AKLIMDA CEVAPSIZ SORULAR VII…

AKLIMDA CEVAPSIZ SORULAR VII…
11 Kasım 2020

HZ. YUSUF’UN KEMİKLERİ DE ONLARLA BERABER

Kutsal Kitap’ın yazdığına göre İsra-el kavmi, üç yüz yıl önce öldüğü rivayet edilen Yusuf Peygamberin kemiklerini de almışlardır beraberlerinde. “Musa Yusuf’un kemiklerini yanına almıştı. Çünkü Yusuf İsrailoğullarına, Tanrı kesinlikle size yardım edecek, kemiklerimi buradan götüreceksiniz diye sıkı sıkı ant içirmişti.” (Çıkış, 13:9)

Yahudilerin Mısır’da dedikleri gibi 430 yıl kaldıkları kabul edilirse, 110 yaşında öldüğü söylenilen Yusuf’un ölümünün üzerinde 320 yıl geçmiş oluyor. (Yaratılış 50:26 “Yusuf yüz on yaşında öldü”) Bu arada mezarının nasıl bulunduğu ve bu kemikleri kırk yıl süren çöldeki o zahmetli yolculuk sırasında nasıl taşıdıkları meçhul. Sonra Yusuf’un kemiklerini Yakup’un Şekem’deki tarlasına gömerler. Yakup bu tarlayı Şekem’in babası Hamor’un torunlarından yüz parça gümüşe satın almıştır. (Yeşu, 24:32)

Yusuf’un kemiklerini Şekem’deki tarlaya gömüldüğünü yazmak kolaydır kolay olmasına da, bu anlatı yeni soruları da beraberinde getirmekte. Mesela ne zaman bu gömme olayı gerçekleşmiştir? Neden derseniz; bu Şekem denilen yer Kenan Eli’nde Galile Bölgesi’ndedir. Yani? Yani Şekem’e gidebilmek için önce Kenan Eli’ni ele geçirmek gerekmekte. Dahası Hıristiyanlar İncillerinde Şekem’deki bu tarlayı satın alanın Yakup değil, İbrahim (Avraam) olduğunu yazarlar.

İSRA-EL KAVMİNİN HIZI

Firavun ordusuyla beraber Yahudilerin peşi sıra intikam hırsıyla hızla yaklaşırken, elbette kovaladıklarının da hızına bakmak gerekiyor. Rabb’in kendilerine vaat ettiği topraklara gitmek üzere yola çıkan kavimin durumuna da bir göz atmak, konunun daha iyi anlaşılmasını kolaylaştıracağı için son derece önemli. Yahudi Kutsal Kitap yazıcılarına ısrarla verdikleri beş milyonluk nüfus çok abartılıdır. Bizce ancak bunun onda biri kadar bir Yahudi grubu olmalıdır. Yaya olarak çıktığı anlatılan bu insanlar, elbette eşyalarını da yanlarına almış ve ilkel arabalara yüklemiş olmalılar. Hareketlerini büyük ölçüde yavaşlatması gereken hayvan sürülerinin var olduğunu yukarıda Kutsal Kitap’tan aktarmıştık. Bu zor koşullarda İsrailoğullarının hızı da herhalde son derece yavaş olmalıdır. Neden bu hız konusuna önem veriyoruz derseniz, cevabımız bu süreçte İsrail tanrısının her ne hikmetse firavunu yine “inatçı yaparak” göç edenlerin peşine takılmasını sağladığıdır. “Firavunu inatçı yapacağım, onların peşine düşecek. Böylece firavunla ordusunu yenerek yücelik kazanacağım.” (Çıkış, 14:4)

Bu ayetten de anlaşılacağı üzere, Mısırlıların olduğu kadar, İsrailoğullarının da Rabb’den bir hayli çekeceği vardır. Öyle ya firavunun Yahudilerin peşine düşmesi, binlerce kişinin gece-gündüz, sıcak-soğuk demeden can havliyle, ölüm korkusuyla çölde kaçmaya çalışmasının başlıca nedeni, ayetten de anlaşılacağı üzere Yahudi tanrısının bizzat kendisidir. “Firavunu inatçı yapmasa” kavim rahat rahat Vaat Edilmiş Topraklara gidecekti. Öte yandan, İsrail tanrısı zaten “yüce” değil midir ki, neden hala yücelik peşinde koşarak bu uğurda bazı oyunlara başvurma gereği duysun? Ama anlaşılan durum böyle değildir. Çünkü İsrail tanrısı sözünü tutar; “Rab, firavunu inatçı yaptı. Firavun zafer havası içinde ilerleyen İsraillilerin peşine düştü.” (Çıkış, 14:8) Bir başka gariplik de, Mısır’ın ve dolayısıyla Mısırlıların başlarına gelen bunca felaketlerden sanki haberleri yokmuş gibi davranışlarıdır. Bunu da nereden çıkardınız derseniz cevabı son derece açık. Mısırlılar, bütün bu felaketlerin nedeni olan  İsraillilere herhangi bir tepki göstermemişlerdir. Derinden etkilenmiş olmaları gereken bütün bu belalar olup biterken; İsrail tanrısı Ölüm Saçanlar aracılığıyla bütün ilk doğanları, hatta hayvanları bile öldürürken, Mısırlılar bu felaketlerin nedeni olan İsra-el kavmine yiyecek, içecek, giyecek, altın, gümüş gibi değerli eşyalarını “ödünç “ adı altında da olsa “yolluk” olarak vermek için birbirleriyle yarışmaktadırlar.(!)

