İLHANLILAR ASTRONOMİDE NASIL ZİRVE YAPTILAR?
Bir kez daha hatırlayalım.. İlhanlılar Devleti, Cengiz Han’ın torunu Hülagû Han tarafından, merkezi Tebriz olmak üzere 1256 yılında Azerbaycan’da kurulan bir Moğol devletidir. Bu bozkır devleti Olcaytu’nun oğlu ve İlhanlı Devleti’nin 9. hükümdarı İlhan Ebu Said Bahadır’ın 1336’da ölümüyle dağılmıştır. Bu bozkır devleti nasıl olmuşta önemli bir bilim dalı olan astronomide bu denli yükselebilmiştir? Şimdi bu konuya biz göz atalım..
İlhanlı astronomisi Ortaçağ bilimine, kültürüne ve medeniyetine önemli katkılar sağlamıştır. Bu durumun ortaya çıkmasında İlhanlıların Ön Asya’yı işgal etmesi ve işgal ettikleri yerlerde işlerine yarayabilecek materyalleri ana merkezlerine taşımaları kayda değer bir rol oynamıştır. Hülağü Han, Büyük Kurultay tarafından İran coğrafyasına yönetici olarak atandıktan sonra Alamut Kalesi’ni ve burada bulunan İsmailileri ortadan kaldırmakla işe başlamıştır. Kale kütüphanesinde bulunan kaynakların/metinlerin bir bölümünü yakmış, geriye kalan ve bilimsel açıdan işe yarayabilecekleri ise Azerbaycan’a taşımıştır.
İlhanlılar, İran’a hâkim olduktan sonra Irak ve Suriye coğrafyasına yönelmişlerdir. Benzer durum Irak ve Suriye coğrafyası işgal edildiği zaman da görülmüştür. Bu sırada Bağdat ve dolaylarında topraklarının büyük bir bölümünü kaybeden ve gücü iyice zayıflayan Abbasiler bulunmaktaydı. Ortaçağ İslam dünyasında bilimsel ve kültürel açıdan iyi bir seviyeye ulaşan Abbasiler, İlhanlı saldırıları karşısında çaresiz ve savunmasız kalmışlardır. Abbasiler yıkıldıktan sonra bu devletin dinamik ve verimli bilimsel mirasına İlhanlılar el koymuşlardır. Bağdat’ı işgal ederek büyük bir yıkım, katliam yapmış ve burada bulunan kütüphaneleri yakıp yıkmışlardır. Ancak Hülağü Han’ın danışmanlarının başta bilim adamı ve filozof Nasîrüddîn Tûsî’nin uyarısı üzerine yüzyıllarca ve büyük çabalar neticesinde toplanan ve Arapçaya çevrilen kıymetli kaynakların bir kısmı yağmalanmaktan, yakılmaktan veya Dicle Nehri’ne atılmaktan kurtarılarak listeleri tutulmuş, bu kaynakların içinden işe yarayabilecekler ayıklanmıştır. Nitekim İran, Suriye ve Irak’ta ayıklanan bu kaynaklar Azerbaycan’a -Merâga’ya- taşınmıştır.
İlhanlılar bir taraftan egemen oldukları bölgelerde ve hâkim oldukları topraklarda bulunan kaynakları ana merkezlerine taşırken, bir yandan da gerek İslam dünyasında gerekse Uzakdoğu’da bulunan bilim adamlarını da Merâga’ya toplamışlardır. İran, Irak, Suriye, Moğolistan ve Çin bölgelerinde bulunan önemli bilim adamlarının, bazen kendi iradeleri dışında zorlanarak, bazen de davet usulü kullanılarak Merâga’ya toplanmaları sağlanmıştır. Bu bilim adamlarının Merâga’ya toplanmasında Hülağü Han, Gâzân Han, Olcaytu Han ve Nasîrüddîn Tûsî’nin önemli rolleri olmuştur. İlhanlı hükümdarları Uzakdoğu ve Çin’de; Nasîrüddîn Tûsî ise Ön-Asya’da bulunan bilim adamlarını Merâga’ya davet etmişlerdir.
