İSMAİLLİLER VE TEMPLİER ŞÖVALYELERİ II

İSMAİLLİLER VE TEMPLİER ŞÖVALYELERİ II
17 Eylül 2020

İslam dünyasında bu iç savaş sürerken, batıda bambaşka bir girişim ilk meyvalarını veriyordu. Hıristiyan dünyasının ruhani ve siyasi liderleri Papalar, tam da bu dönemde kutsal toprakların kafirlerin elinden kurtarılması için bayrak açmışlardı. İslamiyetin ortaya çıkışından sonra sürekli yayılması, topraklarını, inananlarını arttırması ve doğudan Selçuklular ile Anadolu’ya, batıdan da bugünkü İspanya ve Fas topraklarında Orta Çağ boyunca önemli bir siyasi güç olmuş Berberi Hanedanı ve Murabıtlar ile İspanya’ya kadar ulaşması, Hıristiyan dünyasında büyük bir endişenin doğmasına yol açtı. Tüm ticaret yolları Müslümanların elindeydi. Hıristiyanlar kendilerini hapsedilmiş, boğulmuş hissediliyorlardı. Nitekim Hıristiyanlar, yoğun çabalar sayesinde Akdeniz’in Müslümanların tekelinden çıkmasını sağladılarsa da, doğu ile ticaret yollarının ellerine geçmemesi yüzünden bambaşka yolları denemek zorunda kaldılar ve gemilerine atlayarak, bilinen dünyanın sınırlarını genişleten ve yepyeni bir çağın başlamasını sağlayan o ünlü keşiflerini gerçekleştirdiler.

 

10. yy. Avrupa’sında feodal derebeyleri çok güçlüydüler ve aralarındaki çatışmalar çatışmalar da dur durak bilmiyordu. Tüm bu nedenlerle Papalar, uzunca süredir doğuya sefer düzenlenmesini zaruri görüyorlardı. Bu tür seferler ekonomik hayatın canlanmasını sağlayacak, doğunun zenginlikleri batıya taşınacak ve en önemlisi de Avrupa’daki Hıristiyan çatışmaları çok daha olumlu bir yöne, kutsal toprakların kurtarılması amacına kanalize edilecekti.

Bu yöndeki ilk girişim, Fransız Papa II. Urbanus‘tan (Otho de Lageri 1042-1099) geldi. Urbanus aradığı bahaneyi Bizans ile yakaladı. Selçuklu kuvvetleri karşısında aciz kalan Bizans Hıristiyanlarına yardım göndermek için II. Urbanus propaganda faaliyetlerine başladı. Doğu Hıristiyanlarına yardıma koşanlara Cenneti vaat ederek, kısa sürede etrafına çok sayıda yandaş toplamayı başardı. Ancak bunların hemen hiçbirisi profesyonel asker değil, işsiz güçsüz, aylak takımıydı ve en büyük hayalleri, doğudan yağmalayacakları ile ülkelerine zengin olarak dönmekti. Papa, hedefin Kudüs’ü Müslümanların elinden kurtarmak olduğunu ilan etmişti. Onun öncülüğünde birleşen, yemin eden ve geri dönene kadar mallarını ve akrabalarını Papalığın himayesi altına sokan Hıristiyanlar, yeminlerinin nişanesi olarak giysilerine haç diktirdiler. Böylece bu kuvvetlere “Haçlılar” denildi.

Müslüman dünyasında Sünni-İsmailli çekişmesinin devam etmesi, Fatımilerin tehlikeli bir düşman olarak tanımlanmamaları ve Büyük Selçuklu İmparatorluğunun dağılmış olmasından cesaret bulan Haçlılar, ilk seferlerine 1095 yılında başladılar. Birinci Haçlı Seferi(1096-1099) katılan orduların miktarı ve sonuçları bakımından en önemli olan Haçlı Seferidir. O nedenle üzerinde durmamız gerekiyor.