Ancak bundan daha garibi de vardır. Bu felaketlerin doğrudan muhatabı olan firavun, elindeki bütün güce rağmen, ne Musa’ya, ne Harun’a ne de diğerlerine hiçbir şey yapmamıştır. Hem de “Gece yarısı Rabb tahtında oturan firavunun ilk çocuğundan, zindandaki tutsağın ilk çocuğuna kadar Mısır’daki bütün insanların ve hayvanların ilk doğanlarını öldürmüş” olmasına rağmen.” (Çıkış, 12:30) Üstelik Kutsal Kitap’a göre o gece “Ölüsü olmayan ev yoktur.” (Çıkış, 12:30) Gariplikler bu kadarla da kalmaz. “Aynı geceÖlüm Saçanlar katliamlarını sürdürürken- firavun Musa ile Harun’u çağırttı ve kalkın dedi, siz ve kavminiz halkımın arasından çıkın gidin.” (Çıkış, 12:31) Bunu yazan Kutsal Kitap sonra şu ayete de yer verecektir. “Halkın kaçtığı Mısır firavununa bildirilince….” İsraillilere “çıkın gidin” diyen firavun, aynı gece İsrailoğullarının “kaçtığını” haber alınca, çok şaşırır(!), küplere biner ve “gitmelerine izin verdiği kaçakların(!)” peşine düşer. (Çıkış, 12:9 ve 14:8) Bu Yahudi yazarları kutlamak gerek.

KOVALAYAN MISIR ORDUSUNUN GÜCÜ

Yukarıda belirttiğimiz üzere, bu amansız kovalamaca Sazlık Denizi kıyılarına dek sürecek ve Firavunun Pi-Hahirot yakınlarında Baal-Sefon karşısındaki konaklamış olan İsrailoğullarına yetişmesiyle nihayetlenecektir. Tevrat’ta bahsedilen bu kovalamacada yer alan “kaçanlar” ve “kovalayanların” askeri gücüne bir göz atmakta yarar görüyoruz.

Kutsal Kitap’ta Mısır’dan Çıkış yapan İsra-el kavminin silahlı olduğundan, hatta sayılarından yukarıdaki paragraflarda bahsetmiştik. Şimdi aynı Kutsal Kitap’ın Yahudileri takip eden Mısır ordusuyla ilgili verdiği bilgilere bakalım. “Seçme 600 savaş arabasının yanı sıra, Mısır’ın sorumlu bütün yöneticileri ile savaş arabaları idi.” (Çıkış, 14:7) Ama Tevrat yazıcılarına bu güç az gelmiş olacak ki, hemen iki ayet sonra fikirlerini değiştirdiklerini görüyoruz. “Mısırlılar firavunun bütün atları, savaş arabaları, atlıları, askerleriyle onların ardına düştüler” diye yazacaklardır. (Çıkış, 14:9) Bu atlılar (süvariler) sözcüğüne bilhassa dikkatinizi çekmek isteriz. “Atlı-süvari” diye askeri bir terim o çağlarda yoktur, çünkü üzengi icat edilinceye kadar ordularda süvari sınıfı henüz kurulmamıştır. Üzengi; MÖ 5. yüzyılda, Türklerin atası olarak kabul edilen İskitler tarafından bulundu.Üzengi sayesinde at sırtında uzun süre kakmak, daha uzaklara gitmek ve eldeki mızrak, ok, kılıç gibi silahları kolaylıkla kullanmak mümkün oldu. (Bkz. Kadeş Savaşı; Mısır Ordusu 2.000 savaş arabası, 20.000 piyade, Hitit Ordusu 3.500 savaş arabası, 37.000 piyade AC.)

Firavunun savaş arabaları iki kişiliktir, hiyerogliflerden biliyoruz. Sürücü ve yanındaki ok atan ya da mızrak taşıyan savaşçı. Bu takipteki sürücülerin de yetişmiş savaşçılardan oluştuğunu var sayalım. Yani 600 savaş arabasında 1.200 savaşçı bulunuyor. Sorumlu yöneticilerin tek kişilik arabalarının sayısını da 600 olarak kabul edelim. Bazı Yahudi tarihçilerin belirttiği firavunun özel muhafız kıtasını da ekleyelim, ulaşacağımız sayı tahminen 6-7.000 kişi civarındadır.

(Bu arada Yahudi tarihçilerin firavunun özel muhafız kıtası hakkında, binek, sayı ve silah donanımı hakkında hiçbir belirgin bilgi aktarmadıklarını eklemeliyiz. Ama bir Mısır yazısında bu özel muhafızlardan bahsedildiği doğrudur. Ancak o kaynaklarda da sayıları ve diğer bilgilere rastlanmamıştır.)

Başka Yahudi kaynakları ise kovalayanların sayısını 700.000 kişi olarak bildirirler. (Bkz. www.sevivon.com) Hatırlarsanız Kadeş Savaşı’nda ancak 20.000 asker çıkartabilen Mısır’ın bu 700.000 askeri nereden bulduğu, eğer bütünüyle uydurma değilse, başlı başına bir merak konusudur. Üstelik koskoca Mısır firavunun neden “izinli kaçakların” peşine düştüğü de anlaşılır bir şey değildir. Gérald Messadié, firavunun “Hiksoslar tarafından kurulmuş Avaris şehrinden Nil Deltasının en doğu ağzında kurulmuş kent Pelusium yakınlarındaki Migdol’a kadar 300 kilometrelik araba geçişine uygun olmayan sarp, bozuk ve dar yolda 600 savaş arabasını koşturmuş olması, hele bu harekâtın gece yapılması olacak şey değildir” diye yazar, Musa adlı kitabının 588. sayfasında. Piyadelerden bu kovalamacada hiç bahsetmeyelim. Fırtına gibi giden savaş arabalarının ardında, koşan yaya askerlerle İsrailoğullarını kovalamak, mizahi yaklaşımdan başka bir şey değildir.