İşte bu durum istilacı ve yağmacı oldukları iddia edilen İlhanlıları, bir anda bilim, kültür ve uygarlık çalışmalarının odağı haline getirmiştir. Artık bilim ve kültür çalışmalarının ağırlık ve odak noktası Bağdat değil, İlhanlıların başkenti Merâga olmuştur. Belki de yüzyıllarca sürecek olan bir uğraştan sonra gelinebilecek bilimsel seviyeye Hülağü Han’ın Ön Asya’yı işgali ve Ortadoğu İslam coğrafyasındaki kaynakları ve bilim adamlarını Merâga’ya toplaması ile İlhanlılar daha erken ulaşmışlardır. İlhanlılar döneminde Merâga’ya toplanan bilim adamları arasında çok değerli ve de önemli insanlar bulunmaktaydı. İsimlerinin arkasında kullandıkları nisbelerine (genellikle doğdukları veya geldikleri yer adı)bakılacak olursa bu bilim adamlarının bir kısmının İran coğrafyasından Merâga’ya geldikleri kolayca anlaşılacaktır. O dönem için İran bölgesine bağlı bulunan Buhara’dan Merâga’ya gelen önemli bilim adamlarından biri de Şemseddîn el-Vâbkanavî el-Buharî’dir. Ülkemizde hemen hemen hiç tanınmamasına rağmen Şemseddîn el-Vabkanavî el-Buharî, İlhanlılar döneminde astronomi alanında yaptığı çalışmalar ile bilim dünyasına adını altın harflerle yazdırmıştır.
Devam edelim..
Gregory Chioniades; 1295 yılında önce Trabzon’a ve sonra İran’da Tebrîz’e bir seyahat düzenlemiştir. Bu seyahat sırasında 1295-1296 yılları arasında Tebriz’de İlhanlı sarayında Şemseddîn el-Buharî olarak da bilinen bir kişiden astronomi ve astroloji eğitimi almıştır. Zamanla Konstantinopolis’e geri dönen G. Chioniades, burada astronomi ve astroloji çalışmaları için okullar açmıştır. 1305 yılında Tebrîz Piskoposu olarak atanan Chioniades, Gregory adını alır. Yaklaşık 1310 yılına kadar Tebrîz’de kaldıktan sonra, yaşamının son yıllarında emekli olarak geldiği Trabzon’da 1320’de hayatını kaybetmiştir. (Bkz. Katherine Haramundanis, “Chioniades, Gregor (George)” The Biographical Encyclopedia of Astronomers, Editor: Thomas Hockey, New York: Springer, 2007, s. 229)
Fars Bilim İnsanı ve İslam Filozofu Nasîrüddin Tûsî’nin (1201-1274) kendi adıyla anılan “Tûsî Çifti” > Dairelerin dönüşü, küçük daire üzerindeki bir noktanın büyük dairenin çapı boyunca ileri geri hareket etmesine yol açacaktır ve Şemseddîn el-Vâbkanavî el-Buharî buluşları, Gregory Chioniades üzerinden Bizans’a ve İtalya’ya dolayısıyla Avrupa’ya aktarılmıştır. (Bkz.Kevin Krisciunas & Bel´en Bistu´e, “Where Did Copernicus Obtain the Tools to Build His Heliocentric Model? Historical Considerations and a Guiding Translation of Valentin Rose’s Ptolemaeus und die Schule von Toledo” (1874)”, S. 18)
George Chioniades’in Şemseddîn el-Vabkanavî el-Buharî’den ders aldığına ve onun talebesi olduğuna dair bilgiler için (Bkz. S. Mohammad Mozaffari, “Eclipses In The Middle East From The Late Medieval Islamıc Period To The Early Modern Period. Part 1: The Observations Of Six Lunar Eclipses From The Late Medieval Islamic Period”, Journal of Astronomical History and Heritage, 16 (3), 2013, S. 313; George Saliba, Essay Review: Arabic Astronomy in Byzantium, the Astronomical Works of Gregory Chioniades, S. 211)
13. asırda Bizans’ın, Yunancaya çevrilip Batıya aktarılmakta olan İslam eserlerini, aynı zamanda Latinlerin aracılığıyla anlamaya çalıştığını, böylelikle kendilerinde Batı’ya yönelmek mecburiyetini hissettiklerini görüyoruz. Kaldı ki kendisi Latinlere Yunan kültürünü tanıtmaktan da çok uzaktı.