Bu sefere katılmak için Hıristiyan Avrupa yüzeyinde propagandanın yapılması ve Haçlı askerlerinin toplanması bir yıldan fazla almıştır. Bu sefer genellikle dalga dalga gelen bazıları sırf din aşkına savaşmayı göze alan çeşitli sınıftan halktan oluşan bir grup halinde; diğerleri ise çok düzenli soylu kişiler tarafından profesyonel askerî birlik şeklinde komuta edilen ordularla gerçekleştirilmiştir. Birinci Haçlı Seferi’nin genel olarak başlangıç ve birkaç ana safhadan oluştuğu kabul edilir. Birinci Haçlı Seferi’nin ilk ana safhasına Köylü Haçlı Seferi veya Halkın Haçlı Seferi denmiştir. Bu sefere katılan Haçlılar ordusu daha çok din aşkına savaşmayı göz almışlardan oluşmuştu. Haçlılar halk kitlelerine bağlılardan oluşmaktaydı; asiller ve profesyonel askerler bu sefere katılmamayı tercih etmişlerdi. 1 Ağustos 1096’da yola çıkan bu Halkın Haçlı Seferi’nini başında fanatik dindar, İslamiyet düşmanı Amiens’li Fransız Keşiş Pierre L’Ermite(1050-1115) bulunmaktaydı. Bu Haçlılar arasında gayet çok sayıda hiç savaş deneyimi olmayan erkekler ve hatta bu haçlılar güruhu çok sayıda tecrübesiz genç, çocuk ve kadın ihtiva etmekteydi. İznik üzerine doğru yürürken Yalova civarında Selçuklu orduları tarafından yenilip imha edildi.

İkinci gruba Baronların Haçlı Seferiadı verilir; çünkü Avrupa soyluları tarafından komuta edilmiş ve profesyonel ağır zırhlı şövalyelerle donanmıştı. Haçlı Ordusu’na katılacak daha profesyonel Güney İtalya Normanları, Loraineliler, Fransız Şövalyelerden oluşan büyük bir ordu 1097’de Konstantinopolis önlerine geldi. Komutanları arasında Aşağı Lorenli Godefroy de Bouillon, kardeşi Baudouin, Toulouse Kontu Raymond de Saint-Gilles, Flandra Kontu II. Robert, Fransız kralının kardeşi Hugh Vermandois gibi Fransa’nın, Burgundi’nin ve Güney İtalya’nın önemli soyluları bulunmaktaydı. Bu Haçlı orduları iaşe ve hayvan yemi bulmak için yolları yakınlarında bulunan yerleşkelere büyük zararlar vermeye başladılar.

Haçlı ordusu Bizans İmparatoru tarafından Balkanlarda iaşe satın almak için pazarlar, kamp alanı ve, çoğu Türkçe konuşan, Peçenek asıllı paralı askerlerden oluşan Bizans Ordusu tarafından refakat sağlanarak kontrol edilmeye çalışıldı. Kafile kafile Konstantinopolis’e erişen bu grup Haçlı ordusunda bulunan soylu Haçlı komutanlar Bizans İmparatoru I. Aleksios‘a (1056-1118) sadakat yemini ettiler ve ellerine geçirecekleri eski Bizans topraklarını tekrar Bizans idaresine vereceklerine ant içtiler. Bu Haçlı ordusu Bizans tarafından Anadolu’ya geçirildi ve yanlarına “Tatikios” adlı bir Türk asıllı Bizans generali komutasında bir Bizans refakat ve kılavuzluk ordusu verildi. Bu Haçlı ordusu mevcudu için çok değişik tahminler yapılmaktadır. İnanılır bir kaynağa göre, bu ordu 30.000 ile 70.000 arasında askerden ve 30.000 asker olmayan kamp takipçisinden oluşmuştur.