Yukarıda İsrailoğullarının silahlı birliklerinden bahsettiğimiz için aynı konuya yeniden girmeyeceğiz. Anlamaya çalıştığımız husus, kaçan ve de kovalayanın askeri güçlerini irdeledikten sonra aklımıza gelen şu husustur; Neden Mısır ordusu kendilerinden yaklaşık yüz kat daha kalabalık, silahlı ve organize olmuş İsrail ordusunu böyle cesaretle, çekinmeden kovalıyordu? Öyle ya, bu ordunun içinde firavunun sarayına sızıp, ilk doğanın kafasını koparacak kadar gözü dönmüş, güçlü askerler varken. Akıl erdirmek bir hayli güç. Bu kovalamacada akılları kurcalayan başka bir gariplik daha var. Tevrat, Mısır’dan Çıkış 13: 17-18’e baktığımızda, Mısır ordusunun neden daha yakın ve kestirme yol olan Filist bölgesini değil de, sanki İsrailoğullarına kaçacak zaman tanımak istermişçesine çöl yolunu tercih ettiğidir?

Nereye kaçabilirler? İşte burada “mucizeler” devreye giriyor. Mısır’dan Çıkış’ın final mucizesi elbette Hz. Musa’nın o marifetli(!) asasıyla önlerine çıkan denizi ikiye ayırıp İsrailoğullarının geçeceği bir yol açarak, onları karşı kıyıya ulaştırması. Sonrası malum, herkesçe bilinen şeyler. Ancak bu konuları Tevrat’ın Mısır’dan Çıkış bölümünde en ince ayrıntılarına kadar bulduğumuzda, sağda solda anlatılanlarla Kutsal Kitap’ta yazılanların hiç de bire bir uymadığını anlayabiliyoruz. Genelde hemen herkes İsrailoğullarının Kızıldeniz’den geçtikleri konusunda hemfikir. Ancak bu ne kadar doğru?

YAM SUPH (REED SEA – KAMIŞ DENİZİ) Mİ, YOKSA RED SEA (KIZILDENİZ) Mİ?

Kitâb-ı Mukaddes’de de, Kuran’da da Kızıldeniz ismi geçmiyor. Yahudilerin Kutsal Kitabı’nın birçok yerinde mesela Çıkış, 13:18’de “Yam Suph”, İngilizce Reed Sea(Kamış/Sazlık Denizi) veya yine Çıkış,14, 2:9 da olduğu gibi herhangi bir ad verilmeden sadece “deniz” tanımlamasıyla bahsi geçiyor.  Kuran’da da el-Bakara 2/50’de yine adı verilmeden sadece “deniz” denilerekveya el-Enfâl 8/54 “Firavun taifesini suda boğduk” şeklinde bahsediliyor.Oysa o tarihlerde Kızıldeniz’den Mısırlılar Büyük Yeşil, Araplar Bahrü’l Kulzüm, Grekler Erythra Thalassa gibi isimlerle bahsediyorlar. İsrailoğulları da Yam Sup yani Kamış/Sazlık Denizi ismini kullanıyorlar. İsrailoğullarının Mısır’dan çıktıktan sonraki rotaları da tartışmalıdır. Tevrat’ta anlatıldığına göre, Goşen’de toplanırlar, Sukkot Bölgesine oradan Etam’a geçip konaklarlar. Sonra oradan da ayrılıp Baal-Sefon’un doğusundaki Pi-Hahirot’a dönerler ve Migdol yakınlarında konaklarlar. Pi-Hahirot’tan ayrılıp denizi geçip çöle geçerler. Her şey son derece açık, detaylı, takibi, anlaşılması kolay değil mi?

Bu arada Goşen’in tam olarak nerede bulunduğunun da bugün bile hala kesin olarak bilinemediğini, sadece Nil Deltası’nın kuzeyinde, Sina Yarımadası’na yakın bir bölge şeklinde ifade edilebildiğini sözlerimize ekleyelim. Yine bazı araştırmacılarının iddialarına göre Goşen bölgesi Mısır’ın kuzeyine düşen ve Nil nehrinin, Akdeniz’e doğru delta oluşturarak döküldüğü verimli bir mevkidedir. Aynı zamanda “Kenan” diyarı ile Mısır arasında bir geçiş bölgesi olarak önemli bir merkez konumundadır.

Bir önceki paragrafta sorduğumuz sorunun cevabı olumsuz. Hiçbir şey açık, detaylı değil. Değil çünkü Tevrat’ta geçen bu kesin yer adlarına rağmen, bu mevkilerin Mısır coğrafyasındaki tam karşılıkları belirsiz. Yahudi ve Hıristiyan yorumcular, bu adı geçen yerlerle ilgili olarak ihtilaf halindeler. Bunun bir nedeni de İsrail oğullarının geçişine sahne olan denizin hangi deniz olduğunun bile belirsiz olması. Bu nedenle, Pi-Hahirot, Migdol ve Baal-Sefon’un yerleri, İsrailoğullarının denizi geçişlerindeki yerlerin kabullerine göre değişime uğramaktadır.

Bu Kızıldeniz’in yarılması mucizesiyle ilgili çeşitli senaryolar bulunuyor. Akla en yakın olanı İsrailoğullarının Kızıldeniz’in kuzeyindeki Tanis Gölü’nün dar ve sazlık bir bölgesi olan Sazlık Denizi’den (Yam Sup)’tan geçmiş oldukları.. Bize de bu senaryo mantıklı geliyor. Çünkü bu denizin Baal-Sefon’a çok yakın, sığ ve oldukça sazlık olması ve de fiziki özelliklerinden med cezire uygunluğu bizi bu düşünceye itmekte.  

