1885 yılının yağışlı bir Mayıs sabahı, 22 Mayıs.. Günlerdir süren doğadaki ilkbahar coşkusu o sabah beklenenin aksine yerini soğuk bir rüzgâra ve sıkı bir sağanağa bırakmıştır. Ak saçları tüm çehresini kaplamış 83 yaşındaki adam, odasının hemen önündeki yardımcılarına seslendi. “Gelin, gelin ve beni camın önündeki koltuğuma oturtun.” Yardımcıları kısmi felçli ve hasta olan bu yaşlı adamın sözlerini ikiletmediler. Kollarına girerek kendisini tüm Paris’i, Champs-Elyséés’yi, ölümünden iki sene sonra inşasına başlanacak olan Eiffel Kulesinin o zamanlar park olarak kullanılan Champs de Mars’ı, Jardins des Tuilleries, L’arc de Triomph, la Place de Charles de Gaulle’ü gören vitraylı camın önündeki özel koltuğuna yerleştirdiler. Yaşlı adam yorgun ve artık görmekte zorlanan, yarı kapalı gözleriyle bir süre cama vuran, tutunamayıp kayan yağmur damlalarını seyretti. “Bulutlar simsiyah, ne karanlık bir gün” diye geçirdi aklından. Zorlukla da olsa sağ eliyle saçlarını, sakalını düzeltti, sırtındaki robe de chambre’ına da bir çeki düzen verdikten sonra en sadık yardımcısına seslendi. “Paul, est-elle ici?” (Paul, o burada mı?) “Certainement Monsieur,toute la nuit Madame était ici. Elle dormait sur votre fauteuil. Maintenat elle est au lavabo, elle fait son maquillage.” (Elbette Mösyö, Madame bütün gece buradaydı, başınızdaydı. Koltuğunuzda uyudu. Şimdi lavaboda, makyajını tazeliyor. Hemen gelecek.) Yaşlı adamın aldığı cevaptan son derece mutlu olduğu anında yüzüne yayılan huzur ve tebessümden anlamak son derece kolaydı. Juliette’i her zaman olduğu gibi yine yanındaydı. Koltuğunda son bir gayretle toparlandı, sevgilisinin kendisini güçlü görmesini istiyordu. Yağan yağmur alındaki Paris’i, geniş caddede yürüyen insanları, atlı arabaları, şemsiyeleri seyretti. Biraz sonra salona gelen Juliette, camın önündeki koltukta başı hafif yana kaymış sevgilisine doğru elinde bastonuyla ağır adımlarla yürüdü. Yanına vardığında öylece kalakaldı, gözlerini iri iri açmış olarak. Salonun diğer köşesinde kendisini endişeyle izleyen yaşlı adamın sadık yardımcısı Paul’e döndü ve gözyaşlarıyla “Malheureusement” (Maalesef)diyebildi. Başta Paul olmak üzere tüm odada bulunanlar koştular. Evet bir devir sona ermiş, büyük bir isim kayıp gitmişti bu dünyadan. Paul, hıçkıra hıçkıra ağlayan kadının kollarına girerek kendisini kaldırdı. “Teşekkürler Marie dedi, yaklaşık iki yıldır rolünü iyi oynadın.” Gerçekten de alt kat komşusu olan ve Deha’nın 2 yıl önce yaşamını yitirmiş sevgilisi Juliette Drouet rolünü oynayan bu kendisi de eski tiyatro oyuncusu kadının soyadı asla bilinemeyecekti. Paul ve diğerleri yaşlı adamı yavaşça kaldırıp yatağına taşıdılar. Az sonra kapı açılacak ve dışarıda günlerdir haber bekleyen gazeteciler içeri alınacaktı.