Hazırlıklarını tamamlayarak 10 Nisan’da harekete geçen Haçlılar önce Anadolu Selçuklu Devleti başkenti İznik’i kuşattılar. Diğer yandan Anadolu Selçuklu Sultanı I. Kılıç Aslan (1079-1107) Haçlıları önemsememiş, onların ciddi bir tehlike olabileceğini hesaba katmayarak, geride yedek kuvvet bırakmaksızın, 1097 ilkbaharında bütün ordusu ile Ermeni Gabriel’in elindeki Malatya’yı kuşatmaya gitmişti. Durumu öğrenen ve bu gafleti affetmeyen Haçlılar vakit yitirmeksizin yedek kuvvetlerini de Bizans gemileriyle Yalova’ya oradan da İznik önüne getirerek kuşatmayı iyice güçlendirdiler. I. Kılıç Arslan durumun vehametini anladı ve derhal İznik yakınına döndüyse de çok geçti, artık şehir kuşatılmıştı. Bu büyük Haçlı ordusuyla baş edemeyeceğine karar verdi ve geri çekildi. Beş hafta kuşatmaya dayanan İznik 17 Haziran 1097’de Hıristiyanlara teslim edildi. Sonuç olarak Selçuklu Devleti’nin Başkenti İznik, I. Kılıç Arslan’ın düşmanı hafife alması yüzünden Haçlılara teslim oldu. Sonrasında yaşananlar tam bir felaketti. Haçlılar kalede yaşayan herkesi acımaksızın çoluk, çocuk, kadın, erkek demeden kılıçtan geçirildiler. Tarihi tarafsız bir gözle okursak, gereken dersleri çıkarabiliriz, bunun aksi kendini aldatmaktan başka bir şey değildir.

 

Hatası nedeniyle başkentini Haçlılara kaptıran ve katliyama neden olan moralsiz Kılıç Arslan Anadolu içlerine çekildi, Danişmend Gazive Kayseri emiri Hasan ile ittifak yaptı. 30 Haziran 1097’de müttefikler Eskişehir Ovası’nda Haçlılara saldırdılar. Haçlılardan önde yürüyen Normanlardan oluşan grup Anadolu Selçuklu Sultanı I. Kılıç Arslan tarafından karşılandı. Bu ovaya çıkışın Bizans ve Haçlılarca “Dorileon” olarak adlandırılması nedeniyle Birinci Dorelion Muharebesi adı verilen askeri çatışma hemen başladı. Bu muharebede ağır zırhlı, özel terbiyeli büyük zırhlı atlı ve özel silahlı şövalyeler ile ağır süvari hücumları yapan Haçlı ordusuna karşı, gayet hızlı ve manevra kabiliyetli, hafif zırhlı, ağır zırhlara karşı ve hızlı ağır süvari hücumlarına karşı efektif olmayan hatta hiç işlemeyen ok, cirit ve kılıç gibi hafif silahlı Selçuklu hafif süvarisine üstün geldiği açığa çıktı. Bu meydan muharebesini kazanamayacağını anlayan Sultan I. Kılıç Arslan ordusunu muharebe meydanından geri çekmek zorunda kaldı. Hristiyan tarihçileri bu muharebeyi kazanan Haçlı ordusunu ve bu ordunun komutanlarını çok överek anmaktadırlar. Koskoca Anadolu Selçuklu Devleti’ninin Başkentini beş haftada can ve silah kayıpsız ele geçirdikten sonra, karşılarına çıkan üçlü ittifakı da yenmek elbette Haçlılar için sevinçkaynağı olacaktır. Haksız sayılmazlar.

 

Bundan sonra I. Kılıç Arslan Haçlı ordusunu bir meydan muharebesi ile mağlup edemeyeceğini, hatta yürüyüşlerine bile engel olamayacağını anladı. Anadolu’dan geçen Haçlı ordusu ile hiç askeri çatışmaya girmeden onların Anadolu’dan ilerlemelerini izleme stratejisine uydu. Yolları üzerindeki bölgeleri boşaltıp, tarlaları yakarak, meralardan Haçlı ordusu hemen gelmeden büyük koyun sürüleri geçirerek Haçlılar atlarına otlanacak ot bırakmayarak ve su kuyularını tahrip ederek onları zor duruma sokmaya çalıştı. Bu Haçlı ordusu Anadolu’da Uluborlu(Polybotus), Yalvaç (Antioch-Pisidia), Akşehir (Philomelium), Ladik(Laodicea), Konya (Iconium), Ereğli (Hereclea), Kemerhisar (Tyana), Niğde (Augustapolis), Kayseri (Mazacha), Kahramanmaraş (Marash) yoluyla Antakya‘ya indi.

