İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından 7 yılda restore edilen Balat’taki “Demir Kilise“ olarak bilinen Sveti Stefan Kilisesi, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Bulgaristan Başbakanı Borisov ve Başbakan Binali Yıldırım’ın da katıldığı törenle geçtiğimiz günlerde ibadete açıldı. Demir Kilise, Bulgar Ortodokslar için tarihi bir önem taşıyor. Kilise, Osmanlı İmparatorluğu döneminde Sultan Abdülaziz’in fermanıyla inşa edilirken ilk prefabrik yapı ve ilk Bulgar kilisesi unvanlarını aldı. Zemininde görülen kayma nedeniyle zemin ıslahı yapılan kilisenin 3 cephesi güçlendirildi, paslı kolonlar statik projesine uygun olarak çelik kolonlarla değiştirildi, sökülen dış cephe kaplama ve süsleme elemanlarının restorasyonları, astar ve boyaları yapıldı. İç mekân yenileme ve çevre düzenleme inşaatı kapsamında, zemin mermerleri söküldü, projesine uygun olarak yeniden kaplandı. Kilise duvarlarında korozyondan arındırılmak için mekanik temizlik yapıldı. İç duvardaki döküm süsleme elemanları numaralandırılarak söküldü, restore edilip yeniden montajları yapıldı.
Evet buraya kadar yazılanlar hemen herkesin bildiği ya da en azından duyduğu şeyler. Ancak biz bu gerçekten ünlü ve tarihi kilisenin geçmişine yakından bir göz atalım istedik ve düştük yollara. İstanbul Fatih’te, Balat’la Fener semtleri arasında Haliç kıyısında yer alan, Bulgar Eksarhanesi’ne bağlı kilisenin yeri çok kolay.
– Eksarhane; Otosefal Bulgar Ortodoks Kilisesi’nin resmi adıdır. Eksarhlık, 1945 yılında Patrikhane tarafından tanındı ve 1953 yılında Bulgar Patrikliği’ne dönüştürüldü.Bulgar Eksarhane binası, Şişli semtinde, yeşil, bakımlı ve geniş bir bahçenin içinde, günlük gürültüden ve meraklı gözlerden uzak , güzel ahşap bir bina olarak yükselir. 1907 yılında, varlıklı Bulgarların yardımıyla Eksarhlık konutu olarak alınmış ve Bulgar Eksarhanesinin ihtiyaçları için kullanılmıştır.
– Otosefal; Ortodoksluk’ta kendilerine ait bir baş tarafından yönetilen ve kendi kendilerine başpiskopos/metropolit tayin eden Ortodoks kiliselerine ve Doğu Ortodoks Kilisesi’ne verilen addır.
Bulgar Eksarhlığı Ortodoks Kilisesi Vakfı Başkanı Vasil Liaze, büyük incelik gösterip ziyaret talebimizi olumlu karşıladı ve gittik. Bundan sonra okuyacaklarınız kâh Vasil Bey’in anlattıkları, kâh bizim yaptığımız araştırmalardan derlenmiştir.
DEMİR KİLİSE’NİN TARİHİ
1898 yılında İstanbul’da törenle açılan Sveti Stefan kilisesinin mimarlığını Hovzep Anzavur yapmış. İnşası için Tuna Nehri üzerinden İstanbul’a taşınan 500 ton demir parçası, 1891 yılında Viyana’da döküldü. Bulgarların kültürel ve dini bilincinin uyanışını temsil eden kilisede, ilk kez buharlı şahmerdan kullanılarak kilisenin zemini güçlendirildi.