Evet, sevgili okurlar, yukarıda kısaca son anlarını anlatmaya çalıştığımız büyük şair, yazar Victor Marie Hugo 26 Şubat 1802’de Besançon, Doubs’da doğdu. (Besançon, Fransa’nın doğusunda bir komündür. Doubs departmanında ve Franche-Comté bölgesinin başkentidir. Saatteknolojisine uzun bir dönem ev sahipliği yapmıştır) Liseyi bitirdikten sonra kendini tamamen edebiyata verdi 1824 yılında Fransız Romantiklerin yayın organı La Muse Française(FransızSanat Tanrıçası) dergisini kurdu. 1827’den başlayarak tüm sağlığı boyunca sürekli yazdı. III. Napolyon döneminde (1852-1855) ve daha sonraları ömrünün önemli bölümünü sürgünlerde, göz altında geçirdi. Napolyon ordusunda general olan babası sayesinde çocukluğu Alplerden Akdeniz’e kadar pek çok ülkeyi görme fırsatı oldu. Eğitimin ilk yıllarını İspanya’da bir aristokrat okulunda tamamladı. Soylu olmadığı için arkadaşları tarafından dışlanan Hugo ilerki zamanlarda aristokratlara karşı büyük antipati duyacaktır. Paris Hukuk fakültesine kaydolmasına karşın gerek ülkedeki karışıklıklar, gerekse maddi durumundaki güçlükler nedeniyle üniversiteyi bırakmak zorunda kaldı ve tamamen edebiyata döndü.
Adele Foucher, Hugo’nun çocukluk aşkıdır. Bu ilişkiyi bir türlü onaylamayan annesi Sophie’nin 1821’de vefat etmesiyle, Hugo ilk göz ağrısı Adele’le evlenecektir. Yıl 1922. İlk Çocukları Léopold kısa bir süre sonra yaşamını yitirir. Ondan bir sene sonra doğan kızlarına, kaybettikleri çocuklarının anısına Léopoldine adını verdiler. 1926’da Charles, 1928’de François-Victor ve onu da 1830’da Adele takip etti. En sevdiği kızı Léopoldine henüz 19 yaşında kocasıyla Seine Nehri üzerinde dolaşırlarken, geminin alabora olması sonucunda hayatını kaybetti. Bu elim kayıp ünlü yazarı çok büyük bir bunalımın içine itti. Bu süreçte kızı için sayısız duygusal şiirlere imza attı. (A Villequier ve Demain A l’Aube bu duygu yüklüşiirlerden yalnızca ikisidir) Felaketler bununla da bitmeyecektir. 1868’de çocukluk aşkı, eşi Adele’i kaybetti. 1872 yılında, birkaç yıl önce evlenmek üzere Amerika’ya kaçan küçük kızı Adele aklını yitirmiş bir vaziyette Paris’e döndü, bundan sonraki yaşamını artık akıl hastanesinde geçirecekti. 1871 yılında kaybettiği büyük oğlu Charles’dan sonra, kalan son evlatları François Victor’u 1873’de yitiren Hugo artık yapayalnız kalmıştı. Artık O’nun tek tesellisi 50 yıldır asla kendisini yalnız bırakmayan ve her daim yanında olan “gizli aşkı” Juliette Drouet idi.
Şimdiii… Bu gizli aşka çoğu yabancı yazar “metres” kelimesini kullanmıştır ki bence bu tanımlama Juliette için çok ağır, yakışıksız ve de acımasız olmuştur. Onlarınki muazzam, çok büyük bir aşktı. Bazı kalpler hayata bakışı, dönemin değer yargılarının uçlarında yaşarlar. Hele sanatçılar, yazarlar. İnsanın bir şey üretmek için cayır cayır yanan, tutuşan bir kalbi olmalı. Hugo gibi bir yazarı Hugo yapan, O’nu gelmiş geçmiş en büyük yazarların ilk sıralarına yerleştiren işte bu tutkulu aşklarıydı. Siyasi mücadeleler, hapislerde geçirilen zamanlar, kaybedilen eş, çocuklar tüm bunlara dayanmak sıradan bir insan için elbette çok zordu. İşte Juliette bu zor zamanlarında sevgilisinin hep yanında oldu. İşte bu nedenle izninizle Juliette Drouet’den az da bahsetmek istiyorum.
“Ünlü Fransız ozanı Victor Hugo otuz yaşındayken, Lucrèce Borgia piyesinde başrol oynayan kadın oyuncu Juliette Drouet ile tanıştığında, şiirleri ve tiyatro oyunlarıyla zaten herkesçe tanınıyor, biliniyordu. İlk görüşte kapıldıkları bu yıldırım aşkından elli yıl sürecek bir aşk ilişkisi doğacak, Victor Hugo hayatı boyunca en dokunaklı şiirlerini Juliette için yazacaktır.
Ruhum kalbini sevdi diye yazar Hugo, Juliette için.
Aşkımın seni rahatsız etmemesi için her şeyi yapabilirim. Sana gizlice bakıyorum. Sen beni görmediğin zaman sana gülümsüyorum, diye kendisine yanıt verir Juliette.