Şu önemli bilgiyi de aktaralım.. Alman sinemacı, araştırmacı ve bilim adamı Dr. Carl Drews’egöreMusa’nın Kızıldeniz’i yardığı bilgisi, Tevrat’ın bir çevirisindeki hatadan kaynaklanıyor.Hz.Musa zaten Kızıldeniz’i hiç yarmamıştı, buna gerek de yoktu.Between Migdol and the Sea: Crossing the Red Sea with Faith and Science” ismini verdiği kitabında araştırmalarının sonucunu bilim dünyasıyla paylaşan Drews aynen şunları anlatmakta. Antik şehir Tanis’in (Thinis) yakınlarında, Kızıldeniz’in uzantılarından biri sayılan bir göl (ki bu doğal olarak Tanis Gölüdür), nadir görülen şiddette bir rüzgârdan dolayı ikiye ayrılmış ve içinden yürüyerek geçilebilecek bir geçit oluşturmuştu. Yani İsrailoğulları ve Mısır ordusu tam olarak buradan geçti. Sonrası da hikâyeye uygun zaten. Mısır ordusu geçişini yaptığı sırada rüzgâr etkisini kaybeder ve suların Mısır ordusunu yutmasına sebep olur. Carl Drews başkanlığındaki Amerikalı bilim adamlarının yaptıkları deney aynen şöyle..

ABD Ulusal Atmosferik Araştırma Merkezi ve Colorado Üniversitesi’nde hazırlanan bilgisayar simülasyonuna (benzetim) göre, suyun ikiye ayrılması ve bir geçidin açılması mümkün. Uzmanlar, bölgenin haritalarını, uydudan çekilen fotoğraflarını ve de arkeolojik kayıtları inceleyerek mucizenin yaşanmasına olanak verebilecek topografik özellikleri inceledi. Araştırmalar Akdeniz’in güneyinde, yaklaşık üç bin yıl önce Nil Nehri’nden akan suların oluşturduğu Tanis Gölü’nün olduğu bölgede yoğunlaştı.14 farklı bilgisayar modeli, bu bölgedeki yaklaşık 18 metre derinliğindeki suyu, 12 saat boyunca saatte 100 kilometre hızla doğudan esen rüzgâra maruz bıraktı. Simülasyonda rüzgâr, suyu hem göl oluşturduğu havzaya, hem de Nil Nehri’nden aktığı kola itti. Bu şekilde, yaklaşık 4.5 kilometre uzunluğunda düz, çamurlu bir alan ortaya çıktı.

Araştırmacı Carl Drews, Hz. Musa’nın Kızıldeniz’i ikiye bölmesiyle ilgili araştırma kapsamında bilgisayarda hazırlanan benzetimin, dönemin koşullarına çok yakın olduğunu, bu şekilde açılan geçidin yaklaşık 4 saat boyunca suyla dolmadan kalmış olabileceğini açıkladı. Bu doğa olayına, özellikle hızı 120 km/s aşan rüzgârların sebep olabildiği de ifade ediliyor.

Bizce akla ve mantığa tamamen ters olan Kızıldeniz’in Yarılması hikâyesi, seçilmiş halk olduklarına inanan Yahudilerin dini inançlarının iki temelinden birisidir. (Diğeri; Sina dağında Tanrı’nın Musa’ya 10 Emir tabletlerini vermesi, ona da başka bir yazımızda değineceğiz) Ancak Tevrat’ı da İncil’in parçası kabul eden Hıristiyanlar bu görüşte ufak bir revizyon yapma gereğini duyuyor. Kutsal Kitap Tarihi Atlası adlı kitabı incelediğimizde, Yahudilerin Kızıldeniz’den değil Süveyş Körfezi’nin kuzeyindeki göllerin arasından geçerek Sina yarımadasına ulaştıkları kaydedilmiş. Ki bu yol, daha önce bir adam öldürmüş olan Musa’nın Sina’ya kaçarken kullandığı yoldu. Göller civarındaki bataklıklarda bazı Yahudiler ve Mısır ordusundan birkaç asker boğulmuş olabilir. Ama Eski Ahit’e göre İsrailoğullarının peşindeki on binlerce(!) Mısırlı askerin Yehova tarafından denizde boğulması çok daha etkileyici olduğundan, bugüne kadar süregelmiş müthiş bir hayal ürünü bu yarılma olayı.

Çölde geçen bu kovalamaca sırasında çok ilginç, anlaşılması hiç de kolay olmayan, mantığı da bir hayli zorlayan olaylar yaşanıyor yine Tevrat’a göre. Ortada ilginç, açıklanmaya muhtaç öyle çok konu var ki.

Mesela; Firavun, sayısı tartışmalı (ki Mısır’dan Çıkış’ta verilen yarım milyondan fazla İsrailoğlu sayısı yukarıda bahsettiğimiz gibi abartılı) Yahudinin gitmesine kendisi, ailesi ve de Mısır halkına yaşatılan onca felaketten sonra zorla da olsa izin vermiş bir kez. Ya sonra, “Neyse gittiler kurtulduk” diyeceğine neden tüm ordusunu toplayıp peşlerine düşsün ki? Mısır’ın başına gelenleri bir düşünün, suçlu, suçsuz tüm Mısır halkı neler çekmiş. Bizce bu davranışının iki nedeni olabilir. Belki ülkesine ve ulusuna yaşatılan onca eziyetten sonra gaza gelip intikam alma, onları çölde yok etme çılgınlığına kapıldı. Belki de gitmesine izin verdiği bu İsrailoğullarının giderken yerine getirdikleri “Tanrı Emrini-Soygun” içine sindiremedi. Bazı Tevrat yazıcıları, Mısırlılardan alınan bu mücevher, altın ve diğer değerli eşyaların, sahiplerinin istekleri dışında, “zorla” bir tür savaş ganimeti olarak alındığını yazmakta bir sakınca görmezler. (G. Messadié, Musa, sayfa 592) Bu savaş ganimetlerini Mısırlılardan “zorla alan” İsrailliler, kerpiç evlerde oturan, her türlü ağır işlere koşulan ve tarlalarda zorla çalıştırılan “zavallı esir kavim“ İsrailliler olsa gerektir.