 

Buradan “Baudouin Boulogne’lu”Edessa’da (Şanlıurfa) hüküm süren ve Ermeni asıllı bir eski Bizans ordusu komutanı olan Thoros tarafından çağrıldığı için kendine bağlı ordusu ile Edessa’ya yöneldi. Burada yönetimden zaten memnun olamayan halkı kışkırtarak isyan başlattı ve Thoros’un linç edilmesine seyirci kaldı. Böylece Edessa’nın tek yöneticisi olarak kalan Baudouin burada ilk Haçlılar devleti olarak Edessa (Şanlıurfa) Kontluğu devletini kurdu ve kendini ilk Edessa Kontu olarak ilan etti.

 

Yollarına devam eden Haçlılar Torosları iki değişik geçitten geçerek Çukurova bölgesine girdiler ve daha sonra yollarına devam ederek Antakya önlerine geldiler. Antakya önlerine gelen ordunun başında Birinci Haçlı Seferi’nin en etkili askeri komutanlarından biri olan Taranto prensi Boemondo vardı. Büyük Selçuklu Devleti’ne tabi olan Antakya Emiri Yağı-Sayan 9 ay süren kuşatmaya gücü yettiğince dayandı. Bu süreçte Antakya’ya askeri destek icin önce Şam’daki melik Suriye Selçuklu Şam Meliği Dukak, sonra da Halep’teki melik Suriye Selçuklu Halep Meliği Rıdvan askeri yardım gönderdiler ama bunlar Haçlılar ordusuna yenik düştüler ve bu girişimler sonuçsuz kalmadı. Sonuçta kale ele geçirildi ve tüm halk Haçlıların katliyamından kurtulamadı. Artık Antakya’da Hıristiyanlarındı.

 

Haçlılar şehri ele geçirdikten sonra Selçuklular MusulAtabeyi Gürboğa topladığı bir Müslüman ordusu ile Antakya önlerine gelip Antakya kalesi içine bulunan Haçlı ordusunu kuşatmaya aldı. Atabeyin korkak davranıp hemen hücuma geçmemesi ordusunda anlaşmazlıklar doğurdu. Diğer taraftan 12 gün kapalı muhasara altında kalan Hristiyanlar büyük açlık çektiler. Soylu ve şövalyeler atlarını, diğer Haçlılar yakalayabildikleri her türlü yaşayan hayvanı ve ağaç kabuğu ve otları yemeye başladılar. Haçlılar gıdasızlıktan bıkkınlık ve ümitsizlik içerisine girdiler. Keşiş Marsilyalı Pierre Barthelemy dinsel hayaller görmeye başlayıp İsa’nın çarmıha gerildikten sonra öldürülmesi için kullanılan Kutsal Mızrak‘ın Antakya Katedrali’nin zemininde gömülü olduğunun rüyasını gördüğünü bildirdi. Antakya Katedrali zemininde yapılan kazı ile bir mızrak (!) bulundu. Bunu bir mucize sayan ve üstün moral kazanan Haçlılar Kutsal Mızrak’ı taşıyan Le Puy Başpiskoposu Adhemar ile 8 Haziran 1098’de kaleden huruç hareketi yaptılar. Gürboğa’nın müttefiki Şam Meliği Dukak ve Gürboğa’nın kendilerine hüküm edeceğinden korkan diğer emirler Gürboğa ordusundan ayrıldılar. Kalan ordu büyük bir mağlubiyete uğradı.

