Dünyanın bilinen en eski uygarlığı olan ve MÖ. 4000-2000 yılları arasında Irak’ın güneyinde yerleşik olan Sümerlerin dini çok tanrılıdır. Dinin temeliniyse bu tanrıların kurdukları birlik yani “panteon” oluşturmaktaydı. Sümerlerin bu tanrıların her birini “dingir”kelimesiyle adlandırmışlardır. Mezopotamya’da ortaya çıkan sayısız medeniyetin temelini Sümerler atmıştır.
Ayrıca yazı ve astronomi de ilk kez Mezopotamya’da Sümerlerde ortaya çıkmıştır. Genel kanı Sümerlerin çağdaşı olan halklarla yakın etkileşim ve benzerliklerinin olduğu yönündedir. Sümer Devleti, Sami olmayan izole bir topluluk tarafından kurulmuştur.
Mezopotamya’da yaşayan birçok farklı kavimden ilk öne çıkan ve daha sonraki medeni oluşumların temelini atan Sümerlerdir. Gerek yazı, dil, tıp, astronomi, matematik, gerekse din, fal, büyü ve mitoloji gibi alanlarda ilk öne çıkan ve bilinen toplum da yine Sümerlerdir. “Yaratılış” ve “Tufan”a, ”Emeş ve Enten”e ilk kez Sümerlerde rastlanır. Yılbaşı ağacı süsleme, evlilik yüzüğü, nazar boncuğu da Sümerlerde görülmüştür. Sümer döneminde 21’i büyük olan yaklaşık 35 büyük şehir ve kasaba vardı. Bunlar arasında Kiş, Nippur (Sümerlerin dini başkenti), Zabalam, Umma, Lagaş, Eridu, Uruk ve Ur sayılabilir. Tanrılarının göklerde yaşadığına inanan Sümerler, bu inançları gereği yer ile göğü bağlayan kutsal bir ağacın varlığına inanırlardı.
Bu girişattan sonra şimdi gelelim Babil Kulesi’ne..
Babil kenti, Mezopotamya’nın can damarı olan Dicle ile Fırat nehirlerinin birbirlerine en yakın oldukları yerde, bugünkü Bağdat’ın 90 km kadar güneyinde kurulmuştu. Kent zaman içinde öylesine büyümüştü ki, söylencelere göre merkezde oturanlar, sınır mahallelerinin düşman saldırısına uğradığını ancak çok uzun zaman sonra öğrenebiliyordu. Kısacası Babil ilkçağın en büyük metropollerinden biriydi.
Politik ve kültürel merkez olmasının yanında çok önemli bir dinsel merkez de olan Babil’de çok sayıda ziggurat da bulunmaktaydı. Akatçada “yükselmiş yere kurmak” anlamına gelen zigguratlar eski Mezopotamya’da Sümerlerde, Babillerde ve Asurlarda bir çeşit tapınaktır. Zigguratlar içinde en büyüğü olan Babil Kulesi ise Dünyanın 7 Harikası’ndan biri olarak kabul edilen Babil’in Asma Bahçeleri içinde Babil kentinin baş tanrısı Marduk adına inşa edilmişti.
Günümüzden binlerce yıl önce Sümerliler tarafından inşa edilen bu kule “Tanrıdağı” olarak da anılırdı. Çünkü dağlık bölgelerden gelerek etrafı surlarla çevrili şehirler inşa eden Sümerler yükseklere taparlardı. Bu yüzden tapınaklarını da oluşturdukları yapay tepelerin üzerine inşa etmişlerdi.
Tanrı Marduk adına yapılan Babil Kulesi, aynı zamanda yeri göğe bağlayan kutsal ağacı da temsil ediyordu. Babil’in Sümer dilindeki sözcük anlamı “Tanrının Kapısı” anlamına da gelir. İnanışa göre Babil Kulesi, Sümerli kavimlerin bir araya gelerek inşa ettikleri ve insanoğlunun tanrılara ulaşabilmek için gökyüzüne kadar yükselecek bir merdiven yapmak amacıyla inşa edilmişti.
