HADİS BU MEÇHUL?

HADİS BU MEÇHUL?
28 Mayıs 2019

Hadislerle alakalı birçok kez düşünce ve bilgilerimizi sizlerle paylaşsak da, yine de bu konu ilginizi çekmeye devam ediyor. Aldığımız pek çok sosyal medya mesajında bu konuyu daha derinden irdelememiz hususunda devamlı artan isteklerinizle karşı karşıyayız. Ramazan öncesi siz dostlarımızla gerçekleştirdiğimiz toplantıda da en çok karşılaştığımız soruların başında bu “Hadis” konusu geliyordu. Son yıllarda bazı kesimlerin özellikle “Allah ile Aldatmaca”ya Kutsal Kitabımız değil de (zira O’nda hadisler asla yer almaz) bu nereden geldikleri, nasıl çıktıkları tartışmalı “sözde açıklamaların” baş tacı edilmeleri ve delil olarak sunulmaya kalkışılması özellikle soru sormasını seven ve bilen gençlerimizi ve aydın Müslüman kardeşlerimizi bir hayli rahatsız etmekte. Sahur ve iftarlarda hemen tüm televizyon kanallarında çıkan “ilmi yüksek (!) hocaların” Kuran yerine hadis tercihleri, elimizde O Mükemmel Allah Kelamı varken, hadisleri, aslı astarı olmayan hikâyeleri, masalları gerçek din adı altında vermeye kalkışmaları pek çok takipçimizi bir hayli üzüyor. Ve de bu konuda gelen yoğun talep üzerine bu önemli sorunu bir kez daha gündemimize almaya karar verdik.

Yalnız konumuzu işlemeye başlamadan önce Yüce Allah’ın, Yaradan’ın, sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) aracılığıyla bize ilettiği Yüce Kelam’ının, Kur’an-ı Kerim’in, gerçek Müslümanlar için baş tacı olduğunu, O’ndan başka herhangi bir kitabı vb. kendimize bir yol gösterici/rehber kabul etmediğimizi bir kez daha yineleyelim. Sevgili Peygamberimiz Peygamberliği süresince elbette pek çok örnek davranışta bulunmuş, özlü sözler sarf etmiştir. Ancak biz tüm kalbimizle sevgili Peygamberimizin Yüce Yaradan’ın kelamına aykırı/ters söz ve davranışlarda bulunmadığına, Kuran’ın asla dışına çıkmadığına, O’na ters gelebilecek davranış ve deyişlerde bulunmadığına da sonuna kadar inanıyoruz.

Yüce Allah’ın övgüsüne mazhar olan peygamberin ahlakı, Kur’ân ahlakı idi. Saîd b. Hişâm, Hz. Âişe validemize Allah’ın elçisinin ahlakını sormuş o da,‘Sen Kur’ân okumuyor musun’ demiş. “Evet” demesi üzerine; “Rasûlüllah’ın ahlakı Kur’ân idi” diyerek, “(Ey Peygamberim!) Sen büyük bir ahlak üzeresin”ayetini okumuştur.”(Kalem, 4) Hz. Ali, “Büyük ahlak, Kur’ân edebidir” demiştir. (Kurtubî, XVIII, 227) Müfessir Taberî (ö. 310) yukarıdaki  ayeti, “Bu, Kur’ân edebidir. Allah, peygamberini Kur’ân ile tedip etmiştir. Büyük ahlaktan maksat İslam dinidir” şeklinde yorumlamıştır.(Taberî, XIV, 29/18).  Peygamberimiz (sav), en güzel ahlaka sahip idi.(Buharî, Edeb, 112) O’nun tebliğ ettiği hak din kemale erdiği gibi (Maide, 3) güzel ahlak da onunla kemale ermiştir. O şöyle buyurmuştur:. “Ben ancak güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim”(Ahmed, III, 75; Malik, Huluk, 8)

Peygamberimiz (sav) ahlaka çok önem vermiş; “Allah’ım! Yaratılışımı güzel yaptığın gibi ahlakımı da güzel yap.”(Ahmed, I, 403. VI, 68, 155), “Allah’ım! Beni amellerin en iyisine ve ahlakın en iyisine ilet. Amel ve ahlakın en iyisine ancak sen hidayet edebilirsin. Amellerin kötüsünden ve ahlakın kötüsünden beni koru. Amel ve ahlakın kötüsünden ancak sen koruyabilirsin.”(Nesaî, İftitah, 16, II, 129), “Allah’ım! Ayrılıktan, iki yüzlülükten ve ahlakın kötüsünden sana sığınırım” diye dua etmiştir.(Ebu Davûd, Salât, 367;bk. Nesaî, İstiâze, 21) Hz. Muhammed bütün âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir. Bu husus Kur’ân’da şöyle ifade edilmektedir:

“(Ey Peygamberim!) Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik.”(Enbiya, 107)

“Andolsun size kendi içinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya düşmeniz ona çok ağır gelir. O, size çok düşkün, müminlere karşı çok şefkatli ve çok merhametlidir.”(Tevbe, 128)

Ayette geçen “harîs” kelimesi; bir şeyi çok arzu eden demektir. Peygamberimiz, çevresindeki insanların mümin olmalarını, salih ameller işlemelerini ve Allah’ın rızasına ermelerini çok istiyordu. İman etmeyenlere çok üzülüyordu. Yüce Allah, Peygamberimizin ümmetine olan bu düşkünlüğünü, “nerede ise kendini helak edeceksin” şeklinde ifade etmektedir: “Mümin olmuyorlar diye âdeta kendini helak edeceksin.”(Şuara, 3; bk. Kehf, 6)