14. asır da öncekilerden farklı değildi. Bu yüzyılda Bizans’ta Yunancadan Latinceye tercüme yapacak iki dili birden bilenlerin sayısı yok denecek kadar azdı. Bilenler de bu işlerle ilgilenmemişlerdi. Nitekim Belçikalı tanınmış bilim tarihçisi George Sarton(1884-1956) bu duruma üzüldüğünü şu satırlarında belirtir; “Yunanca konuşan bilim adamlarının kendi atalarının görüşlerini yeniden keşfetmek için Arap ve İranlıların tesirine ihtiyaç duyacak kadar aşağı bir seviyede bulunduklarını düşünmek üzüntü vericidir.”(Bkz. G. Sarton. Int. to the History of Science, s.1115)
15. asırda Bizans İmparatorluğu yıkılmanın eşiğindedir. “Bu sıra, Bizans’ta ne bir matematikçiye, ne de bir astronoma rastlamak mümkündür.”(Bkz. Sevim Tekeli, Modern Bilimin Doğuşuna Bizans’ın Etkisi, Ankara 1975, S.100-Vogel’den naklen)
15. asrın ortasında, Konstantinopolis’in Fatih Sultan Mehmet Han tarafından fethi sıralarında, Bizans’ta hiç bir ilim adamı ve filozofun bulunmadığını, bir Yunanlının yaptığı tez çalışmasında da tespit etmek mümkündür. (Vomnilopulos, Essai de Bibliographie critique de La Philosophie Grecque, Sorbonne, Paris, 1951)
TERKEDİLEN İDDİA:
Türklerin Bizans’ın Başkentini fethettikleri sırada, birçok Bizans âlim, bilim adamı ve filozofunun İstanbul’dan İtalya’ya kaçarak Rönesans’ın meydana çıkışında ağırlıklarını koymuş oldukları iddiası, II. Cihan Harbi sıralarında terkedilmeye başlandı. Çünkü asrımızın başından beri devam eden tarihi araştırmalar, bu eski iddiayı terk etmeye zorluyordu bilim dünyasını. Nitekim “Webster’s New İnternational Dictionary” nin 1949 baskınında yer alan bu iddianın bir sonraki baskısında çıkarıldığını görüyoruz.
KİMLER GİTTİ:
Konstantinopolis’in fethiyle birlikte Batı’ya kaçtıkları söylenenlerin sayısı aslında iki elin parmakları kadar. Georgios Gemistos Pléthon, Basilius Bessarion, Georges Scholarius Gennadius, John Agyropulos, Michel Apostolis, Demetrius Chaicandiles, Geroge Aimouetzes, Theodorus Gaza. Şimdi, Bizans’tan İtalya’ya gittiği söylenen âlimlerin bazılarına bir atalım:
a)Gemistus Pléthon(1355-1452-54): Konstantinopolis’te doğmuş, şüpheci bir Ortodoks, uzlaşmaz bir Yeni Platoncu filozoftur. (Bkz. H.Vedrine, Les Philosophies de La Renaissance, paris 1971, S.25)
Devrindeki Platoncuların hocasıdır. Bir süre Edirne’nin Müslüman kısmında yaşadı. Sonraki hayatının büyük bir bölümü Mora yarımadasının güneyinde yer alan Mistra’da geçti. İmparator I. ManuilKomninos’a – Yunanca: Μανουήλ Α’ ο Κομνηνός) (1118-1180) yazdığı “Hatıra”sında “Biz Heleniz” diyor ve Peleponez’in eski vatanları olduğunu en eski Grek kabilelerinin oradan geldiğini söylüyordu. (Bkz. Basile Tatakis, La Philosophie Byzantine, Paris, 1919) Grek ulusunun doğuşuna büyük katkısı olmuştur. O zekâsı ve geniş bilgisi ile prenslerin yanında filozof rolü oynamak istiyordu. 1439 da yazdığı “De Differentiis” isimli eserinde Platoncu fikirlerini açıklamağa çalışır ve Aristo ile Eflatun’un sistemleri arasında birbirine uygulanamayacak, ters düşen zıtlıklar tespit eder. En önemli eseri “Kanunlar”dır. Bu kitapta metafizikçi yanının ağır bastığı görülür. Kendisini en çok uğraştıran konu Tanrı’nın varlığının ispatıdır.