Tarihin babası Antik Yunan tarihçi ve yazar Heredot(MÖ. 484) kulenin sekiz katlı olduğunu söyler söylemesine de diğer tüm kaynaklarda Babil Kulesi’nin ısrarla yedi katlı olduğu belirtilir. Sümer inanışında, evren düşüncesinin temelinde “7” sayısının olduğu düşünülecek olursa Kule’nin 7 katlı olması çok daha gerçekçi görünmektedir. Sümerlerin yaptığı tüm zigguratlar içinde en ünlüsü olan Babil Kulesi gökyüzünün ve yeryüzünün yedi yol göstericisinin evi olarak adını duyurmuştu. Bu yedi yol gösterici: Satürn, Jüpiter, Mars, Venüs, Merkür, Güneş ve Ay’dı. Böylece bu tapınak yedi gezegene, yedi büyük tanrıya, yeraltının yedi kapısına, yedi rüzgâra ve haftanın yedi gününe karşılık oluyordu.
1875’de Alman arkeologlar tarafından bulunan bir çivi yazısı tableti sayesinde Babil Kulesi’nin ölçülerini artık net olarak biliyoruz. Kule ilk olarak, 90 metre genişliğe ve 90 metre yüksekliğe sahip 7 katlı bir bina olarak inşa edilmişti.
1.Kat-taşı, (33 m.)
2.Kat-ateşi, (18 m.)
3.Kat-bitkileri, (6 m.)
4.Kat-hayvanları, (6 m.)
5.Kat-insanları, (6 m.)
6.Kat-gökyüzünü (6 m.) ve
7.Kat da melekleri (15 m.) sembolize ederdi. (En üst kat, baş tanrı Marduk için düzenlenen bir tapınaktı.)
Bir insanın bütün bunları öğrenip, anladıktan sonra yani yedi basamağı sırayla çıktıktan sonra Babil Tanrısı (Marduk’a) ulaşılabileceği düşünülürdü. İnançlarına göre Marduk insanlara sadece orada görünürdü. Ama onun görünmesine sıradan ölümlüler dayanamazdı. Bu nedenle tapınmaya gelen halktan kişiler birinci kata çıkabilirlerdi. Bundan sonraki üst katlara sadece rahipler çıkabilirlerdi. Bilim adamlarının hesaplamalarına göre 85 milyon tuğladan yapılan bu kulenin çevresinde ise rahip sarayları, ambarlar, konuk odaları, Tanrı Marduk adınayapılmış olan 20 m. yükseklikte bir diğer tapınak, Esagila’ya giden aslanlı geçit ve dini tören yolu bulunuyordu. Kulenin yedinci katında bir de önünde altın kaplı bir masa olan “Yemek Yatağı” bulunurdu. Çünkü Tanrılar ve soylular yemeklerini masaya oturarak değil, yatarak yerlerdi. Romalı ve Eski Yunanlı soylular da yemeği yatakta yeme geleneğini Babillilerden almışlardı. Marduk gelince ona hizmet etmesi için kentin en güzel kızı da her gece orada hazır beklerdi.
Heredot Babil Kulesi’ni şöyle anlatır:
“Bu kutsal yerin ortasında, bir stad genişliğinde ve bir stad uzunluğunda, sağlam görünen bir kule yapılmıştır. Bundan daha yukarıda bir tane daha vardır; bu ikinciden sonra, aynı biçimde bir üçüncü ve böyle böyle, sekizinciye kadar, hepsi üst üste kurulmuş sekiz kuledir. Üzerine, dıştan sarmalı olarak, bütün kuleleri dolanan bir merdivenle çıkılır. Çıkışta, aşağı yukarı yarı yolda bir sahanlık ve oturup dinlenmek için yerler vardır; ziyaretçiler burada oturup mola verirler. Sonuncu kulenin tepesinde büyük bir tapınak yükselir; tapınağın içinde, üzerine zengin örtüler örtülmüş bir büyük yatak ve onun yanında da altın bir masa bulunur […] Hiçbir ölümlü için gece içeride kalmaya izin yoktur; bu hak, bu tanrının rahipleri olan Khaldealılar’a bakılırsa, yalnız tanrının bütün kadınlar arasından seçmiş olduğu yerli kadınlara verilmiştir. Yine bu rahiplere inanmak gerekirse, tanrı kendisi gelir, yatağa yatar dinlenirmiş.”
