Kışın güzel olur mu bilmem ama diğer üç mevsim İstanbul’un o şirin, güzel zenginliği Prens Adaları’na gitmek, orada dolu dolu bir gün geçirmek son derece keyifli olur. Yerli yabancı turistler de bu keyiften doyasıya yararlanmayı çok iyi biliyorlar doğrusu. Bostancı’dan ada vapuruna veya motoruna bindiğinizde son derece zevkli bir yolculuğa başlarsınız. İskeleden ayrılır ayrılmaz içiniz bir hoş olur, hele dalgakıranı geçip de o tatlı serin rüzgârı teninizde hissettiğinizde, sahilden başlayıp dağların tepelerine kadar tabiatı perişan etmiş o beton yığını gözünüze koca bir kıymık gibi batar. Lanet edersiniz, içiniz acır. Ancak bir süre sonra varacağınız o güzel, gürültüsüz, sakin ortamın hayali bu karabasanı aklınızdan alır götürür, o keyifli rüzgârla beraber.
Biz bu güzel adaları başka bir yazımızın konusu olarak bir kenara koyup, asıl anlatmak istediğimiz konuya dönelim, ne dersiniz? İşte yukarıda yaptığımız o zevkli yolculuk esnasında, sahilden 700 metre kadar açıkta, denizin ortasında suyun üzerindeki bazı kayalıklar dikkatinizi çekmiştir. Neyin nesi bunlar diye belki de kendinize sormuşsunuzdur. İşte size bu kayalıkların hikâyesini anlatacağız. İlginç, ilginç olduğu kadar da çoğu İstanbullunun bilmediği bu kayalıkların sırrını.
Günümüzde Bostancı’dan Büyükada’ya vapurla gidilirken iki deniz fenerinin yanından geçilir. İkinci fenere, yöre halkı “Çakar” der. Yazımıza konu olan ve bu kayalıkların gerçek sahibi “Vordonisi Adası” Küçükyalı- Bostancı sahilinin tam karşısında kıyıdan yaklaşık 3 mil kadar uzaklıktaki işte bu ikinci fenerin altındadır. Bu bölgede sahilde otururken de denizde görülen köpüklü alan Vordonisi’yi işaret eder. Bu kayıp adayla ilk tanışmam bundan tam 52 yıl öncesine kadar uzanıyor. Eline geçen herşeyi okuma hastalığımın başladığı yıllara. Okuduğum kolejin hemen bitişiğindeki kiliseye giderdim fırsat buldukça. Kilisedeki muazzam kütüphanenin yanı sıra, duvarlardaki boy boy ve çeşitli portolanlara uzun uzun bakmayı, onları okumayı, çözmeyi severdim. İşte bunlardan birinde o çocuk kafamı kurcalayan bir ayrıntı bir hayli dikkatimi çekerdi. Marmara Denizindeki adaları gösteren bir portolandı bu. Bu haritada olması gerekenden bir fazla “ada” dikkatimi çekerdi. Kınalı, Burgaz, Heybeli, Kaşık, Büyük Ada ve Sedef Adaları. Daha açıkta da Hayırsız ve Yassıada. Ama işte bu “yanlış” çizilmiş portolanda Anadolu kıyılarına yakın bir başka ada daha vardı. Bir gün dayanamayıp ve de cesaret edip okulumuzda eğitmenlik de yapan Yves Danjou’ya sorduğumda, elimden tutup o haritanın karşısına götürüp uzun uzadıya anlatmıştı bu Vardonisi’nin hikâyesini.
– Portolan haritası, 14. ve 15. yüzyıl’da Avrupa’da kullanılan, kıyılar ve limanlara dair bilgiler içeren el yazması denizcilik haritalarıydı. İtalyanca “liman” anlamına gelen porto’dan türetilmiş olan portolano, “kılavuz kıtabı” anlamına gelir.