 

Haçlılar Antakya’yı aldıktan sonra bir müddet burada kalarak at, yiyecek ve iașe tedariki için uğraş verdiler. Bu tedariki sağlamak için yakınlarda olan Arap yerleşkelerine saldırılarda bulundular. Bu saldırların birisi Maarratu’n-Numan’a yapıldı. Neticede şehri eline geçirerek bir katliam yapmaya başladılar ve Haçlılar burada yaklaşık 20 bin kişiyi öldürdüler. Daha sonra şehirden ayrıldılar. Haçlı kronikleri burada Haçlıların ölen Müslümanların bedenlerini yediklerinden bahsetmiştir.(Peters, Edward (1998) The First Crusade: The Chronicle of Fulcher of Chartres and Other Source Materials University of Pennsylvania Press, s. 84.) Haçlılar Müslüman yetişkinleri kaynatıp çorba yapmak, Müslüman çocukları şişe geçirip ateşte pişirmek ve yemek dahil olmak üzere son derece korkunç bir saldırı gerçekleştirdiler. Bu dönemdeki Haçlı yamyamlığı hem Frank hem de Arap raporları tarafından doğrulanıyor. Mesela Caenli bir Frank görgü tanığı, haşlama ve kızartma vahşetini rapor etmiş. Maarra’nın fethedilişi sırasında orada olan Aixli Albert şöyle yazmış: “Bizim bölüklerimiz sadece ölü Türkleri ve Suriyelileri yemekten küçülmediler, aynı zamanda köpekleri de yiyorlardı!”. Abd’l-Ala şehri ise Ocak 1099’da yapılan hücumdan sonra tamamıyla yakılıp yıkıldı; kalesinin taşları bile teker teker sökülüp şehir ortadan kaldırıldı. Birçok Arap şehri ise elçiler ve hediyeler göndererek Haçlıların her isteklerini yerine getireceklerini belirttiler.

 

13 Ocak’ta Antakya’dan ayrılmaya başlayan ana Haçlı ordusu 5 Temmuz’a kadar Antakya’dan Lübnan, Batı Suriye ile Filistin’den geçerek Kudüs’e vardı. 5 Temmuz 1099’da Kudüs surlarının önlerindeydiler. Kudüs şehri İftikar-El-Devle komutasında Fatimiler’ce savunuluyordu. 15 Temmuz’a dek yapılan saldırılarda başarılı olamayan Haçlılar, komutan Raymond Saint Gillies tarafından Fatimi kale komutanına bir haberci ile teslim olursa kendisi ve ordusu için serbestçe Kudüs’ten ayrılma izni verileceğini bildirdi. İftikar el-Devle bunu kabul etti. Teslim olup şehir kapılarını açtı. Haçlılar bu kez sözlerinde durdular. İftikar El-Devle, halkı bırakıp ordusunu alarak 15 Temmuz akşamı Kudüs’ten ayrılarak Askelon kalesine gittiler. Kudüs Haçlılar eline geçti. Haçlılar amaçlarına ulaşmışlardı, rüyaları, hayalleri gerçek olmuştu. Sonra ne oldu?  Tapınak Tepesi ve civarında 15 Temmuz 1099 günü öğleden sonra, akşamüstü ve ertesi sabah Haçlı ordusu mensupları Kudüs’te bulunan bütün Müslümanları ve Yahudileri öldürmeye başladılar ve büyük bir katliam gerçekleştirdiler. Kudüs’de Latin Krallığı kurulduğu ilan edildi.

 

Krallığın başına Cüzzamlı lakaplı IV. Baudouin(1161-1185) geçti. Baumond ise, Antakya Prensi unvanıyla, kendi prensliğinin başına geçti. Ancak Baumond kısa bir süre sonra Türk kuvvetlerinince yakalandı ve Antakya da yeniden Türklerin oldu. Antakya prensinin kurtarmak için gönderilen kuvvetlerin hepsi Türkler tarafından ya püskürtüldü, ya da yok edildi. Türklerle Haçlılar arasındaki mücadele bundan sonra, ancak Haçlıların Anadolu topraklarından geçmeleri sırasında yapılan muharebelerle sınırlı kaldı. Haçlı seferleri aralıklarla 1270’li yıllara kadar sürdü. Ancak, 1187’de Selahaddin Yusuf bin Eyyub “Selahattin Eyyubi”nin (1138-1193) Kudüs’ü geri alıp Latin Krallığına son vermesinden sonra Haçlıların Orta Doğuda ancak kısmi başarılar sağlayabildikleri görüldü. Haçlı seferlerinin en başarılı sonucu, Akdeniz ticaretini Müslümanların hegemonyasından kurtarmak oldu. Avrupa’daki ticaret canlanırken, İslam dünyası giderek geriledi.