Babil Kulesinin Yıkılışı
O dönemde Babil’i işgal eden Tikulti -Ninurta, Sargon, Sanherip ve Asurbanipal kuleyi yıkmış ve tahrip etmişlerdi. Babil Kralları Nabopollasor ve Nabukadnasor (Nebukadnezar) tarafından kule yeniden yapıldı.
Ancak M.Ö. 479’da Babil’i fetheden Pers kralı Xerkes‘in kuleyi yıkmasından sonra ne yazık ki kule tekrar onarılamadı. Sonrasında Büyük İskender Babil’e geldiğinde kulenin o harap haline bile hayran kaldı ve kuleyi eski haline getirmeye karar verdi. Büyük İskender kulenin enkazı için 10.000 kişiyi iki ay boyunca çalıştırarak molozları temizletti onarımı da Büyük İskender’in ölümüne kadar sürdü.
Babil Kulesi Efsanesi
Efsaneye göre insanoğlu binlerce yıl önce tek bir dil konuşuyor, yeryüzünde yaşayan bütün insanlar birbirleriyle bu sayede rahatça iletişim kuruyordu. Ta ki insanlar Tanrı katına yükselmek ve Tanrı’nın gizlerine ulaşmak, onları öğrenmek için Babil Kulesi’ni inşa etmeye başlayana kadar. Bunu kendisine karşı bir saygısızlık, bir meydan okuma olarak gören Tanrı tek bir dil konuşan ve aralarında anlaşan bu saygısız kullarının dil birliğini bozmuş, kuleyi inşa eden her insana farklı bir dil vermiş, aralarına nifak ve bölücülüğü yerleştirmiş. İnsanlar birbirleriyle anlaşamadıkları için kulenin yapımı da durmuş ve dünya üzerinde çok sayıda ulus ve bu uluslara ait binlerce dil ortaya çıkmış. Bu yönüyle Babil Kulesi’nin efsanesi yeryüzündeki dillerin türeyişi hakkında bilinen ilk efsanedir.
Yahudilerin kutsal kitabı Tevrat’ın Yaratılış (Tekvin) bölümünde bu efsane benzer şekilde anlatılır:
“Başlangıçta yeryüzündeki insanlar aynı dili konuşur, aynı sözleri kullanırlardı. Doğuya göçerlerken Şinar bölgesinde bir ova buldular ve oraya yerleştiler. Ve birbirlerine geliniz kerpiç keselim ve onları ateşte pişirelim, dediler. Ve kerpiç onlara taş yerine, yer katranı dahi kireç yerine geçti. Ve sonra, geliniz, bütün yeryüzüne dağılmamak için kendimize bir kent ile tepesi göğe kadar yükselen bir bina yapalım, nam kazanalım, dediler. Tanrı, insanların yaptığı kenti ve kuleyi görmek için aşağıya indi ve şöyle dedi: “Tek bir halk olup aynı dili konuşarak bunu yapmaya başladıklarına göre düşündüklerini gerçekleştirecek, hiçbir engel tanımayacaklar. Gelin, aşağı inip dillerini karıştıralım ki birbirlerini anlamasınlar.” Böylece Tanrı, onları yeryüzüne dağıtarak kentin yapımını durdurdu. Bu nedenle kente Babil adı verildi; çünkü Tanrı, bütün insanların dilini orada karıştırdı ve onları yeryüzünün dört köşesine dağıttı.”