– Şahmerdan;
1. Vurucu ağırlığının mekanik bir biçimde yükselmesi ve düşmesi sonucu dövme işlemi yapan makine.
2. Toprağa iri kazıklar çakmakta kullanılan çok ağır tokmak.
Sveti Stefan Kilisesi, bilinen adıyla Demir Kiliseden, dünyada 3 tane yapılmış, bunlar Arjantin, Avusturya ve Türkiye’de bulunuyormuş. Arjantin ve Avusturya’daki kiliselerin yok olduğunu, sadece Balat’taki demir kilisenin ayakta kaldığını dile getiren Liaze, kilisenin tarihine ilişkin şu bilgileri verdi:
“500 ton ağırlığındaymış kilise. Ufak gemilerle buraya getirilmiş. Komple demirden oluşan bu kilise, vidalarla denizin üzerinde monte edilmiş. Brezilya’da bir ağaç var, bunlar suyun içinde yaşıyor. Kilise, bu ağaçların üzerine monte edilmiş ve açılışı 1898’de yapılmış.”Liaze, denizin üzerinde olması nedeniyle bir süre sonra yapıda korozyon oluştuğuna ve metalin erimeye başladığına değinerek, Haliç’in çevresi düzenlenirken, kilisenin önüne yapılan yol nedeniyle kilisenin üzerine monte edildiği ağaçların su alamadığını anlattı.Liaze,“Oysa kilisenin monte edildiği ağaçlar su ile yaşıyor. Çamur olduğu için de denize doğru kayma meydana geldi. Çevresinin betonla sağlamlaştırılması projesi yaptık. 14 yıl önce başlanan çalışmayla 330 beton kazık çakıldı etrafına, böylece kilisenin kayması önlendi” diye konuştu. Ertesi yıl yapılan ihaleyi Taş Yapı’nın almasıyla restorasyonun başladığını kaydeden Liaze, “En ince detayına kadar parçalar söküldü, tamir edildi, orijinal yerine yerleştirildi. Bütün ana kolonlar değiştirildi ve Demir Kilise 100 yıl daha dayanacak hale getirildi. Kilisenin içinin de restorasyonu yapıldı. İstanbul’daki en güzel kilise seçileceğinden eminiz. Restorasyonun finansmanını İstanbul Büyükşehir Belediyesi üstlendi. Restorasyon 16 milyon liraya gerçekleştirildi. Bunun 1 milyon lirası da Bulgaristan Başbakanının emriyle gönderildi”dedi. Kilise kapanmadan önce ayda 3 bin ziyaretçisi olduğunu aktaran Liaze, yeniden açılmasının ardından ziyaretçi sayısının 5 binin altına düşmeyeceğini tahmin ettiğini belirtti. Liaze, kilisenin mütekabiliyet esasına göre restore edildiğine değinirken, Bulgaristan Hükümeti’nin Filibe’deki Cuma Camisi’nin yenileme iznini, Türk Hükümeti’nin de Demir Kilise’nin restorasyon iznini verdiğini anlattı. Çok yoğun olduğu sürekli çalan telefonundan anladığımız Vasil Bey’e teşekkür ederek yanından ayrıldık. Ancak bu anlatılanlardan tatmin olduk mu, hayır elbette olmadık yine iş başa düştü diyerek başladık çalışmaya. Biraz daha eskilere gidelim dedik ve işte vardığımız sonuçlar.
839’da Tanzimat Fermanı’nın ardından Bulgarlar 17 Eylül 1849 da papaz evi inşa etme izni almak için başvurur. Başvuru dilekçesini Stefan Bogorodi imzalar. Rum Patrikhanesini bir sorun olarak gören Babıâli Bulgarların ayrılmasını Rum Patrikliğini zayıflatmak için bir fırsat olarak değerlendirir. Hükümet kilisenin değil bir papaz evinin yapılmasına izin vererek görünüşte söz konusu yasağı bozmayacağını düşünür, Bulgar cemaati de bu binada aslında bir kiliseden farksız olarak ibadet etme olanağı kavuşacaktır. Başka bir deyişle Bulgarlar adına kilise demeden bir kiliseye sahip olacaktır. Babıâli, başvuruyu 6 günde kabul eder. Fener’deki konak ve arazisi başvuru dilekçesini yazan Stefan Bogorodi’ye Sultan tarafından verilmiştir. Bogorodi de bu alanı Bulgar cemaatine bağışlar.