 

Birinci Haçlı Seferi Hıristiyanlar ve modern tarihçiler tarafından çok başarılı olduğu kabul edilmektedir. “Baronların Haçlı Seferi” safhası çoğu Frank asıllı Hristiyanların Kudüs’ü ellerine geçirmeleri ile sonuçlanmıştır. Bu Haçlı Seferi’nden sonra Selahaddin Eyyubi’nin 1187 yılında Kudüs’ü geri almasına kadar Hristiyanların elinde Kutsal Kudüs Devleti başkenti olarak kaldı. 1100 yılında Anadolu güneyi, Suriye, Lübnan ve Filistin’de Hıristiyan Haçlı Frank asıllı hükümdarları olan dört Haçlı devletinin kurulmasına yol açmış oldu.

 

İnsanın acaba Anadolu Selçuklu Sultanı I. Kılıç AslanHaçlılar’ın ciddi bir tehlike olabileceğini hesap edebilseydi ve 1097 ilkbaharında bütün ordusu ile Ermeni Gabriel’in elinde bulunan Malatya’yı kuşatmaya gitmeyip Haçlılarla savaşa hazırlansaydı ve de onları durdurabilseydi, tüm bu yukarıda verdiğimiz kaybedilen şehirler, binlerce Müslüman ve Yahudi katliyamı olur muydu, İznik, Şanlıurfa, özellikle Kudüs Hıristiyanların eline geçer miydi diye sormaktan kendini alamıyor.

 

Neyse biz devam edelim..

Haçlılar ile Türklerin daha sonraki karşılaşmaları Osmanlı İmparatorluğu döneminde oldu. Osmanlıların doğu Avrupa’da sürekli topraklar almaları ve Viyana’ya kadar ilerlemeleri Avrupa’yı, kutsal topraklara yönelik heveslerinden tamamen vaz geçirdi ve Hıristiyanlar kendi topraklarını koruyabilmek için Osmanlı ordularına karşı tamamıyla Haçlı zihniyeti ve dayanışması içinde hareket ettiler.

 

Osmanlılara karşı savaşlar, ilk tohumları Kudüs Latin Krallığında atılan dini-askeri Şövalye Tarikatlarının önderliğinde yürütüldü. Bu tarikatlardan Templiyeler 1312 yılında dağıtıldılarsa da, varlığını günümüze kadar sürdüren Rodos Malta Hospitalier” Şövalyeleri, Osmanlı güçleri ile 18. yüzyıl sonuna kadar mücadele ettiler.

 

  • Hospitalye Şövalyeleri ya da Aziz Yuhanna Şövalyeleri tarikatı 1070 civarında kurulmuş bir şövalye tarikatıdır. Sonradan ismi Rodos Şövalyeleri, çok sonralarıysa Malta Şövalyeleri olarak anılmıştır. İlk Başefendisi 1100 civarlarında seçilmiş olan Peter Gerard idi.