Alüvyon tabakası üzerinde yükselen adada Doğu Roma İmparatorluğu döneminde Keşiş Pothios büyük birmanastır yaptırmış. Temmuz 1010’da İstanbul tarihinin en büyük depremlerinden biri olur ve Vordonisi adası da bu depremde sular altında kalır. Adanın sakinleriyle birlikte sulara gömülmesi, diğer adalarda yaşayanların deprem korkusunun artmasına sebep olmuş elbette. Ancak yakın zamanda yapılan bilimsel araştırmalarda diğer adalar için böyle bir tehlike öngörülmediği, çünkü diğer tüm adaların granit kayalıklar üzerinde yer aldığı açıklandı. Alüvyon bir tabakada oluştuğu için Vordonisi diğer adalardan jeolojik olarak farklıydı. Nesilden nesile aktarılsa da zamanla bir şehir efsanesine dönüşen Vordonisi, Fener Rum Patrikhanesi’nin MS. 500 tarihli İstanbul haritasının tekrar incelenmesi sonucunda yeniden fark edilmiştir. Haritada İstanbul’a en yakın ve en küçük adanın neresi olduğu sorgulandığında cevap yine Vordinisi olmuş. Kayıp adayı yakın tarihte ortaya çıkaran isim Büyükadalı Dr. Akilla Millas’tır. Denizdeki su seviyesi yükselmeden önce adadaki yapılar çok daha iyi görülebiliyormuş.
Tıpkı diğer adalar gibi Bizans döneminde sürgünlere ve din adamlarına ev sahipliği yapan Vordonisi adasının en önemli yapısı manastırı idi. Bilge lakaplı din alimi Photius (Patrik Fotius) Rum Patriği Ignatios’un görevinden azledilmesi üzerine çok genç sayılabilecek 38 yaşında Ortodoks Rum Kilisesi Patriği oldu. Eski Patrik Ignatios da, günümüzde Küçükyalı’nın bulunduğu bölgedeki bir manastıra sürgüne gönderilir. 858 yılında patrik seçilen Photius, ilk iş olarak bu adaya bir manastır yaptırdı. Rakibi din adamı İgnazsius daha sonra yeniden patrik seçildiğinde ona nispet olsun diye Küçükyalı’daki Satyros Manastırı’nı inşa ettirdi. Photios ve İgnatios farklı zamanlarda ikişer kez patrik seçildi. Biri patrik olunca, diğerinin itibarını sarsmak için elinden geleni yaptı. Bizans’ta o yıllarda yaşanan din ve çıkar kavgalarının meydana getirdiği bu mücadele sonucunda 867 yılında patriklikten azledilen Photios, Vordonisi adasına sürgün edildi ve son 7 yılını kendi yaptırdığı manastırda geçirdi. Photios, kendi halinde bir manastır keşişi iken, erkek kardeşi Sergios’un İmparatoriçe Theodora’nın kız kardeşi ile evlenmesi üzerine, önce Saray’a gelmiş, burada kendisine çeşitli görevler verilmiştir. İki Patrik arasındaki çekişmenin ana nedeni “İkonoklazm”, yani ikona düşmanlığıdır. Kiliselerin içine ikonaların konulup konulmayacağına dair fikir ayrılığına düşmüşlerdir. Yeni Patrik Photios’un ilk işi, Bulgar Kilisesi’ni kendisine bağlamak olmuş; arkadan da uygulamalarını beğenmediği Vatikan’daki Papa’lığa rest çekmiştir. Bu olaydan sonra Hıristiyan dünyası büyük bir bölünme yaşamıştır. Devrik Patrik Ignatios ise Küçükyalı’da Bryas Sarayı’nın kalıntısı üzerine çok güzel bir manastır yaptırmış, bu manastıra Satyros (SatirosManastırı) adı verilmiştir. Bir süre sonra olaylar gelişmiş ve her şey tersine dönmüştür. Bu kez Patrik Photios görevden alınarak Vordonisi Adası’na sürgüne gönderilmiş, yerine de devrik Patrik Ignatios yeni Patrik olmuştur. Anlatılanlara göre Ignatios ölünce, Photios yeniden Patrik olmuş; on bir yıl kadar Patriklik yaptıktan sonra 867’de tekrar azledilmiş ve ömrünün son yıllarını Vordonisi Adası’ndaki manastırında geçirmiştir.
– (İkona “Helence: eikon: tasvir”, Doğu Hristiyan geleneğinde, kutsal kişi ve olayların konu edildiği, duvarlara ya da ahşap levhalar üstüne yapılmış tasvir.)