Yahudi tanrısının “Mısırlıları soyun” emrini yukarıda detaylı bir şekilde incelediğimizden yeniden girmiyoruz. Ancak Tevrat, Mısır’dan Çıkış, 3, 21:22’de “Mısırlıları soyacaksınız” diyen Rabb’in, Tevrat, Levililer, 19:11’deki “Komşunu gadretmeyeceksin ve onu soymayacaksın, çalmayacaksın ve hile ile davranmayacaksın…” deyişini nasıl bir araya getireceğimizi, nasıl değerlendireceğimizi bilemiyoruz. Eminiz ki Yahudi tanrısına bu birbirine son derece zıt sözleri söyleten Kutsal Kitap yazıcılarının bile bu farklılığa getirecekleri mantıklı bir açıklamaları yoktur. Bizim inanışımıza göre, İbrahimi yani Kitaplı Dinlerde yaptığımız araştırmalar sonucunda, Yüce Yaradan’ın ve O’nun seçkin Peygamberlerinin bu tür bir eylemi (soygun, hırsızlık) teşvik etmeleri asla düşünülemez, imkânsızdır. Tuhaf şeyler anlatılıyor bu Tevrat’ta, garip şeyler. Sanki başka faktörlerden bahsediliyor üstü kapalı. Peki ilerleyen bölümlerde de göreceğimiz gibi, ya tüm bunların yapılmasını isteyen, Musa ve kavmine 40 yıl çölde yol gösteren Tanrı değil de başka bir şeyse?

BULUT SÜTUNU İÇİNDEKİ YAHUDİ TANRISI RABB..

Kovalamacaya geri dönelim. Ne var ki Mısır’ın bu seçme birlikleri, İsrailoğullarının dev göç kafilesini bir türlü yakalayamazlar. Çünkü İsrailoğulları Firavun’un zulmünden kaçarken onlara olağanüstü, garip, anlaşılmaz bir varlık(?) yardım ediyor. “Gece gündüz ilerlemeleri için, Rabb gündüz bir bulut sütunu içinde yol göstererek, geceleyin ise bir ateş sütunu içinde ışık vererek onlara öncülük ediyordu. Gündüz bulut sütunu, gece ateş sütunu halkın önünden eksik olmadı”.(Mısır’dan Çıkış 13:21, 22) “By day the LORD vent ahead of them in a pillar of cloud to guide them on their way and by night in a pillar of fire to give them light, so that they could travel by da yor night.”

Ayette İsrailoğullarının çölde Mısırlılara yakalanmamak için kaçarlarken kendilerini bir meleğin değil de bizzat tanrı Rabb’in öncülük ettiği vurgulanıyor. (Melek sözü yok). Üstelik bu Rabb ne hikmetse gündüz “bir bulut sütunu İÇİNDE”, geceleyin de “bir ateş sütunu İÇİNDE” İsrailoğullarına yol göstermekte. Sizce de tuhaf, garip bir anlatım değil mi bu?

Bulutun içinde bir Yahudi tanrısı. Neden gündüz bir bulut sütunu, geceyse bir ateş sütunu içindedir ki? Gel de Daniken gibi düşünme. Anlatılanların üzerine biraz kafa yorulduğunda bunun alelade bir bulut olmadığını, hatta bulut dahi olmadığını sanki havadaki (uçan) dumanlar çıkaran bir cismin sütuna benzetilerek tasvir edilmiş olduğu düşüncesi oluşuyor kafalarda.  Danikencilere göre yerden izlenen bu sütun bulut(!) aslında koniye benzer bir yapıda olup uçan, parlak bir nesne olmalıdır. Bu cismin gün ışığında bulut kadar ak olmasına sebep olan çıkardığı duman ve parlak metalik yapısı, güneşin ufuktan kaybolmasıyla birlikte semada motorunun ateşiyle, çölün o zifiri karanlığında ateş gibi algılanmasına neden olmaktaydı. Olur bu da olur. Bu satıra kadar neler gördük, neler okuduk, neler anlattık? Tanah’ta bahsedilen, Hezekiel Kitabı’nın ana kahramanı Yahudi Peygamberi Hezekiel’i anımsayalım. Bu kitapta peygamber, ateş ve duman içinde tekerlekli uçan araçlarda Yehova’yla (Rabb) görüşmesini uzun uzadıya anlatmaktadır.

Yahve, Yehova ya da Lord veya Rabb istediği direğin üstünde gidebilir. Çünkü o Yahudi tanrısıdır ama ne yazık ki Rabb’in üzerinde gittiği bu sütün (direk), kafilenin yürüyüş hızını değiştiremez. Ama gelin görün ki, firavunun bu seçkin birlikleri bu kafileyi Kızıldeniz olduğu Yahudi Tevrat yazıcılarınca uydurulan, Sazlık Denizi’nin kıyılarına kadar yakalayamazlar. Çünkü yakalamış olsalar Mısır’dan Çıkış hikâyesi başlamadan bitecektir.

