Biri kalkıp size tarih nedir, tarifini yapar mısın? diye bir soru yöneltse mutlaka vereceğiniz bir cevabınız vardır. Herkesin de vardır mutlaka. 2014 yılında Birleşmiş Milletlerin öncülüğünde kurulan bir komisyon, 25 üye ülkeyi kapsayan uluslararası bir araştırma yapmaya karar verdi. Bu 25 ülkede, her ülke bazında belirlenen değişik üniversite bölümlerinden mezun olmuş ya da sadece tarih değil diğer bölümlerde de eğitim gören üniversite talebesi yüz deneğe farklı zaman ve mekânlarda şu soru yöneltildi; Tarih nedir?
Bu cevaplar alındı ve konuyla ilgili uzmanlarca önce ülke bazında sonra toplam olarak değerlendirildi. Sonuç çok şaşırtıcıydı. Tarih; ülkeleri, ulusları, toplumları, kuruluşları etkileyen eylemlerden doğan olayları zaman ve yer göstererek anlatan, bu olaylar arasındaki nedensel bağları, bunların daha önceki ve sonraki olaylarla bağlantılarını, karşılıklı etkilenmeleri, her ulusun kurduğu uygarlıkları, ulusların kendi iç sorunlarını vb. inceleyen bilim dalıdır cevabını kelime kelimesine kimse beklemiyordu ancak buna yakın cevaplar da geçerli sayılacaktı. Cevaplar toplu olarak değerlendirildiğinde tarih bilimini yukarıdaki tanıma yakın bir biçimde tarif edenlerin oranının yüzde 36,4 olduğu belirlendi. Geri kalan yüzde 63,6’lık kesimin ciddi bir bölümü de tarih bilimini genel tanımı yerine kendi ülkelerindeki tarihi bir olayla açıklama yoluna gitmişler. Örneğin bir Fransızın tarih nedir tarifini yapar mısın sorusuna kalkıp 1789 Fransız İhtilalini, bir İngilizin de 1982 Falkland Adaları Savaşını anlatması gibi. Tarih biliminin tarifini yapamasalar bile deneklerce şöyle ya da böyle anlatılanlar gerçek, yaşanmış tarihi olaylar.
Konu Türkiye olunca büyük bir tarihi kültür patlaması (!) çıkıyor ortaya. İstanbul, Ankara, İzmir, Adana, Edirne ve Kayseri’den üniversite talebelerinden oluşan 100 deneğe aynı soru “Tarih biliminin tarifini yapar mısınız?” sorusu yöneltilmiş, diğer 24 ülkedeki denekler gibi. Yine çeşitli cevaplar çıkmış, işte Kıbrıs Barış Harekâtı, İstanbul’un Fethi, Kurtuluş Savaşı gibi. Buraya kadar normal denilebilir ancak sıkı durun yurdumuz deneklerinden yüzde 53’lük bölümü sorunun cevabını Baltacı Mehmet Paşa ve Katerina örneğiyle cevaplamış. İnanılmaz değil mi? Üniversitelerin çeşitli fakültelerinden mezun ya da okuyan her 100 vatandaşımızdan 53’ü Tarih Nedir sorusunu cevaben Baltacı’yla I. Katerina arasında geçtiği (!) anlatılan o gerçek dışı meşhur saçmalıkla cevaplıyor. İnanılmaz bir aymazlık.
Konunun önemine binaen Prut Savaşı’nı (1711) hatırlamamızda fayda gördük. O tarihte Rusya’nın başında otoriter ve yetenekli Çar I. Petro(1672-1725) bulunuyor. Deli Petro diye de anılan Çar, Rusya’nın sıcak denizlere inmesi için Osmanlı engelini aşmayı hedeflemekteydi. Osmanlı Devleti ise Rusya’nın kendi üzerinde kurmak istediği bu baskıyı engellemek amacıyla Padişah III. Ahmet Han (1673-1736) Sadrazam Baltacı Mehmet Paşa (1662-1712) komutasındaki yaklaşık 100.000 kişilik ordusunu (bazı tarihçilere göre 140.000) 9 Nisan 1711′de Rusya üzerine gönderir. Osmanlı donanması da üç yüz altmış gemiyle Karadeniz’e açılarak, Azak Denizi’ndeki Rus donanmasını imha ile Azak Kalesi’ni fethedecekti. Mareşal Boris Petroviç Şeremetev’in (1652-1719) 60.000 kişilik ordusu Prut Nehri kıyısında Falcı Köyünde Osmanlı ordusuyla karşılaşacaktır. Yapılan savaşta kısa sürede yoğun topçu ateşiyle Osmanlı kuvvetleri Rusları ilk günden itibaren yenilgiye uğratmaya başlar. Günlerce süren yoğun Osmanlı bombardımanı Ruslara çok ağır kayıplar verdirir. Bunun üzerine Rusya Başkomutanı Mareşal Şeremetev, Baltacı Mehmet Paşa’dan barış istemek zorunda kalır. İlk barış önerisi Baltacı tarafından kabul edilmemiş ve Osmanlı baskısı daha da sertleşmiştir. Bu esnada Baltacı Mehmet Paşa savaş heyetini toplamış ve Rus başkomutanının kendisinden barış istediğini ve her türlü talebi kabul ettiğini belirtmiştir. Bunun için heyette bulunanların görüşlerini almıştır. Kırım Hanı hariç büyük bir çoğunluk yeniçerilerin uzayan savaştan rahatsız olduğu ve savaşın uzamasının ileride Osmanlı ordusunda sıkıntı çıkaracağı düşüncesiyle bu barış önerisinin kabul edilmesini istemiştir. Bütün bu olasılıkları düşünen Paşa, Rusya Başkomutanı Mareşal Şeremetev’in bir süre sonra yaptığı barış önerisini kabul etmiştir. Ertesi gün ordugâha davet edilen Rus murahhası Pyotr Şafirov ile barış şartları görüşmelerine başlandı ve bir süre sonra da meşhur “Prut Antlaşması” imzalandı. (22 Temmuz 1711) Buna göre; Azak kalesi Osmanlı Devleti’ne geri verilecek, Rusya’nın takip ettiği İsveç Kralı XII. Karl (Demirbaş Karl) ülkesine serbestçe dönebilecek, Rusya İstanbul’da daimi elçi bulundurmayacak ve Lehistan’ın içişlerine karışmayacaktı.