Kutsal Kitaplarda ve Dini Kaynaklarda Babil Kulesi
Tevrat’a göre Babil Kulesini Hz. Nuh’un torunları gökyüzüne ulaşmak için yapmışlardır. Bu kule ile göğe yükselmek, tanrının oturduğu yere varmak istemişlerdir. Bu bakımdan kule, Tevrat’ta “insan gururunun utanç damgası” olarak gösterilir. İslami kaynaklara göre, Kuran’da Hz. Musa, Firavun, Karun, Haman ve kerpiçten yapılan bir kule aynı hikâyenin içinde anlatılmaktadır. Farklı coğrafya ve tarihsel dilimlere ait bu öğelerin uyumunu sağlamak amacıyla bazı yorumcular kulenin piramit olabileceğini söyleseler de bizim düşüncemize göre Mısır piramitlerinin ne mimarisi kuleye benzer, ne de inşaatında kullanılan malzemeler Kuran’da bahsedildiği gibi kilden yapılmıştır.
Hikâye Tevrat’taki ile benzerlik göstermesine rağmen Babil’de değil, Hz. Musa’nın yaşadığı dönemde Mısır’da geçmektedir. Tevratta, Firavun, Haman’a, kendisine kilden bir kule inşa etmesini, çıkıp Hz. Musa’nın tanrısına bakacağını söyler. Babil’den, Yakut el-Hamavi’nin yazılarında ve Lisan el-Arab’da da bahsedilir. Öyküye göre tüm insanlar rüzgârın önüne katılarak bir yerde toplanırlar. Buraya sonradan Babil denir. Babil’de insanlara Allah tarafından değişik lisanlar tahsis edilir ve yeniden rüzgârla geldikleri yerlere dağıtılırlar.
9. yy. İslam tarihçilerinden El-Tabari’nin Peygamberler ve Krallar Tarihi adlı eserinde hikâyeye göre Nemrut Babil’de bir kule inşa ettirir. Tanrı bu inşa edilen kuleyi yıkar ve o zamana kadar aynı dili konuşan insanların dillerini böler ve 72 dile ayırdığını belirtir. 13. yy. İslam tarihçilerinden Ebu el-Fida da aynı hikâyeden bahseder. İbrahim’in atası Hud’un kendi dili olan İbraniceyi korumasına izin verildiğini ekler.
Yahudi ve Hıristiyan kaynaklara göre,Tanah ve Eski Ahit iki dinde de benzerlik gösterdiği için Babil konusu aynıdır. Tevrat’ın yaratılış kısmında Babil Kulesi’den bahsedilir. Nuh’un oğulları Büyük Tufan’dan sonra Sümer’e yerleşmiş, burada şehir ve göklere kadar yükselen bir kule yapmak istemişlerdir. Efsaneye göre Tanrı kendisine ulaşmaya çalışan insanların kendini beğenmişliğine, kibirli olmalarına kızar ve o zamana kadar tek dil konuşmakta olan insanların dillerini karıştırarak birbirlerini anlamalarını engeller. Kulenin yıkılışına dair Tevrat’ta anlatılan bir bilgi yoktur ancak Jubilees veya Leptogenesis olarak bilinen Yahudi belgelerinde bu bilgi aktarılır. Dini bir bakış açısıyla bu hikâye genellikle insanın kusurluluğunu, tanrının kusursuzluğu ile kıyaslamak ve dünyadaki yüzlerce dilin kökeninin nereden geldiğini açıklamak amacıyla kullanılmıştır.
Eski dünyanın en görkemli yapılarından biri olan Babil Kulesi’nin ne amaçla yapıldığını, bu eski şehirde bulunan çivi yazılı metinler, tarihçiler ve Tevrat değişik şekilde anlatıyor ve yorumluyor. Gerçek olan şudur ki, böyle harika bir eserin yerinde artık yeller esiyor.