Hemen hergün sıkça kullandığımız bazı dini kısaltmaların anlamlarını mutlaka herkes biliyordur. Olsun, bu yazımızda biz kez daha bu bilgilerimizi yenileyelim ve bu arada son zamanlarda sıkça dini sohbetlerde gündeme gelen Ravza-i Mutahhara’yı kısa da olsa analım istedik.
(c.c.); celle celaluhu: Cenab-ı Allah’ı i’la etmek ve yüceltmek için kullanılır. O’na mahsustur.
Celle: “Celil oldu, celil olsun” mealinde ve “Celle Celaluhu” diye, Allah İsm-i Celali işitildiği veya anıldığı anda, tazim makamında söylenir.
Celil: Celalet ve celadet sahibi. Azim, mertebesi yüksek.
Celal: Nihayet derecede büyüklük. Azamet.
(s.a.v.); sallallahu aleyhi ve sellem: Peygamberimize salat ve selam olsun, peygamberimize mahsus bir duadır.
(r.a.); radiyallahu anh: Allah ondan razı olsun. Sahabeler ve bazı büyük zatlar için söylenir. (Erkekler için)
(r.anha);radiyallahu anh, Allah ondan razı olsun demektir; sahabeler ve bazı büyük zatlar için söylenir. (Hanımlar için söylenir)
(hz.); hazret kelimesi yüceltme manasında kullanılır. Bu sebeple saygı duyulan herkes için kullanılabilir. Peygamberler, sahabeler, melekler, veliler için kullanılmasında bir sakınca yoktur.
(k.s.); kuddise sirruhu: Allah’a onun sırrını mukaddes etsin. Veliler için kullanılır.
(k.s.); kaddesallahü sirruh, Kuddise sirruhunun çoğulu olarak Kaddesallahü esrarehüm de denir. Allah (c.c.) sırlarını takdis etsin demektir.
(a.s.); aleyhis selam: Selam onun üzerine olsun. Peygamberlere mahsustur. Bunun yanında Cebrail, Mikail, İsrafil ve Azrail olmak üzere 4 büyük melek için de kullanılagelmiştir.
(a.s.v.); Aleyhissalâtü Vesselâm, Peygamberler bilhassa Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in ismi şerifi geçtiğinde söylenen salât ve selam onun üzerine olsun manasına gelen dua ve saygı ifadesidir. İki zat için aleyhimesselâm daha fazlası için aleyh imussalatü vesselam denir.
(r.h.); rahmetullahi aleyh: Allah ona rahmet etsin. Mümin ölülere denir.
Sübhanalah: Allah noksanlardan uzaktır, kemal sıfatlarla muttasıf(sıfatlanmış)tır.
Elhamdülillah: Hamd Allah’adır.
Allahü ekber: Allah en büyüktür.
Essalamü aleyküm ve rahmetulullah: Allah’ın rahmeti ve selameti üzerinize olsun.
Aleyhimürrıdvân, Ashâb-ı kirâm’dan söz edildiğinde Allah (c.c.)’nun rızası onların üzerine olsun anlamında kullanılan dua ve hürmet ifadesidir.
Azze ve Celle , Allah (c.c.) Aziz ve Celildir (Yücedir) demektir.
Tebâreke ve Teâlâ, Yücedir ve noksanlıktan münezzehtir (uzaktır) demektir.
Subhânehû ve Teâlâ, “Allâh-u Teâlâ’yı noksan sıfatlardan tenzih ederiz.” demektir.