Eflatuncu-Yeni Eflatuncu fikirlere dayanarak Hıristiyanlığı ve Müslümanlığı aşan bir din kurmak için uğraşmıştır. Bu dinin hemen her şeyi kapsaması gerektiğini düşünüyordu ki bu da bir tür paganizmden farksızdı. İtalya’nın Po Deltası’nda bulunan Orta Çağ ve Rönesans’ın önemli kentlerinden Ferrara ve Kuzey İtalya’daki Toskana Bölgesi’nin başkenti Floransa‘da toplanacak kardinaller meclisine katılması için yapılan davet üzerine bu konseye 1438-39 da katılmıştır. Bu durumda Pléthon, Bizans’ın fetihten tam on beş sene evvel, yani Fatih Sultan Mehmet henüz yedi yaşında iken İstanbul’dan ayrılmış ve bir daha geri dönmemiştir. Kaldı ki II. Mehmet Bizans’ı altığında (1453), bu Bizanslı bilim adamı öleli bir sene olmuştu. (1452)
Floransa’da Medicilerin himayesi altında kurulan Platon Akademisinde Platon’un eserIerini Latinceye çevirmeye başlamıştır. Ancak aynı zamanda BatIamyus’un hatalı görüşlerinin canlanmasına sebep olmuştur. Yaklaşık olarak 100-170 yılları arasında yaşadığı kabul edilen İskenderiyeli Yunan matematikçi, coğrafyacı ve astronom Klaudyos Batlamyus’un yanlışlarının Müslümanlar tarafından asırlarca önce düzeltildiği hatırlanırsa, Pléthon’un ilmi gelişmelerden hiç haberi olmadığı kendiliğinden anlaşılır. PIéthon görüşleri sebebiyle Aristocu George tarafından müşrik (pagan) dinini kollamakla suçlanmıştır.
Rönesans hareketinin başlayışı 13. asıra ve daha gerilere kadar gider. Bizans’ta özellikle çöküş döneminde,13. asırda başlayan tercüme faaliyetinden çok daha kuvvetlisinin İtalya’da ve İspanya’da 11. yy.da zaten çoktan başladığını biliyoruz. Bu tercümeler Rönesans’ın asıl kaynağı olan İslam ilim ve tefekkürüdür (düşünce). İslam ilim ve tefekkürünün Sicilya ve Endülüs yoluyla Batı ‘ya geçtiği ilim dünyasınca da kabul edilmiştir. Batı’nın uyanışı aslında Haçlı seferleri ile başladığından, Yunan Klasiklerinin doğrudan Batının ilim dünyasına katacağı pek bir şey yoktu. İlmi ve tefekkürü İslam dünyasından aldıktan çok sonra, Eflatun ve Aristo’dan tercümeler yaparak Yunan kaynaklarına inmek ihtiyacını duyulmuştur.
İtalya’da bu tarz tercümelerin 15. asır ortalarında değil 13. yy. başlarında başladığını görüyoruz. 13. asıra kadar bilhassa Platon ve felsefesi, Müslüman Şarihler (açıklayan, tarif eden, anlatan) vasıtasıyla yayılmaktaydı. Bunu anlamak son derece basit. Çünkü o çağda Aristo, eserlerinin önce Arapçaya sonra Latinceye tercüme edilmiş tek Yunan filozofudur. (Bkz. Madeleine Grawitz, Méthodes des Sciences Sociales, Dalloz, Paris, 1972, s. 33-34)
Pléton ve Théodor Gaza’nın Eflatun ve Aristo’dan yaptıkları tercümeler, ancak önceki faaliyetlere bir miktar katkıda bulunmuştur. Kaldı ki Rönesans’ta Eflatunculuk ve Aristoculuk zannedildiği kadar da etkili olmamıştır. Aristo aleyhtarı hareket daha kuvvetlidir. Aristo ve Eflatun ve onların Ortaçağ Hıristiyan Skolastiğinde (İnanç ve bilgiyi, bilimi, özellikle de Aristoteles’in bilimsel dizgesini kiliseyle uyumlu bir biçimde birleştirmeye çalışan ortaçağ felsefesi) yetişen öğrencilerinin baskısından kurtuluş hareketi olarak Rönesans ortaya çıkmıştır.