 

İsmaililer ile Templier Şövalyeleri arasındaki ilişkiler

Haçlı orduları geleneksel olarak beraberlerinde, yollarda çeşitli tahkimleri gerçekleştirmek ve nehirler üzerinde köprü inşa etmek üzere (bir nevi istihkam taburu) manastır dernekleri “Gilde”ler üyelerini götürüyorlardı. Roma lejyonları da, Gildeler’in ana kaynağı olan Collegia inşaat loncaları üyelerini, aynı amaçla birlikte sefere götürürlerdi. Ordunun hareket kabiliyetini çok artıran bu sistem sayesinde Gilde mensupları rahipler, zorlu yolculukları sırasında Bizans’ta Ortodoks Collegialar mensupları ile, Türkler arasında güçlü olan Ahilerle ve son olarak da İsmailli kuruluşu Fütüvve mensuplarıyla karşılaştılar. Bu karşılaşmalar Gilde’lerin, doğudaki Batıni meslek loncaları ile giderek benzeşmelerini sağladı. Bu benzeşmede Gildelere en büyük etkiyi, İsmailliler ile son derece iyi ilişkiler içinde bulunan Templiye Şövalyeleri yaptı. Templiyeler, emirleri altındaki Gilde mensuplarının bünyelerindeki Ezoterik öğretiyi daha da geliştirmelerini sağladılar. Avrupa’ya dönen Gilde mensupları da, aynı örgütün Fransadaki nispeten laik benzeri olan Confreries‘de (kardeşlik) benzeri gelişmelerin oluşmasına neden oldular.

Templiye Şövalyeleri 1118 yılında “İsa’nın Fakir Askerleri” adı altında, San Bernardo Di Chiaravalle adlı bir piskopos ve onun yeğeni Fransız soylusu Şövalye Hugs De Payens ve 8 şövalye arkadaşınca kuruldu. De Payens ve farklı ülkelerden seçilen sekiz Şövalye daha Kutsal Topraklara giden Hıristiyan hacıları kafirlerden korumak ve muhtaç kimselere yardım etmek amacıyla 1119 yılında Kudüs’e gittiler.

 

Kudüs Hıristiyanlar tarafından, Fatımilerin elinden alınmıştı. Ancak Fatımiler bunu büyük bir kayıp olarak görmediler. Aksine, Müslümanlığın en az Katoliklik kadar tutucu kesimi olan Sünnilerle savaştıkları için, Hıristiyanlarla ittifaka girdiler. Kudüs’ü geri alabilmek için Haçlılarla savaşanlar Sünnilerdi, çünkü Kudüs onlar için de kutsal bir şehirdi. Fatımilerin günümüzdeki ardılları olan Dürziler, mezhebe ait ritüellerde Haçlılarla Batıni Müslümanlar arasındaki dayanışmanın örneklerini göstermektedir. Bu mezhebin bünyesindeki Hıristiyan kökenli bazı inanışların altında da söz konusu işbirliği yatmaktadır.

 

Selahattin Eyyubi’nin 1171 yılında Fatımi devletine son vermesi, Sünni iktidarla sürekli mücadele içinde olan İsmailliler ile Haçlıların dayanışmasını daha da artırdı. İsmailliler’in en radikal kolu olan Hasan Sabbah fedaileri ile, Haçlıların önde gelenleri Şövalyeler arasında zaman içinde özel bir bağ oluştu.

 

Kudüs’e gelmelerinden sonra, Kral Baudouin II tarafından Süleyman Mabedini korumakla görevlendirilen ve mabedin yerinde M.S. 540’da Bizans İmparatoruJüstinyanus tarafından inşa edilmiş bulunan kilisede kendilerine yer verilen “İsâ’nın Fakir Askerleri”, yeni görevleri nedeniyle isimlerini değiştirdiler ve “Knights Templar” (Mabet Şövalyeleri) adını aldılar. Bir süre sonra bu Şövalyelere ve örgütlerine kısaca “Templiyeler” denilmeye başlandı.

 

(II. Bölümün Sonu)

HUGUES DE PAYENS
I. KILIÇ ARSLAN
SELAHADDİN EYYUBİ
SELAHADDİN EYYUBİ I
BAUDOUIN II
DORILEON SAVAŞI
IV. BAUDOUIN (CÜZZAMLI)
IV. BAUDOUIN (CÜZZAMLI) I
TEMPLIER ŞÖVALYESİ
ALEKSIUS I
ASSASSIN
HAÇLILAR

Trả lời

Email của bạn sẽ không được hiển thị công khai. Các trường bắt buộc được đánh dấu *