Yazılan senaryo gereğince firavunun savaş arabalı süvarileri İsra-el kavmine ancak “Pi-hairot yakınlarında, Baal-Sefon’un karşısında konaklarken” yetişeceklerdir. (Bu Baal-Sefon Mısır’da değil, Yukarı Galile bölgesinde, Fenikelilerin Sur Kenti yakınlarındadır AC.) Ama Rab, yukarıda bahsettiğimiz gibi kaçanla kovalayan arasına, içinde kendisinin de yer aldığı bir bulut sütunu koyar ve böylece kaçanları korur. Bu arada sırası gelmişken Tevrat yazıcılarının Mısır coğrafyası hakkında maalesef son derece cahil olduklarını da belirtmeden geçemeyeceğiz. Çünkü; Pi-Hairot (doğrusu Pi-HaHiroth) adından da anlaşılacağı üzere Yahudi Encyclopedia’sında “Özgürlük Tepesi” olarak nitelendiriliyor. Oysa bu kelime Mısır dilinden, çünkü o bölge Mısır’a ait, Mısır sınırları içinde ve Mısır dilinde anlamıysa Hiroth (Özlem) Tepesi ya da (Yolların başlangıcı). Bu arada Nil Deltasının kıyıya yakın kesimlerinde Maryût, Edkû, Burullus, Menzile gibi birçok küçük lagünler (denizden kıyı kordonu ile ayrılan göl) bulunmaktadır. Deltanın meydana gelmesinde kalker yapılı birtakım adacıklar mesnet (dayanak) hizmeti görmüş ve nehrin taşıdığı alüvyonlar bu adacıkların aralarını doldurarak seviyeyi yükseltmiştir.

Pi-HaHiroth düz bir alan üzerindedir. Mısır ordusu İsrailoğullarını burada yani dümdüz arazide yakalamış olsaydı, her iki ordu arasında ciddi bir savaş olurdu. Ve de Çıkış kitabının yazarına yazacak bir şey kalmazdı. Orada Musa’nın asasını kaldırmasına gerek kalmazdı, çünkü ikiye ayrılacak bir deniz olmadığı gibi, Mısırlıları boğacak devasa dalgalar da yoktu. Bu durumda İsra-el kavmi, Migdol’un batısında bulunmalıdırlar, yani Şur çölünün hemen kenarında. Bu durumda İsrailoğulları Sazlık Denizi’nin kıyısında değil, çölün ortasında konaklamışlardır. Ayrıca Tevrat’ın dediği gibi firavun, Yahudilere “Pi-hairot yakınlarında, Bal-sefon’un karşısında konaklarken” (Çıkış; 14:9)yetiştilerse neden aralarında bir çatışma çıkmadı, hatta neden İsrailliler Sazlık Denizi’ne doğru aşağıda göreceğimiz gibi ölüm korkusuyla gece gündüz kaçtılar?

Konuyu çabucak geçiştirmek kolay, ama bu tarz bizimkine uygun değil. Biz okurlarımızı anlattığımız konuyla ilgili olarak elimizden geldiğince aydınlatmayı amaçlıyoruz. Örnek olarak şimdi de size 1951 doğumlu Amerikalı Eski Ahit bilgini, Eski Ahit ve Eski Yakın Doğu Tarihi ve Arkeolojisi Profesörü James K. Hoffmeier’in araştırmalarından bahsedeceğiz kısaca. Prof. Hoffmeier’in 1997 tarihli (ne yazık ki biz ancak yeni ulaşabildik)Israel in Egypt: Evidence for the Authenticity of the Exodus Tradition” kitabında, İsrail’in Mısır Çıkışı sırasında izlediği rota ile ilgili yaptığı çalışmaları anlatılıyor.

Profesöre göre, Rameses ve Pitom’dan çıkan İbranilerin ilk durağı Sukkot’dur. (Çıkış 12:37; Çölde Sayım 33:5) II. Ramses’den sonra tahta çıkan 13. oğlu Firavun Merneptah (hükümdarlık yılları MÖ. 1213-1203) dönemine ait ve “Papirüs Anastasi 6” olarak adlandırılan ve halen British Museum’da sergilenen bir belgede oldukça ilginç ifadeler yer almaktadır. Bu belgede, MÖ.13.yy Mısır’ın sınırını oluşturan gölleri (bugunkü Süveyş kanalı bölgesi) geçen Edomlu bir Bedevi kabilesinden şu şekilde bahsedilmektedir: “Tjeku’da (Sukkot) bulunan Mernepta’nın sınır kapısından geçtiler ve sürülerini sulamak için “Pi-Atum (Pitom) havuzlarına yönlendiler.” Bu ipuçları takip eden Prof. Hoffmeier, “Kızıl Deniz” kelimesinin Mısır dilinden türeyen bir kelime olduğuna dikkat çeker ve asıl okumasının “Kamış Denizi” (Yom-Suph) olması gerektiğini vurgular. Aynı şekilde Çıkış 14:2’de geçen “Pi-Hahirot” ve “Migdol” terimlerinin, gölleri birbirine bağlayan “kanal” ve “sınır kalesi/karakolu” anlamı taşıdığını vurgular. Bu tespitlere göre, Kızıl Deniz geçişi bu göllerde meydana gelmiştir. Bu açıklamaları ayetlereyerleştirince, ortaya daha mantıklı ve de açıklayıcı bilgilerin çıkacağı ortada.

Devam edelim.. Önde İsrailoğulları arkalarında Mısır Ordusu çöl sıcağında nefes nefese bir kovalamaca içindedirler.

14; 9’da Firavun ve ordusunun çıkışın dördüncü durağı Acı Göller civarında Pi-HaHirot yakınlarında, Baal-Sefon’un karşısında konaklarken Yahudilere yetiştiği anlatılır.