Rönesans’ın her cephesinde Naturalizm(Doğalcılık; felsefe, sanat ve edebiyatta doğal dünya’yı temel alan çeşitli akımlara verilen ortak ad) hâkim olduğuna göre Eflatuncu ve Yeni Eflatuncu tercümelerin söylendiği kadar tesiri olmamıştır. Kısaca, Rönesans’ın temellerinin atılması 1453 yılından çok öncelere düşer. (Bkz. M. Gökberk. F. Tarihi,S. 203)
Rönesans’ta Platonculuk somut insanın bir etiği (Etik; doğru davranışlarda bulunmak, doğru bir insan olmak ve değerler hakkında düşünme pratiğidir. A.C.) olarak görünüyordu. (Bkz. H. Vedrine, Les Philosophies de La Renaissance, Paris, 1971, S. 21-22)
b) Trabzonlu Bessarion(1403-1472): Trabzon doğumlu bir kardinaldır. (Katolikliğin başı olan papayı seçen ve ona danışmanlık eden başpapazlardan her biri) Konstantinopolis’de tahsil görmüş, Mora’da G. Pléthon’un derslerini takip etmiş, İmparator J. Palaelog’un Türklere karşı Batı’dan yardım istemek için yaptığı geziye iştirak etmiştir. (Bkz. Sevim Tekeli’nin “Modern Bilimin Doğuşuna Bizans’ın Etkisi”, Ankara 1975, S. 98)
Kendisi Ortodoks iken Katolikliğe geçmiş ve bu uzlaşmanın temayüllerini (eğilim) temsil etmiştir. Bu sebeple Floransa konsülünde birliği savunmuştur. Bessarion; Antik Yunan Felsefesinde rasyonalizm geleneğinin ilk filozoflarından Parmedines‘i (MÖ.505-?) üstün bir Yaratıcıya yönelmiş mistik bir teolog olarak tefsir etmiştir.(Bkz. H. Vedrine, Les Philosophies de La Renaissance, Paris, 1971, S. 21-22)
Hıristiyanlık ile Platonculuk arasında gizli bir mutabakatın varlığına inanmaktaydı. Hocası gibi Bessarion da Platoncu olduğu halde, Aristo’ya karşı daha ölçülü ve yumuşak tenkitler yapmıştır. O da Platon ve Yeni Platoncu felsefe arasında daha çok dini bir ayrılık olduğuna inanıyordu. Her ikisi de kiliseye ve devlete yeni bir temel aramaktaydılar ve bu temelin bu iki felsefede bulunduğuna inanıyorlardı. Bessarion da, 1437’de İtalya’ya davet edilmiş, orada yerleşmiş ve bu süreçte çeşitli tercümeler yapmıştır. Kendinden önce bu ülkeye giden vatandaşları gibi o da, İtalyanların istemesi üzerine “öğretmenlik” yapmıştır. Anlaşılacağı üzere bu bilim adamı Konstantinopolis’in 1453 yılında gerçekleşen Fethinden 15 yıl önce kentten ayrılmış ve bir daha geri dönmemiştir. Ölüm tarihiyle ilgili 1472-1478 arasında çeşitli tarihler verilmektedir.
c)Theodorus Gaza (Gazis)(1398-1475): Bu Grek hümanist ve çevirmen, 15. yüzyılda öğrenmenin canlanmasının liderleri olan Yunan bilginlerden biri olan Aristoteles’in çevirmeniydi. 1430’da Osmanlıların Selanik’i ele geçirmesiyle İtalya’ya kaçtı. (Henry Milner (2009),The Turkish Empire: The Sultans, the Territory and the People. P. 87. “Theodore Gaza, one of these exiles, escaped from Saloniki, his native city, upon its capture by Amurath-II.Murat”)
1440 Aralık ayında Pavia’ya geçip, Yunancadan Latince’ye Archimedis’in notlarını çeviren İtalyan hümanist ve matematikçi Jacobus Cremonensis’le tanıştı. Aristo’cu hümanist bir âlimdir. Romalı devlet adamı, bilgin, hatip ve yazar Marcus TilliusCicero‘nun (MÖ.106-MÖ.43) felsefi makalelerini Yunanca’ya, Antik Yunanistan’da Klasik dönem aralığında yaşamış Yunan filozof ve bilgin Aristoteles (MÖ.384-MÖ.322), Aristo’nun halefi Filozof Midillili Theophrastus(MÖ.371-MÖ.287) ve tıbbın babası olan İyonlu hekim Hipokrat‘ın (MÖ.460-MÖ.377) eserlerini de Latinceye tercüme etmiştir. Diğerlerinden daha felsefi bir tavır takınmıştır.