İlk ahşap kilise
Ahşaptan yapılan ilk kilise 1850 yazında tamamlanır. Bulgarlar 49 yıl bu kilisede ibadet eder. 1898’de yeni Sveti Stefanın açılmasının ardından 40 gün sonra önünün açılması için yıkılır. Sadece mihrap bölümü yerine bir anı taşı dikilir. Papaz evi adıyla açılmasından 7 ay sonra 14 Mayıs 1850’de Bulgar kilisesi yönetim kurulu Sv. Stefan adıyla bu kez gerçek bir kilise inşasına karar verir. 1858’de Rum Patrikliği’nden izin alırlar. Kilise inşaatından İtalyan mimar V.G. Fosati görevlendirilir. 8 Mayıs 1858 de inşaat başlar. 260 işçi çürük olan zemini sağlamlaştırmak için hiç ara vermeden her biri 9-10 m boyundaki çam ağacından 2089 adet kazık çakar ama zemin sağlamlaştırılması yeterli olmaz, zemin denize kayar. Halktan toplanan paranın büyük bölümü harcandığından temel duvarları zemin hizasına yükseldiğinde para biter. İnşaat Ocak 1860 da durur.
Bu süreçte Fener Rum Patrikliği ile aralarındaki gerginlik artar. Bulgarlar Babıali’ye dilekçe vererek Fener Rum Patriği’ni dinsel önder olarak tanımayacaklarını bildirdi. Toplam 2 bin 245 imzalı 2 senetle Ermeni Katolik Patrikhanesine Katolikliğe geçmek için başvururlar. Patriklik bunu Sadaret’e bildirir. Sadaret onay verir. Cemaatin kalan üyeleri bağımsız Bulgar Ortodoks Kilisesi’nin kurulması için çabalar. 5 Mayıs 1870’de Osmanlı ayrı bir Bulgar kilisesi kurulmasına onay verir. 2 yıl sonra 31 Ağustos 1872’de Osmanlı devleti, Ortaköy’deki devlete ait Portakaloğlu bahçesini Bulgarlara Eksarhhane dairesi olarak verir. Patrikhane Sen Sinodu (Kutsal Ruhani Meclisi) Eylül 1872’de Bulgarları aforoz eder ve kilisenin kendisine bağlı olmadığını açıklar. Eksarhhane dairesi 1894’de depremden zarar görür, sonra birkaç yer değiştirse de 1907’de Şişli’deki köşke geçilir. 1913’te Eksarh Vekilliği oluşturulup İstanbul’dan Sofya’ya taşınır. Rum ve Bulgar kiliseleri arasındaki ayrılık 73 yıl sonra kalkar. 22 Şubat 1945’te Sv. Stefan yine İstanbul Ökümenik Patrikhanesi’ne bağlanır.
İlk proje
Bulgar Eksarhhanesi güçlenirken daha büyük bir kilise inşa edilmek istenir. 93 Harbi’nden sonra 3 Mart 1878’de imzalanan Ayastefanos Anlaşması’yla Bulgar Prensliği kurulur. Bulgar hükümeti İstanbul’da yeni bir Bulgar kilisesi kurulması çabalarına destek verir. 1888 yazında uluslararası bir yarışma açılır, yarışmaya üç mimar katılır. Bunlardan sadece İstanbullu Ermeni mimar Hovsep Aznavur istenilen her şeyi zamanında teslim eder. Proje 9 Ağustos 1888’de Sofya tarafından kabul edilir. 8 Aralık 1889 da sadaret 11 arşın 4 parmak irtifaında ve 870 arşın terbi’inde olmak üzere inşayı kabul eder.
– Arşın = 68 cm.
– Parmak = 4 cm.