14; 10, 11 ve 12’de Yahudilerin Mısırlıları görünce korktukları hatta Hz. Musa’ya isyan ettiklerini görüyoruz.

14; 13’de onları sakinleştirmeye çalışan Peygamber 14;14’de şöyle der: “RABB sizin için savaşacak, siz sakin olun yeter.”

Bu Yahudiler Rabb’leri için o denli değerlidir ki, onları korumak için meleklerini göndermek yerine bizzat kendi savaşır(!) firavun ve ordusuyla.

14; 15’de Musa ve yanındakilere sakin olmalarını söyleyen Rabb, 14; 16’da “Sen değneğini kaldır, elini denizin üzerine uzat. Sular yarılacak ve İsrailliler kuru toprak üzerinde yürüyerek denizi geçecekler” der.

Çoluk çocuk, kadın erkek, genç ihtiyar haftalarca kızgın çölde gündüz kavurucu sıcak, gece de dayanılmaz soğukla mücadele eden, bu da yetmezmiş gibi peşlerinde Firavun ve ordusunu görüp korkan İsrailoğullarına (ki Musa’ya isyan da ederler) Rabb’in yardımı işte yukarıda okuduğunuz ayetteki gibidir.

Rabb, siz denize doğru kaçın, Musa değneğini kaldırıp denizin üzerine uzatacak, siz de denizden yürüyerek karşı kıyıya geçeceksiniz diyor. Peki biraz empati yapalım burada. Tamam biz peşimizdeki bu ordudan kaçışımızı sürdürelim de, bahsedilen deniz nerede? Yüz binlerce insan (Tevrat’a göre) bu denize varana dek ya firavun yetişirse, denize vardık ve karşıya geçtik diyelim, firavunun ordusu da peşimiz sıra geçerse?” diye düşünmezler mi? Öte yandan İsrailoğullarının peygamberlerine ve de Rabb’e o kadar da güvenmediklerini yukarıda verdiğimiz ayetlerden biliyoruz. Bilinmezler, bilinmezler. Oysa Rabb’in onlar için güzel planları vardır var olmasına da garibim kaçaklar nereden bilecekler bu olağanüstü(!) planları..

İsrailoğulları Rabb’lerinden aldıkları sözle, gecenin zifiri karanlığına aldırmaksızın Peygamberleri liderliğinde denize doğru (bizce Kamış Denizi) korku, telaş yürümelerini, kaçışlarını sürdürürler. Koşamazlar çünkü yükleri ağırdır, yaşlılarını, mallarını, hayvanlarını da geride bırakamazlar elbette.

Bu arada Rabb da boş durmamakta, Firavun ve ordusunu çeşitli şekilde “yavaşlatmaktadır.” Neden bir mucize gösterip onları yok etmiyor, durdurmuyor da yavaşlatıyor? İstese daha çölün başında İsrailoğullarının bu amansız düşmanlarını bir şekilde yok edemez miydi? Neyse, öyle yapmak yerine yavaşlatmayı seçiyor firavun ve ordusunu. Nasıl mı? Bakalım neymiş Rabb’in planı. “Sabah nöbetinde Rabb ateş ve bulut sütunundan Mısır ordusuna baktı ve onları şaşkına çevirdi. Arabalarının tekerleklerini çıkardı; öyle ki arabalarını zorlukla sürdüler. Mısırlılar, “İsrailliler’den kaçalım!” dediler, “Çünkü Rab onlar için bizimle savaşıyor”.(Mısır’dan Çıkış 14:19)

Mutlak Rabb, Yaradan anlayışı için biraz garip bir davranış değil mi bu durum? Tekvin Kitabında sözü edilen günahkâr kentler Sodom ve Gomora’yı bir gecede kaldırıp tersyüz ettikten sonra yeryüzüne vurarak yok eden (İncil anlatımı) Rabb ya da Tanrı Melekleri, Mısırlı askerlere bakarak onları şaşkına çevirmek, arabalarının tekerleklerini çıkarmak yerine, mesela bir başka şekilde takipçileri yok edemezler miydi? Kaldı ki koca denizi ikiye ayırma mucizesini(!) gösteren aynı Rabb değil mi? Hele İsrailoğullarının Mısır’dan ayrılmalarına son ana kadar izin vermeyen Firavun ve halkına yaptıklarını göz önüne getirdiğimizde, olayların anlaşılması ve de açıklanması daha da girift bir hal almakta. Ayette anlatılanlara bakılırsa, Rabb Mısırlılarla oyun oynuyor sanki. Ya da bu satırlarda başka değişmeceli anlamlar gizlenmiş olmasın. “Sabah nöbetinde Rabb ateş ve bulut sütunundan Mısır ordusuna baktı ve onları şaşkına çevirdi. Arabalarının tekerleklerini çıkardı; öyle ki arabalarını zorlukla sürdüler. Mısırlılar, “İsrailliler’den kaçalım!” dediler, “Çünkü Rab onlar için bizimle savaşıyor”.

Bu ayeti bir de şöyle yorumlayalım.. “O kaçış kovalamacayla geçen gecenin sabahında Mısır ordusu karşılarında ateş ve dumanlar çıkaran (bulut), yüksekteki (sütun) uçan aracı gördüler ve panik ve korku içerisinde sağa sola koşmaya başladılar. Bu karmaşada arabaları birbirleriyle çarpıştı, hasar gördü ve Yahudilerin tanrısı demek ki buymuş diyerek korkuyla kaçıştılar.” Unutmayalım ki 3500 yıl öncesinde oluyor tüm bu anlatılanlar. Saçma mı? Bizce saçma değil, ateş ve bulut sütunu içerindeki Yahudi tanrısının sıradan bir beşer gibi Mısırlılara baktığını, arabalarının tekerleklerini bu bakışıyla çıkardığı gerçek oluyor da, bizim yaklaşımımız mı saçma?