RAVZA-İ MUTAHHARA
Ravza-i Mutahhara, Medine’deki Mescid-i Nebevî’nin içinde, İslam Dini Peygamberi Hz. Muhammed’in mezarından minberine kadar olan özel yerdir. Riyazul Cenne yani Cennet Bahçeleri olarak da bilinir. Ravza bahçe anlamındadır. Ravza-i Mutahhara, temiz bahçe demektir. Bu tabir; Medine’de Mescid-i Nebevî’de Peygamber (sav) Efendimizin kabri ile minberi arasındaki bölüme denir. 10×20 = 200 metrekarelik bir alandır. Peygamber (sav) Efendimiz: “Evimle minberim arası, cennet bahçelerinden bir bahçedir” buyurmuştur. (Buhârî, Fadlü’sSalat. 6)
Ayrıca Resûl-i Ekrem (sav) Efendimiz Mescid-i Nebevî’de kılınan namazın Mescid-i Harâm (Mekke’de Kâbe’nin de içinde bulunduğu alanı çevreleyen büyük mescit. Hürmetli Mescid anlamına gelen bu ifade Kuran’da 16 ayette yer almaktadır) hariç diğer yerlerde kılınan namazdan bin kat daha faziletli olduğunu haber vermiştir. (Buhârî, “Fażlü’ṣ-ṣalât fî Mescidi Mekke ve’l-Medîne”, 1; Müslim, “Ḥac”, 505-510). Bu hadisler Resûlullah’ın mescidinin faziletine, onun içinde Ravza-i Mutahhara’nın daha faziletli olduğuna delil sayılmıştır. Ancak sözü edilen mekânın genişliği ve ifadenin mecaz olup olmadığı konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştür.
İmam Mâlik (Mâlik bin Enes (711-795), Mâliki mezhebinin kurucusu, müctehid ve muhaddis) gibi bazı âlimler hadisi zahiri (görünen) manasına göre yorumlamayı daha uygun görmüştür. (Semhûdî, II, 162) Bazılarına göre ise yapılan ibadetler sebebiyle burası rahmetin inmesi, insana mutluluk vermesi açısından Cennete benzer. Dolayısıyla Resûl-i Ekrem’in Cennetin anaların ayakları altında, kılıçların gölgesinde bulunduğuna ve hasta ziyaret eden kimsenin Cennet bahçelerinden bir bahçede olduğuna dair sözleri veya güzel geçen bir gün için, “Bugün Cennet günlerinden biriydi” denilmesi gibi mecazi bir anlam ifade eder. (İbnü’l-Esîr, I, 493; Semhûdî, II, 164, 165)
Hz. Peygamber’in evinden maksadın Hz. Ayşe’nin odası mı (hücre-i saâdet), yoksa mescidin doğu duvarı boyunca sıralanan hanımlarına ait odaların tamamı mı olduğu, minberden maksadın bulunduğu yer mi, yoksa hücre-i saâdet hizasındaki batı duvarı mı olduğu konusunda da farklı görüşler nakledilir. Eyüp Sabri Paşa bu konudaki görüşleri dikkate alarak Ravza-i Mutahhara planıyla ilgili üç değişik çizim yapmıştır. (Mir’âtü’l-Haremeyn, II, 154-156)
Bazı âlimler Ravza-i Mutahhara’nın alanının bütün mescidi kapsadığını söylemiş, ravzanın Mescid-i Nebevî ile musallâ arasında olduğunu bildiren bir rivayete dayanarak Mescid-i Nebevî ile bayram musallâsı (Mescid-i Gamâme) arasında kalan alanı buna dâhil edenler de olmuştur. (İbn Şebbe, I, 138) Ancak Ravza-i Mutahhara’yı hücre-i saâdet ve minber arası olarak ifade eden rivayetler daha güçlüdür. Günümüzde Ravza-i Mutahhara’nın güneyi mihrabın hemen kıble tarafındaki demir korkuluk ve kitap raflarıyla sınırlanmış olup doğudan batıya 22 m., kuzeyden güneye 15 m. olmak üzere yaklaşık 330 m²’lik bir alanı kapsamaktadır. Batı tarafında III. Murad’ın armağanı olan minberle ortada Kayıtbay* döneminden kalan mihrap yer alır.
- Kayıtbay (d. yak. 1416/1418 – ö. 1496) ya da tam adıyla El-Eşref Seyfeddin Kayıtbay, Memluk sultanlarından Çerkez kökenli Burci hanedanının on sekizinci hükümdarı. 1468 ile 1496 yılları arasında Memluk sultanlığı yapmıştır.
