus Efendi, s. 234)

1914’e geldiğinde Osmanlı’nın toplam 153.700.000 lira dış borcu vardı. Bu borç I. Dünya Savaşı sonunda 303.700.000 liraya çıktı. Üstelik bu borçların sterlin, frank, markla ödenmesi gerekiyordu.

 

JANDARMALI TÜTÜN RECİSİ

Düyunu Umumiye, tuz tekelini kendisi işletti. Tütün tekelini ise 30 yıl boyunca iki yabancı bankanın kontrolündeki “Tütün Rejisi”ne bıraktı. Tütün Rejisi, 1883’ten itibaren her yıl elde ettiği kârdan 750.000 lirayı Düyunu Umumiye’ye verecek, kendisi de yüzde 8 kâr alacaktı. Bunlar düşüldükten sonra kalan gelir ise Düyunu Umumiye ile Osmanlı arasında paylaşılacaktı.

Daha önce serbest olan tütün üretimi, alımı, satımı tamamen “Tütün Rejisi”nin tekeline bırakıldı. Reji, tütün alım fiyatlarını çok düşük, satış fiyatlarını yüksek tutunca kaçak tütünticareti arttı. Reji, kaçak tütün ticaretine karşı bir kanun taslağıhazırlayıp Osmanlı’ya kabul ettirdi. Osmanlı, 2 Mayıs 1885’te kaçakçılıkla mücadeleyi Reji’ye bıraktı.

Reji, kaçakçılarla mücadele etmek için kendi jandarmasını (!) kurdu. Osmanlı, bu tütün rejisinin jandarmasına silah taşıma ruhsatı da verdi. Jandarma ile kaçakçılar arasında yaşanan çatışmalarda çok sayıda insan öldü.

Reji, zaman zaman Osmanlı’ya yüzde 6 ve yüzde 12 faizle “avans” verdi. Parvus Efendi’nin hesaplamalarına göre Reji, Osmanlı’ya her yıl 500.000 lira kaybettirmiştir. 1913’te Rejiimtiyazı sona erecekti. O yıl, İttihat ve Terakki, daha önce kaybettiği Edirne’yi Bulgarlardan geri alacaktı. Ordunun masrafları için para lazımdı. Gereken parayı Reji İdaresi sağladı. Buna karşılık Reji imtiyazı 15 yıl daha uzatıldı. (Kaynak;Avcıoğlu, s. 134-137. Parvus Efendi, s. 40, 41, 162, 164)

VE SON SÖZ…………………

Osmanlı’dan bir enkaz devraldılar. Düşünün, geçtim diğer ihtiyaç sektörlerini, atın ayağına nal çakacak bir nalbant ve çivisini yapacak tesis yoktu. Bugünün parası ile 500 milyar dolar, yani o dönemin parası ile 145 milyon altın lira borç kaldı yeni Cumhuriyet’e. Bu borç Lozan’ da taksitlere bağlandı. Bu şartlar altında Atatürk, yepyeni bağımsız ve onurlu ülkeyi ve Cumhuriyeti kurdu. Osmanlı’dan devralınan borçların ödenmesi 1954 yılında bitirildi. İlk dış borçlanma 1854 yılında yapıldığına göre bu borçların tasfiyesi 100 yıl sürmüş oluyor. Osmanlı’dan devralınan borçlar 145 milyon Osmanlı altın lirası tutarındaydı. Bu da o dönemin milli gelirinin yaklaşık yüzde 65’i ediyor.  Bugünkü koşullarla düne bakıp devralınan borç miktarının söylendiği kadar yüksek olmadığı tezini ileri sürenler bu borcu aynı mantıkla bugünkü değerlerle hayal etmeye çalışırlarsa kabaca 500 milyar dolarlık bir borç yüküne denk geldiğini göreceklerdir (Bugünkü GSYH’mız 750 milyar dolar olduğuna göre bunun yüzde 65’i 488 milyar dolar eder.)

 

Lozan Antlaşmasına göre 1912 öncesi borçların % 62si, 1912 sonrası borçların % 77’si Türkiye’ye kalmıştır. Lozan Antlaşması Türkiye Cumhuriyeti’ne serbest bir dış ticaret politikası yürütme zorunluluğu getirmiş, ithalatı kısıtlayıcı önlemler alınmamasını öngörmüştür. Türkiye, bu sistemle ciddi miktarda cari açık vermeye başlamıştır. Bir yandan Osmanlı borçları bir yandan da büyüyen cari açık Türkiye’yi çok sıkıntılı bir duruma sokmuştur. 1929 Büyük Depresyonu’nun batılı ülkelerde yarattığı yıkım Lozan Antlaşması’na taraf olan ülkelerin kendi dertlerine düşmesine yol açınca, Türkiye Lozan Antlaşması’nın serbest ticaret hükmünü askıya alarak ithalat kısıtlamaları ve devletçi ekonomi politikası izlemeye dönmüştür. Bu dönüşü, ithal ikamesi politikası, KİT’lerin kuruluşu, sanayi planları (yani planlı ekonomik kalkınma modeli) ve Türk Parasının Kıymetini Koruma mevzuatı izlemiştir.

 

Bugün acımasızca eleştirilen bu adımlar Türkiye’nin o zor dönemleri nispeten daha az sıkıntıyla geçmesine yol açmıştır. “Her dönemi kendi koşulları içinde değerlendirmek gerekir” O nedenle yapılan karma ekonomi politikasını bugünkü koşullara bakıp eleştirmek bizi çok yanlış yerlere götürür. Bütün ülkeler o dönemde aşağı yukarı aynı politikalara başvurmuştur. Türkiye, bu düzenlemelerle dış ticaretini toparlamış, cari açığı denetim altına almış ve kalkınmaya başlamıştır.

 

1938 yılına gelindiğinde batılı ülkelerin ortalama kişi başına geliri yaşanan Büyük Depresyondan dolayı 4800 dolara düşmüş, Türkiye’nin kişi başına geliri ise 1730 dolara çıkmıştı. Osmanlı’dan devralınan borçların bir bölümü 1942 yılında yürürlüğe sokulan varlık vergisiyle ödenmiştir. Bonoya bağlı borçlar 1989’a kadar ödenmeye devam etmiş ve son ödeme o tarihte yapılarak Osmanlı borçları dosyası tümüyle tasfiye edilmiştir.

 

S O N

AA
PROPAGANDA HARİTASI
HİCAZ DEMİR YOLU
PROPAGANDA KARİKATÜRLERİ
AB
ZAMANIN GAZETELERİ
BALYA MADENİ HİSSE SENEDİ
BİR ÇALIŞMA

Trả lời

Email của bạn sẽ không được hiển thị công khai. Các trường bắt buộc được đánh dấu *