Salerno Üniversitesi Ortaçağ Latin Araştırmaları Bölümü Öğretim Üyesi Alessandra Ricci, Satyros Manastır’nı araştırırken manastırın ikizinin Vordonisi adasında olduğunu ortaya çıkardı. Günümüzde Küçükyalı, Çınar mahallesi semt camisinin ve muhtarlık binasının yanındaki yıkıntının 9. yüzyıldan kalma Satyros Manastırı veya Bryas Sarayı olduğu belirlendi. Yapıyı 1936 yılında Prof. Dr. Semavi Eyice ortaya çıkarmıştır. İddialara göre, Satyros Manastırı’ndan deniz altına doğru giden uzun dehlizler (yer altı geçitleri) bulunuyor; bu geçitler iki manastırı birbirine bağlıyordu. Tabii bunlar dedikodudan ibaret, o dönemin teknolojisi ile oksijensiz bir şekilde su altında ilerlemek mümkün değildi. Ancak, manastırdan deniz kıyısına gizli çıkış yerleri olan kaçış tünelleri olabilir. Örneğin Beykoz’daki Hünkâr Kasrı’nın gizli kaçış tünelleri gibi…
Zamanla herkesin dikkatini çeken adaya Kültür ve Turizm Bakanlığı da kayıtsız kalamadı. Bakanlığa bağlı arkeologlar Patrik Photios’un sürgün edildiği manastırın izlerini ararken buldukları kiremit parçaları ile umutlandı ve bilimsel araştırmalar derinleştirildi. İlk bulgular Vordonisi Adası’nın günümüzdeki Sedef Adası’ndan daha büyük olduğunu düşündürdü. Bizanslıların ‘Küçük Ada’, Osmanlıların “Manastır Kayalıkları”, günümüz denizcilerinin ise “Dilek Kayalıkları” adını verdiği Vordonisi’nin gizemli tarihini aydınlatmak için Düzce Üniversitesi harekete geçti. Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan alınan yüzey araştırması izniyle batık ada ve çevresinde araştırma yapan sualtı arkeologlarına Büyükadalı Serco Ekşiyan, Volkan Narcı ve Ercan Akpolat da rehberlik yaptı. Sualtı arkeologları Bizans İmparatorluğu döneminde 858 yılında Patrik Photios tarafından yaptırılan manastırın izlerini aradı. Batık Vordonisi Adası’nda yaşam olduğunun en büyük kanıtı sayılan manastırın günümüze kadar ulaşan parçalarını arayan bilim insanları denizin 10 metre derinliğine kadar dalışlar yaptı.
Sualtı arkeologları buldukları kiremit parçalarını incelemek üzere çıkarırken, parçaların o dönemin mimari özelliklerini yansıtıp yansıtmadığının araştırılacağı öğrenildi. Düzce Ünivesitesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Ahmet Bilir, “Çalışmalarımız Patrik Photios’un ömrünün kalan kısmını geçirmek üzere sürgün edildiği söylenen manastırı ve antik dönemin izlerini bulmaya yönelikti. 15 gün boyunca bu izleri araştırdık” şeklinde konuştu.
Bilir, “Ada tahminimizden daha büyük kıyı uzunluğu 5 km’yi buluyor. Yani Prens Adaları içindeki Sedef Adası’yla kıyaslanabilecek büyüklükte. Bulduğumuz kiremit kalıntılarını inceleyeceğiz. Gelecek yıl sığ sismik cihaz ve yan taramalı sonar kullanırsak daha net sonuçlar alacağız. Vordonisi, Türk sualtı arkelojisi açısından oldukça önemli sonuçlar doğurabilir. Bizler haritada “Yıldız Kayalıkları” olarak geçen bölgeyi “Vortonoslar” olarak da adlandırıyoruz” dedi.
Ercan Akpolat rehberliğinde batık adayı gezen sualtı görüntüleme uzmanı Mert Gökalp ilginç bilgilere ulaşmamızı sağlayacak çekimler yaptı. Adayı sualtına gömen şiddetli depremde manastırın yıkıldığı anlaşılırken aradan geçen 1000 yıl içinde üzerinin midye ve diğer deniz kabuklularıyla dolduğu görüldü. Tarih boyunca yaşadığı depremlerle katman katman yığılan ada şu an pek çok deniz canlısının yuvası haline gelmiş. Deniz biyoloğu Mert Gökalp şöyle dedi: “Bu adada karbon 14 ve diğer bilimsel metotlarla bir araştırma yapılarak kayaçların durumunun incelenmesi lazım ki gerçek tarih ortaya konulabilsin. Dileriz bu dalış, birilerinin ilgisini çeker ve batık adaya gereken önem verilir. Adanın kalıntıları üzerinde kestane, midye ve türevi deniz canlıları olduğu için tam olarak ana manastırı görebilmek mümkün olmuyor. Tarihi yaklaşık bin 200 yıllık olan bu adada, bir manastır olduğu biliniyor.”
İşte size yaşadığımız şehrin ilginç zenginliklerinden birinin kısa hikâyesi. Araştırmalar sürüp de yeni bilgilere ulaşılınca elbette sizlerle paylaşacağız.