Mescid-i Nebî’de her taraf kırmızı halılarla kaplı iken, Ravza-i Mutahhara’daki halılar yeşildir. Burada bulunan 12 sütun, Sultan Üçüncü Selim’in emriyle mermerle kaplanmış ve padişahın bizzat kendisinin yazdığı Na’tı Şerif, bu sütunlara sülüs hattı ile kabartmalı bir şekilde nakşolunmuştu.
Bu sütunlardan 8 tanesinin çok özel bir kıymeti var. Her biri peygamberimizin hatıralarıyla süslenmiş bu 8 sütunun üzerine, hatıraların kaybolmaması için yine 3. Selim tarafından isimleri yazılmıştı. Peygamberimiz zamanında Mescid-i Nebevî’nin sütunları, hurma ağaçlarıydı. Daha sonraki zamanlarda bu ağaçlar sökülerek yerine direkler dikildi. Lâkin hiçbir zaman yerleri değiştirilmedi. Şu an hâlâ Peygamberimiz zamanındaki hurma ağaçlarının yerlerinde duruyorlar.
Sonraki yıllarda ilâve edilen pek çok sütunla birlikte, sütun sayısı 327’ye ulaştı. Bu sütunların 22 tanesi maksurenin içindedir. (Maksûre, Rasûlüllah, Ebubekir ve Ömer’in yan yana kabirlerinin bulunduğu odaya denir) Şu an Mescid-i Nebevî’de iki tip sütun vardır ki; Tabanları pirinçle kaplı, Osmanlılara ait kırmızı direkler (sonradan Suûdîler tarafından beyaza boyandığı için hafif pembemsi bir renk almışlar) ve Suûdîler’e ait beyaz direkler. Duvar diplerindekiler kare, diğerleri yuvarlaktır. Şimdi gelelim, hâlâ asr-ı saâdetin hatıralarını taşıyan ve üzerlerinde isimleri yazan meşhur direklere…
KOKULU SÜTUN
(RAVZA–İ MUTAHHARA VEYA MUSHAF SÜTUNU)
Kokulu Sütun-Mushaf Sütunu denilen bu sütun, Hz. Peygamber’in daima yanında namaz kıldığı sütundur. Rasûlüllah’ın hutbe verirken dayandığı hurma kütüğü (orijinal ismiyle hanânetül-ciz, yani ağlayan hurma kütüğü, diye meşhurdur) bu sütuna bitişikti. Sahabeden Übey bin Ka’b, Mescid-i Nebevî’nin genişletilmesi sırasındaki yıkım sürecinde kütüğü evine taşıdı. Bir süre sonra bu kütük, ağaç kurtları tarafından yendi. Bir başka anlatıda Halûk adlı bir koku sürülmesi sebebiyle bu adla anılan sütun, Resûl-i Ekrem’in minberde hutbe okumaya başlaması üzerine hurma kütüğünün inlemesinden dolayı Hannâne, Haccâc b. Yûsuf’un gönderdiği mushafın burada bir sandık içinde korunmasından dolayı Mushaf sütunu diye de anılmıştır.
Peygamber Efendimizin namaz kıldırdığı yerde bulunduğu için sahabeler tarafından bu sütunun üzerine daima esans sürülür, güzel kokması sağlanırdı. Bu yüzden “Kokulu Sütun” ismini almıştı. Kıble tarafından Mihrâb-ı Nebevî’ye bitişik olan bu sütunun yanında namaz kılmak için yarışırlardı sahabeler. Mâlikî mezhebinin kurucusu Mâlik bin Enes: “Yalnız kılınan namazların en faziletlisi, kokulu sütunun yanında kılınan namazdır” demiştir.