Juliette tüm hayatını Victor Hugo’nun gölgesinde geçirecektir. Gerçekten de evli olan Hugo karısı ve çocuklarıyla birlikte yaşamayı hep sürdürür. Juliette ise sayısız taşınmalar boyunca her zaman âşığının yerleştiği sokağın yakınındaki sokakta oturacaktır. Hugo’ya olan aşkı nedeniyle, onun isteği üzerine tiyatroyu bırakır. Büyük yazarın elyazmalarını kopya eder. Her zaman Hugo’nun ilk okuyucusu ve edebiyat danışmanı olur. Hugo’ya aşk mektupları yazar. Hem de günde birçok mektup. Ona toplam 20 000 mektup yazmıştır. Juliette Drouet birçok şeye dayanmak zorunda kalır. Özellikle âşığının sayısız sadakatsizliğine.(!)
Victor Hugo ve Juliette hayatları boyunca “Yıldönümü kitabı” adını verdikleri kırmızı bir defter tutarlar. Bu deftere her yıl kutlu gecenin yani 16 Şubat 1833 tarihindeki ilk aşk gecelerinin yıldönümünü anmak için bir metin yazarlar. O gün Victor Hugo’nun şöyle bir not yazdığını görüyoruz:
26 Şubat 1802’de dünyaya geldim, 16 Şubat 1833’de senin kollarında mutluluğa erdim.
İlk tarih sadece hayata başlamak, ikinci ise aşka.
Sevmek yaşamaktan daha fazla bir şey…
16 Şubat 1883’de Hugo şöyle yazıyor: Elli yıl aşk, evliliklerin en güzeli.
O yıl Juliette ölür, Victor iki yıl daha yaşar. Juliette’in mezar taşına şunu yazdırır:
Sadece soğuk bir kül olduğum zaman
Yorgun gözlerim gün ışığına temelli kapandığı zaman
Söyle kendine anım kalmışsa yüreğinde:
El ne düşünürse düşünsün, bende onun aşkı vardı!”
Evet Juliette Drouet için şimdilik bu kadar. Kendisi asla sıradan bir insan değildi kesinlikle. Devam edelim kaldığımız yerden. Hugo’nun yaşamı hem mücadele ve haksızlıklara karşı direnişle geçmiştir. Bu önemli ve geniş konuyu başka bir yazımıza bırakıyoruz. 1870’te Paris’e döndüğünde Hugo halk tarafından ulusal bir kahraman olarak selamlandı. Popüleritesine rağmen 1872’de Ulusal Meclise giremedi. Kısa bir zaman zarfı içerisinde hafif bir felç geçirdi. Yukarıda bahsetmiştik, kızı Adèle akıl hastanesine kapatıldı (Hayat hikayesi – The Story of Adele H. filmine ilham kaynağı oldu) ve iki oğlu öldü. Karısı Adèle de 1868’de ölmüştü.
Büyük aşkı Juliette Drouet’nin ölümünden sonra yine pes etmedi. Kişisel kayıplarına rağmen yine de siyasetin içinde yer aldı. Yeni oluşturulan senatoya 30 Ocak 1876’da seçildi. Siyasi kariyerinin son demleri başarısızlıklarına sahne oldu. Partisiyle pek uyumsuzdu ve kısa süre sonra istifa edip senatodan ayrıldı.
27 Haziran 1878’de yine hafif bir felç geçirdi. Şubat 1881’de 79. doğum gününü kutladı. Sekseninci yaşı için kutlamalar yapıldı. Kutlamalar Şubatın 25’inde Hugo’ya bir Sèvres vazosu hediye edilmesiyle başladı. Ayın 27’sinde ise Fransa tarihinin en büyük geçit törenlerinden biri yapıldı. 83 yaşına gelmişti ve zatürreye yakalanmıştı. Ve yorgun kalbi daha fazla dayanamadı ve Fransız ve Dünya Edebiyatlarının bu devi, 22 Mayıs 1885’de Paris’te, âşık olduğu bu sevgilisini paris’iseyrederken durdu. Cenazesinin bir yoksulunki gibi kaldırılmasını vasiyet etmişti. Ancak cenazesi 2 milyondan fazla Fransızın katıldığı muazzam bir devlet töreniyle kaldırıldı. Cenazesi Zafer Takı’nın altına yerleştirildi ve tören tam altı saat sürdü.