Devam edelim. İsrailoğulları çölün o zifiri karanlığında Sazlı Deniz’e doğru can havliyle koşmaktalar. Rabb yine yanlarında, onlarla. Ama bu kez bir farkla..

“İsrail ordusunun önünde yürüyen Tanrı’nın meleği yerini değiştirip arkaya geçti. Önlerindeki bulut sütunu da yerini değiştirip arkalarına, Mısır ve İsrail ordularının arasına geldi. Gece boyunca bulut bir yanı karartıyor, öbür yanı aydınlatıyordu. Bu yüzden, bütün gece iki taraf birbirine yaklaşamadı”. (Mısır’dan Çıkış 14:13-20)

O ana kadar Sazlık Denizi’ne doğru korkuyla kaçan Yahudilerin önünde yürüyen Melek bu kez arkalarına geçiyor ve takipçi Mısırlılarla aralarına giriyor. Bitmedi;yukarıdaki ayetlerden içinde Rabb’ın bizzat kendisinin bulunduğunu öğrendiğimiz önlerindeki bulut sütunu o da arkaya geçiyor ve Tanrı’nın Meleğinin yanında, orduların arasında konuşlanıyor. Özetlersek, kaçanlar yani İsrailoğulları önde can havliyle denize doğru kaçıyorlar, onların hemen arkalarında Yahudi Tanrısı ve Melek, kovalayanlarla yani firavunun ordusuyla aralarında.

Toparlayalım, çünkü bu kez işler değişti. Önceki ayetlerde bizzat Rabb İsrailoğullarına yardım ederken, bu kez Tanrı’nın Meleği de devreye giriyor. Anlatıma biraz dikkat etmemiz gerek. Son durumda İsrail ordusunun önünde daha önce tek Rabb varken şimdi iki olağanüstü güç (ilahi güç) oldu; Tanrı’nın Meleği ve bulut sütunu içindeki Rabb. Sazlık Denizi’ne (İbr. Yam Suph) yaklaştıkça, arkadakilerin mesafeyi kapatmakta olduklarını gördüklerinden, her ikisi de İsrailoğullarının arkasına geçip, iki grubun arasına giriyorlar ve böylece Mısırlıların Yahudileri yakalamalarını engellemeye çalışıyorlar. Denize ulaşabilmek için can havliyle koşan İsrailoğullarının yolunu aydınlatırlarken, Mısırlıları çölün amansız karanlığıyla başbaşa bırakıyorlar. Olağanüstü bir plan (!).

Ayetten anlaşıldığı kadarıyla Yahudilerin önünde yürüyüp kendilerine yol gösteren Tanrı’nın meleğiinsan görünümlüdür. Muhtemeldir ki Yahudiler; tipi, giyimi, kuşamı, hatta konuşması kendilerine benzeyen, kendilerinden farklı olmayan bu insan görünümlü meleği yadırgamamışlardı. Aksi halde o güne kadar görmedikleri garip(!) bir varlığı bunca zaman, bu yolculuk süresince fark etmemiş olmaları imkânsızdır.

Verdiğimiz ayetlerde belirtildiğinin aksine adına ne derseniz deyin, Allah, Tanrı, Yaradan, Yehova, Rabb vb., ki biz Allah, Yaradan demeyi yeğliyoruz, haşa öyle herhangi bir şeye binmeye, araç vs. kullanmaya, yani insani sıfatlar, özellikler taşımaya asla ihtiyacı yoktur. O;Muhalefet-ün lil-havadis’tir. (Allah’ın yaratılmışlardan farklı olduğunu açıklayan sıfat)O;İradet’tir. (Allah’ın isteği ile her şeyin emele gelebileceğini anlatan sıfatı)O;Kudret’tir. (Allah’ın her şeye gücünün yettiğini ve O’na kimsenin galip gelemeyeceğini anlatan sıfatı)

Özetle, yukarıda verdiğimiz Tevrat ayetlerinde anlatılan İlahi Güç’ün yani Rabb’in, bizi yaradan ve taptığımız Allah olmadığı açık seçik ortadadır. İslamiyet’te böyle yukarıda anlatılanlar gibi bir Tanrı tasviri olamaz. O; Kün fe yekün” (Ol) der ve olur. Allah’ın kudretinin bir sınırı yoktur.

Peki o halde, o ayetlerde anlatılan Rabb, nasıl bir Rabb’dir ki, peygamberini ve de inananlarına böylesine zorluklar yaratmıştır. Anlattıklarımızı dikkatle bir kez daha okuduğunuzda, burada bahsedilen Rabb’in başka bir şey olduğu anlaşılıyor. Acaba nedir? Bugün bunu bilmemize olanak yok. Ancak tahminde bulunabiliriz. Bizim de bu ayetlerde anlatılan Rabb’in nitelik ve niceliğiyle ilgili bir görüşümüz var elbette. Bu konuyu da başka bir yazımızda, farklı bir başlık altında inceleyeceğimizi belirterek, bu konuyu burada noktalıyoruz.

S O N

ANTİK MISIR ORDUSU II…
ÇIKIŞ
HZ. YUSUF…
YEHOVA.. RABB..
JAMES HOFFMEIER..
HOFFMEIER’IN KİTABI…
RABB????????
YEHOVA… RABB I…
CARL DREWS…
DREWS’IN KİTABI…
MUSA…
ANTİK MISIR ORDUSU I…

Trả lời

Email của bạn sẽ không được hiển thị công khai. Các trường bắt buộc được đánh dấu *