Görüldüğü gibi Osmanlı için başarılı bir antlaşmadır. Ancak Baltacı Mehmet Paşa’nın siyasi rakipleri dönüşte Padişah’a durumu farklı izah etmişler, yok edilmek üzere olan Rus ordusunun Baltacı’nın keyfi hareketleri yüzünden kurtulduğunu anlatmışlardır. Ancak Baltacı’nın Rusların barış önerisini kabul etmesinin temel sebebi ordusu içindeki Yeniçerilerin savaşın uzaması ile huzursuzluk çıkarmaya başlamasıyla ilgiliydi. Böylelikle Baltacı Mehmet Paşa eski otoritesini kaybetmiş, 20 Kasım 1711’de sadrazamlıktan azledilmiş, en yakın adamları ise kellelerinden olmuşlardır.
Bize göre Baltacı Mehmet Paşa ve 1. Katerina arasında anlatılanları hepsi dedikodu ve iftiradan ibarettir. Tarih ancak yazılı olduğu sürece, kayıt altına alındığı sürece tarih olur. Bunun aksi insanları dedikodu, hayal ve de dedikodulara yönlendirir ki bunlardan oluşan tarih asla bilimsel olamaz.
Buradan hareketle tüm bu anlatılanların hayal olduğuna inanıyoruz. Zira;
1. 1711 yılında yapılan Prut Savaşı ile ilgili ne Rus arşivleri ne de Osmanlı arşivleri Baltacı ve Katerina arasında görüşme yapıldığıyla ilgili bir bilgi vermiyor. Yani böyle bir olayla ilgili en ufak bir bilgi söz konusu değildir. Prut Savaşı’nı en ince ayrıntılarıyla anlatan iki tarafa ait ruznamelerden hiçbiri 1. Katerina ile Baltacı’nın buluşmalarından bahsetmiyor.
2. Sultan III. Ahmed devrini dört ciltte tüm teferruatıyla nakleden tarihçi Raşit böyle bir olaya yer vermiyor¸ böyle bir olaydan bahsetmiyor.
3. Sadece Baltacı’nın kabul etmesi ve vereceği kararla barış olmaz¸ olamaz; bu kararı sadece Harp Divanı verebilir. Bir başka deyişle Baltacı’nın tek başına antlaşma kararı verme yetkisi yoktur. Vezirlerden¸ komutanlardan ve diplomatik heyetten oluşan Harp Divanı’nın barışı onaylaması gerekir.
4. Baltacı’nın 1. Katerina’ya yahut altınlarına tamah etmesine esasen gerek de yoktur; zira savaş kazanılınca Katerina nasılsa esir alınacak¸ tüm altınları ile mücevherleri de ganimet olarak ele geçecektir.
5. Baltacı¸ öte yandan rüşveti alır kuşatmayı ise kaldırmazdı. Böyle bir durumda Çar yahut 1. Katerina hangi dünya mahkemesine başvuracaktı? Olayın ve gerçeklerin iyi anlaşılması gerekir.
6. Çar Petro ile 1. Katerina savaş meydanına hiç gitmediler. Petro Mareşal Şermetiyef aracılığıyla savaşı uzaktan yönetti. Savaş meydanında olmayan biri ile nasıl söylenilen iftiralar yaşanabilir?
7. Rus Çariçesi adayı 1. Katerina ile Baltacı Mehmed Paşa’nın buluşmaları¸ tamamen hayal mahsulü ve dedikodudur.
8. Dönemin hiçbir Türk ve Avrupa kaynağında¸ böyle bir iddia mevcut değildir. Prut Seferi’nden hemen sonra Baltacı’yı sadrazamlıktan düşürmek için çalışan İstanbul’daki rakipleri dahi böyle bir iddiada bulunmamışlardır.
Son olarak Tarihe “Çariçe” olarak geçen Katerina bütün bu söylentiler ortaya atıldığı sırada henüz Çar ile evlenmemişti, dolayısıyla henüz “Çariçe” ünvanını almamıştı ve Petro’nun sadece “müstakbel eşiydi.
Bu tür iftiralar¸ onları kendileri gibi zanneden ucuz piyasa romancılarının kaleminden çıkmıştır. Görüldüğü gibi tarihte hiçbir şekilde Baltacı Mehmet Paşa, 1.Katerina görüşmesi olmamıştır.