Hümanizm hareketi (Batı toplumlarının içinde yaşadıkları dünyaya karşı geliştirdikleri yeni bir dünya görüşü, yeni bir felsefe; Rönesans, bu felsefenin ışığında teşekkül eden kültür ve medeniyet sentezi), 14. asıra girerken başlatılmıştır. Döneminin en büyük bilgini sayılan, hümanizmin babası olarak da anılan İtalyan hümanist ve şair Francesco Petrarca(1304-1374), İtalyan yazar ve şair Giovanni Boccaccio(1313-1375) ve İtalyan ozan, edebiyat kuramcısı, ahlak felsefecisi ve siyasetçi, İlahi Komedya’nın yazarı Dante Alighieri(1265-1321) gibi bilim adamlarının bu hareketin başlamasında son derece önemli katkıları vardır. Yukarıda işaret ettiğimiz gibi, Aristoculuk çok önceden de vardı. T. Gaza’nın rolü, Aristoculuğun hızlanmasındaki katkıları bakımından ele alınabilir. Kendisi “De Fato” adlı eserinde Platon’a karşı Aristo’yu müdafaa etmiş ve bunun için Aristoculuğun teolojik delillerini kullanmıştır. Zaruret probleminde Aristo ile Eflatun’un mutabık kaldığı noktada zıt bir durumdan bahsedilemeyeceğine inandığından bu hususta Pléthon’a ve Bessarion’a cephe almıştır. 1475 yılında Napoli Krallığında (İtalya) öldü ve san Giovanni a Piro yakınlarındaki Basilian manastırına gömüldü.
d)Georgios Amirutzis– Amiroutzes(1400-1470): Geç Bizans döneminin tartışmalı şahsiyetlerinden G. Amiroutzes, Pontuslu Rum Rönesans bilgin ve filozoftur. Trabzon’da doğmuş (1400), Rönesans İtalyasında yaşamış ve eğitim almış ve 1470 yılında Konstantinopolis’te ölmüştür. Teoloji (İlahiyat), Felsefe yanında Doğa Bilimleri, tıp, retorik (Belagat, etkileyici ve ikna edici konuşma sanatı) ve şiir konularına hâkimdi. Tüm bunlar kendisine “Felsefeci” unvanını kazandırdı.
G. Amirutzis; 1225-1274 yılları arasında yaşayan, 1322’de Aziz ilân edilen bilgi felsefesi, metafizik, siyaset ve ruhun ölümsüzlüğü konularındaki yorumlarıyla skolastik düşünceye önemli katkılar sağlamış Dominikan rahip Saint Thomascıdır. 1437 de Paleolog VIII ve Kardinal Bessarion’la beraber Ferrara ve Floransa’ya gitmiştir. Orada Ruh’ul Kudüs’ün baba ve oğuldan meydana çıktığı üzerine verdiği tezle şöhret bulmuştur. Medici’nin kurduğu Akademi’de bir müddet çalışmış, 1440 da geri dönmüş, Konstantinopolis’ten Trabzon’a geçmiş, Pontus Rum İmparatoru David Megas Komninos’un başdanışmanlığını yapmış, bu vazifeye 15 Ağustos 1461’de Fatih Sultan Mehmed’in Trabzon Rum İmparatorluğunu yıkmasına kadar devam etmiştir.
1461’de İmparator ile birlikte Sultan’a esir düşmüş ancak kendisini, ilme düşkünlüğünü yakından tanıyınca Fatih Sultan Mehmed’e hayran kalarak onun hizmetine girmiştir. Fatih’e çok bağlı olan bu filozof O’na üç methiye yazmıştır. Diğer taraftan, takipçisi Yunanlar tarafından II. Mehmet ile olan yakınlığı nedeniyle opportunist (fırsatçı), hain ve dönek olmakla suçlanır.