MUHACİRLER SÜTUNU – AİŞE SÜTUNU
Aişe Sütunu-Muhâcirler Sütunu, minber tarafından, kıble tarafından ve maksûre tarafından üçüncü sütundur. Peygamberimizin hanımı Hz. Aişe, teheccüd namazlarını bu sütunun yanında kılardı. Teheccüd namazı gecenin 3’te ikisi geçildikten sonra kılınan ve imsak vaktine kadar kılma süresi olan namazdır. Ayşe Anamız yine bu sütunun yanında hadis rivayet ederdi. Kıble, Kudüs’ten Kâbe’ye çevrildiğinde Hz. Peygamber, 2 ya da 3 hafta kadar bu sütunun yanında kıldırmıştı namazları. Hz. Ayşe’nin, “Eğer orada ibadetin ne kadar faziletli olduğunu bilselerdi insanlar izdiham sebebiyle aralarında kura çekerlerdi” şeklindeki sözünden dolayı buraya Kur‘a veya Ayşe sütunu denilmiştir. Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer de bu sütunun yanında namaz kılmayı alışkanlık hâline getirmişlerdi. Mekke’den Medine’ye hicret eden muhacirler, umumiyetle burada toplanıp sohbet ettikleri için, sütunun bir diğer ismi de Muhacirler Sütunu olmuştu.
TEVBE SÜTUNU – EBU LÜBABE SÜTUNU
Tevbe Sütunu-Ebû Lübâbe Sütunu minber tarafından dördüncü, maksûre tarafından ikinci, kıble tarafından da üçüncü sütundur. Peygamberimizin kabrinin, hatta başının hizasındadır. Ebû Lübâbe bin Abdülmünzir isimli sahabenin, bu sütuna bağlı iken tövbesinin kabul olunması sebebiyle Ebû Lübâbe ve Tövbe Sütunu isimlerini almıştı. Hâdise şöyle vuku buldu: Ebû Lübâbe, Peygamberimizin elçisi olarak Benî Kureyza Yahudilerine gidip, teslim olmalarını istedi. Yahudiler, “Teslim olursak Peygamberiniz bize ne yapar” diye sormaları üzerine Ebû Lübâbe “Peygamber hepinizi öldürecek” dedi. Aldıkları bu cevap karşısında son derece panikleyen ve korkan Yahudiler, anlaşma yapmaktan vazgeçtiler. Anlaşma yapılmasına engel olduğu için pişman olan Ebû Lübâbe, “Yüce Allah beni affedip, tevbemi kabul edeceği ana kadar burada kalacağım.” diyerek kendisini bu sütuna bağladı.
Tövbe Sûresi 102. ayet nazil olup bu sahabenin tövbesinin kabul olunduğu bildirilince de “Tövbe Sütunu” ismini aldı. Bu sütun, Peygamberimiz Aleyhisselamın zevcesi Hz. Ümmü Seleme’nin kapısının önünde idi. Hâdiseyi duyan Rasûlü Ekrem, “O, bana iltica etseydi, onun için dua eder, Allah’tan af dilerdim. Madem ki Allah’a iltica etti, o halde affını Allah’tan beklesin, ben bir şey yapamam” buyurmuştu. Ebu Lübâbe, altı gün bu sütuna bağlı kaldı. Namaz vakitleri ve aslî ihtiyaçlarında hanımı gelerek onu çözer, namaz bitiminde tekrar bağlardı. Altıncı günün sonunda Peygamberimiz, hanımı Ümmü Seleme’nin evindeyken, Ebû Lübâbe’nin tövbesinin kabul olunduğunu bildiren Tövbe Sûresi 102. ayet nazil oldu. Müjdeyi Ümmü Seleme verdi, ipleri Rasûlü Ekrem çözdü. Rasûlüllah nafile namazlarını bu sütunun yanında kılar ve sabah namazlarından sonra da sütuna yaslanarak oturur, ashabıyla sohbet eder, yeni nazil olan ayetleri okur, rüya görenlerin rüyalarını tabir ederdi. Îtikâf -Yatak Sütunu minber tarafından beşinci, maksûre tarafından birinci sütundur. Tövbe Sütunu’nun doğusunda ve muvâcehe parmaklıkları arasındadır. (Muvâcehe: Kıble tarafından Efendimiz’in nur-efşân kabrini çevreleyen mübârek parmaklıklar). Rasûlüllah’ın kabr-i şeriflerinin batı duvarına bitişiktir. Peygamberimiz her Ramazan ayında, Kadir gecesini değerlendirmek maksadıyla mescidde îtikafa (dünya işlerinden vazgeçip bir yere kapanma) çekilirdi. Yatağını buraya serdiği için sütun bu ismi aldı. Peygamberimizin yatağı, içi hurma lifleriyle dolu hasırdan ibaretti. Hz. Ömer de bu sütunun yanında îtikâfa çekilirdi.