– Terbii = En
Ama 12 Ocak 1890’da sadrazam binanın yönetmeliğe uymadığı gerekçesiyle yeni projeyle kendilerine başvurulmasını ister. Aznavur bunun üzerine yeni proje çizer. 1893 ilkbaharına demir parçaların üretimine başlanır. Aznavur ile Sofya’da görevlendirilen mimar Şamarciyev, Viyana’da kilisenin durumunu denetler. Açılış törenine birçok yerden çok sayıda Bulgar gelmek ister ama kilisenin Fener’deki Rum kiliselerine yakın olduğu ve Rum kilisesiyle aralarının açık olduğu gerekçesiyle İstanbul’a Bulgarların gelmesini engellemek ister.
Kilise tam olarak 20 Eylül 1898’de törenle açılır.
Yapının tarihi gelişiminden bahsettikten sonra, şimdi de yapının mimari özelliklerine değinelim çünkü bu muhteşem yapının mimarisi bizi adeta büyüledi. Birkaç gün sonra Mimar arkadaşlarım, Ayşegül Tunalı ve İhsan Berkit’le bu kez ziyaret için kiliseye gittik. İşte izlenimlerimiz.. Doğu-Batı ekseninde uzanan demir iskeletli yapı üç nefli plan şemasına uygun. Kiliselerin genelde doğu cephesinde, bizim camilerde karşılaştığımız mihrap benzeri dışa taşkın ve bazen dairesel bazen de çokgen bir alan ile karşılaştık. Bu asıl ibadet alanı, ruhban sınıfın yer aldığı mekân “Apsis” olarak adlandırılır ve Sveti Stefan Kilisesi apsisi içten dairesel, dıştan hafif köşegen bir profile sahip. Apsis cephesi, Haliç boyunca uzanan Balat Vapur İskelesi Caddesi’ne bakıyor. Ayrıca bu apsis; üzerinde İsa, Meryem ve Aziz tasvirlerinin betimlendiği ikonaların yer aldığı yüksek parapetlerle sınırlandırılarak bir dönem sonrasında tamamen kapatılır ve bunlara da “İkonostasis” adı verilir. Sveti Stefan Kilisesi’nde üzeri altın yaldızlı ahşap ikonastasis, yapıdaki demirden olmayan tek öğe. Yapıda nefleri birbirinden ayıran sütunlar da demirdir ve bu sütun başlıkları “Akantus”(Ayı pençesi adı verilen bitki) yaprakları üzerinde barok detaylar içermektedir. Yapıdaki Neo-barok ve Neo-gotik etkiler zaten ilk bakışta gözümüze çarptı. İsterseniz bu etkilerin ne anlama geldiğinden de kısaca bahsedelim.
“Neo” başına geldiği kelimeyi farklı bir anlayışa büründüren bir ektir. Neo-Barok adını verdiğimiz şey, döneminde gelişen asıl Barok sanatın kendinden sonraki dönemlerde gösterdiği etkidir. Buna örnek olarak da Sveti Stefan Kilisesinde çan kulesinin taşıdığı neo-barok etkiden bahsedebiliriz. Ve yine Neo-Gotik olarak adlandırdığımız durum da aynı şekilde asıl döneminde parlayan Gotik sanatın kendinden sonraki dönemlerde bıraktığı etkidir.
Yine yapının mimarisinde dönecek olduğumuzda, yapının cephelerindeki pencerelerin ince, uzun ve yarım yuvarlak şeklindeki kemerlerle bölündüğünü görüyoruz. Aynı zamanda “Roze” veya “Gül” olarak da anılabilen yuvarlak pencerelerle tasarım tamamlanmıştır. Girişin ve iki yan nefin üstünde “U” biçiminde bir galeri katı vardır; buraya girişin iki yanında, yan neflerin dibinde yer alan birer merdivenle ulaşıyor. Galerinin üst örtüsü çapraz tonoz, orta nefin üst örtüsü ise yarım silindir biçimindeki beşik tonozlardır. Beşik tonozların içi, Rönesans dönemi kiliselerindeki olduğu gibi kare biçimli kaset adı verilen kare süslemelerle kaplıdır.
İşte böyle, umarım yazdıklarımız ilginizi çekmiştir. Ama yine siz siz olun boş bir vaktinizde bu tarihi ve muhteşem kiliseyi mutlaka ziyaret edin.