Osmanlı sarayında ayrıcalıklı bir yere sahip olan Amirutzis, II. Mehmet’in Hıristiyanlık ve Greko-Roman Felsefesi üzerine danışmanlarından birisiydi ve Sultan tarafından toprakla ödüllendirilmişti. Bir rivayete göre Padişah ile Hıristiyanlık inançları üzerine yaptığı bir bilgi alış-verişinden sonra Müslümanlığı seçmiştir. Bu din değiştirme olayı kesin olmamakla beraber, Vasil adındaki oğlunun Müslüman olduğu ve Fatih’in emriyle İncil’i Arapça’ya çevirdiği kesindir. (Bkz. A. Adıvar, Osmanlı Türklerinde İlim, İstanbul, Remzi K. 1970, s. 29 (Not: 1), 156)
e)Georgios Kourtesios Scholarius(Gennadius -1400-1473)Bizans’ın Saint Thomas takipçilerinden tanınmış bir filolog ve teologdur. Floransa Konseyine katılmış, birliği savunmuştur. 1454-1464 yılları arasında Konstantinopolis’in Rum Ortodoks Patrikhanesi lideriydi. Aristo’nun fikirlerini savundu. Bizans İmparatoru VIII. IoannisPaleologos (1392-1448)döneminde 1438-1439 yılları arasında Basel Konsili oldu. 1448 yılında İmparatorun ölümünden sonra Georgios; XI.Konstantinos Paleologos(1448-1453) döneminde Bizans’a dönüp Pantokrator Manastırı’nın(Günümüzde Molla Zeyrek Camii olarak anılan, üç ayrı şapelin bir araya gelmesinden oluşmuş 1135 tarihinde ibadete açılmış, Ortodoksların Ayasofya’dan sonra en büyük kilisesi) lideri oldu ve değişmez geleneğe göre yeni bir isim aldı: Gennadius. Fetih’ten sonraki II. Mehmet döneminde 1453-56,58; 1462-63 ve 1464 yıllarında üç kez Patrik oldu. Sultan ile dostane münasebetler kurmuş ve Fatih’in emri ile Ortodoks inancını izah eden bir yazı yazmıştır. Sultan kendisini ikamet ettiği Hazreti-Meryem Kilisesinde ziyarette bulunmuş ve Hıristiyanlıkla ilgili fikir teatisinde bulunmuşlardır. Ayrıca felsefe öğretmeni de olan Gennadius 1473 yılında öldü.
21 yaşındaki Fatih Sultan Mehmet, şehirdeki Bizans halkının sadakatini güvence altına almak düşüncesindeydi. Konstantinopolis’in Türklerin eline geçmesinden rahatsızlık duyan Hıristiyan dünyasında, Fetih öncesi ve sırasında buradan kaçanların da ateşlediği bir kıpırdanma başlamıştı. Hatta Sultan’ın bazı casusları, potansiyel bir Haçlı Seferi hazırlıklarından da söz etmekteydiler. Gerçi o dönemde Avrupa ülkelerinin aralarındaki anlaşmazlık ve sürtüşmeleri gayet yakından takip eden II. Mehmet buna pek ihtimal vermiyordu ancak yine de bazı tedbirler alması gerektiğinin bilincindeydi. Asker yorgundu, yakın gelecekte karşılarına çıkabilecek taze, kalabalık ve güçlü bir ordu her şeyi tersyüz edebilirdi.
Kalan Bizanslılarla arasında bir köprü oluşturabilecek, her iki tarafın da güvenebileceği, Batı’ya (Latin Dünyasına) pek sıcak bakmayan bir isim arıyordu. Ve Latinlere karşı olan Gennadius, bu birliğin sağlanabilmesi için en doğru tercihti. Şehrin fethinden sadece üç gün sonra 1 Haziran 1453’te, yeni Patriğin alayı büyük şaşaa ile şehrin sokaklarından geçti. II. Mehmet’in Gennadius’u nezaketle karşıladı. Böylelikle Gennadius, Osmanlı altındaki tüm halefleri gibi siyasi bir otorite olduğu kadar dini bir otorite haline geldi.
Gennadius, haleflerinin çoğu gibi, eski bir patrik ve bir keşiş olarak günlerini sona erdirdi. Makedonya’daki Serrae yakınlarındaki Vaftizci Yahya manastırında yaşadı ve 1473’te ölene kadar kitap yazdı.
Gennadius Bizans tarihinde önemli bir yere sahiptir. Yazıları onu sadece Batı felsefesinin değil, Yahudi ve Müslüman tartışmalarının üstadı olduğunu gösteriyor. Türkler altındaki ilk Konstantinopolis Patriği olarak başka bir önemi daha var. Bu açıdan Kilisesinin tarihinde yeni bir dönemin başında rol almaktadır; Osmanlı İmparatorluğundaki Ortodoks Hristiyanların durumunu düzenleyen ilkeler, II. Mehmed’in kendisiyle yaptığı anlaşmanın sonucudur.
(Devam edecek)