MUHAFIZLAR SÜTUNU – HZ. ALİ SÜTUNU
Muhafızlar Sütunu-Hz. Ali Sütunu kıbleden itibaren Serîr (Yatak) Sütunu’nun arkasına düşer. Hücre-i Saâdet’in parmaklıkları arasındadır. Hz Peygamberin, mescide girip çıktığı kapının sağındaki sütundur. Peygamberimizi koruyan muhafızlar, Hz. Ayşe’nin evinin kapısının önündeki bu sütunun yanında beklerlerdi. Bu sebeple muhafız manasına gelen Muharras ya da Haras Sütunu ismi verilmiştir. Rasûlüllah’ı korumak için sahabeler, gece-gündüz nöbet bekliyorlardı bu sütunun yanında. Nihayet, “Allah seni insanlardan korur” (Mâide-67) ayeti inince, Peygamberimiz muhafızları gönderdi. Bilhassa Hz. Ali, bu sütunun yanında namazlarını kılar, Rasûlüllah’ı suikastlardan korumak için burada nöbet tutardı. Bu yüzden Hz. Ali Sütunu ismiyle de anılır.
HEYETLER SÜTUNU (MECLİSİ KILADE SÜTUNU)
Heyetler Sütunu-Meclisi Kılâde sütunu da Hücre-i Saâdet’in parmaklıklarına yapışıktır. Hz. Peygamberin, mescide girip çıktığı kapının solundaki sütundur. Vüfûd, “Heyetler” demektir. Hz. Peygamber, yabancı heyetleri burada kabul ederdi. Daha sonra ashabın büyükleri de burada toplanmayı âdet hâline getirince sütun, “Meclis-i Kılâde” diye de anılır oldu. Serîr, Muharras ve Vüfûd Sütunları, Hücre-i Saâdet’in Ravza-i Mutahhara’ya bakan batı duvarına bitişiktir.
MARBAATÜL-KABR SÜTUNU (CİBRİL SÜTUNU)
Marbaatül-Kabr Sütunu-Cibril Sütunu Batı duvarının, kuzeye büküldüğü köşe ile Heyetler Sütunu arasındadır. “Kabrin Köşesi” anlamına gelir. Hz. Peygamber’in kabrini çevreleyen duvarın iç tarafında kaldığı için görmek mümkün değildir. Makâm-ı Cibrîl de denen bu sütun, Hz. Fâtımâ’nın odasının yanındaydı. Rasûlüllah sabahları buraya gelir ve yüksek sesle ayetler okuyarak kızına, Hasan ve Hüseyin’in namaza kaldırılmasını ima ederdi.
Kıble tarafından, Hz. Fâtımâ’nın evinin arkasındadır. Rasûlüllah, teheccüd namazlarını daima bu sütunun yanında kılardı. Ramazanın son 10 gününde de bazen burada bazen da Serîr Sütunu’nun yanında îtikafa girerdi. Peygamberimizin burada teheccüd namazı kıldığını fark eden ashap da O’na katılmaya başladılar. Bir zaman sonra gece namazları bu sütunun yanında, vakit namazları gibi kalabalık bir cemaatle eda edilmeye başlandı. Bu yüzden Peygamberimiz (farz olmasın diye) gece namazlarını evinde kılmaya başladı. Şu an hâlen bu sütunlar, Sultan 3. Selim tarafından isimleri süslü çelenk kabartmalar içinde yazılı haldedir.