“Raûf”; çok merhametli, çok şefkatli, çok merhametli, çok acıyan demektir.(Kurtubî, el-Esna, s. 73-75) Gerçekten Peygamberimiz, ümmetine çok müşfik idi. “Rahîm“, çok merhametli demektir. Peygamberimiz (sav) insanların en merhametlisi idi. Bu merhameti herkese yönelik idi. “Ey Allah’ın Elçisi! Müşriklere beddua et” denildiğinde, “Ben lanetçi olarak gönderilmedim, rahmet olarak gönderildim” buyurmuştu.(Müslim, Birr, 87) Uhud savaşında yüzü yaralandığında bile kâfirlere; “Allah’ım! Kavmimi bağışla, çünkü onlar bilmiyorlar” diye dua etmişti.(İbn Hıbbân, Ed’ıye, No: 973)

Yukarıdaki paragrafta bilerek bazı hadislere yer verdik. Bunun iki nedeni var. Birincisi Kuran’a uyan, ayetlere paralellik arz eden hadisler elbette gerçeği yansıtmaktadırlar ve sahih, doğru hadislerdir. İkinci neden bizim tüm hadislere karşı değil, Kuran’ın mantık, ahlak ve kurallarına uymayan uydurma hadislere olan itirazımızdır. Evet, bu önemli açıklamaları da yaptıktan sonra konumuza başlayalım.

Din adına Kuran’ın yeterli olduğunu ve Peygamberimizin de tabi olduğu yolun bu olduğunu söylüyoruz devamlı. Ancak buna karşı çıkan ve rivayet kültürünü toptan bir şekilde esas alan kişi ve çevreler, Nasih-Mensuh (Nesh; silme, ortadan kaldırma ve Mensuh da silineni, ortadan kalkanı ifade eder) gibi uydurdukları mekanizmalarla hem Allah’ı hem de elçisini devre dışı bırakmaya cüret etmektedirler. Bu konuda kendilerinin ve atalarının uydurdukları hadisleri ve rivayetleri esas alarak hem Yaradan’a, hem de elçisine iftira atmaktadırlar. Bu insanlar ya kafalarına göre Kuran’da yer alan kimi ayetlerin hükmünü ortadan kaldırıyor, yani manasını ve hükmünü nesh edip lafzı duran ayetler olduğunu iddia ediyorlar, ya da aslında ilk başta Kuran ayeti olarak gelmesine karşın lafzı kalkmış yani şu an Kuran’da bulunmayan ama hükmü devam eden ayetler olduğunu söylüyorlar.

Örneğin zina edenlerin taşlanarak öldürülmesini emreden “Recm Ayeti” iddiası gibi. Sözüm ona ayet olan bu iddia, bir keçi ya da koyun tarafından yenildiği için Kuran’a konulamamış, ancak hükmü devam etmiştir. Yine sahih hadis kaynaklarında (!) geçtiğine göre, Hz. Ömer durumun farkındaymış da ama halkın “Ömer Kuran’a ilave yapıyor” demesinden korktuğu için Kuran’a yazdırmamış. Bu ne şimdi? Aslında ayet olan ama şu an Kuran’da olmayan bir ayet var karşımızda. Yine adalet ve dürüstlüğüyle meşhur, üstelik halife olan Hz. Ömer, bile bile Allah’ın Kitabı’ndaki tahrifata göz yumuyor. Ne için? İnsanlardan korktuğundan. Bu asla mümkün olmayacak iddia tam anlamıyla tüm kutsal değerlerimize yönelik bir iftiradır.

Gerek hadisler arasındaki farklar, gerekse hadislerden hareketle kurulmuş mezhepler arasındaki farklılıklara dikkat çektiğinizde genellikle ümmetin ihtilafında yani ayrılık ve anlaşmazlığında rahmet olduğu (!) rivayeti ileri sürülür. İnanların Allah’ın ayetlerini en güzel şekilde anlayıp uygulaması gerekirken, uydurma hadis ve rivayetleri kurtarmak uğruna Allah’ın apaçık ayetlerinin hiçe sayıldığı bir konudur bu aynı zamanda.  Gerçekte ayrılıkta yani ihtilafta değil, tek ve bir olmakta rahmet vardır. Ayrılık ve anlaşmazlıklar her zaman fitne ve kargaşalara sebep olmuştur. Bazı konularda farklı görüşler olması gayet normaldir. Ancak dini konulardaki tüm görüşler, Allah’ın ayetlerinden getirilen delillerle düzeltilmelidir. Bir başka deyişle bir konudaki görüşümüzün aksini söyleyen, ispat eden ayetler karşısında, hala bu görüşümüzü savunmak hususunda inat ve ısrar edilmemelidir. Neticede şurası son derece kesindir ki, hepimizin dini konulardaki hatalarını düzeltecek olan, Rabbimizin ayetleridir.

Ayrılıkta rahmet olduğunu sananlar, iddia edenler bilerek ya da bilmeyerek Allah’ın bunca ayetini yok saymaktadırlar.

“Hep birlikte Allah’ın ipine sımsıkı sarılın, fırkalara bölünüp parçalanmayın… (Ali İmran, 103)”

“Kendilerine açık-seçik kanıtlar geldikten sonra, çekişmeye girip fırkalar halinde parçalananlar gibi olmayın. Böyle olanlar için çok büyük bir azap vardır. (Ali İmran, 105)”

“Dinlerini parça parça edip fırkalara, hiziplere bölünenler var ya, senin onlarla hiçbir ilişiğin yoktur. Onların işi Allah’a kalmıştır. Allah, onlara yapıp ettiklerini haber verecektir. (En’am, 159)”

“Kendi aralarından çıkan hizipler ihtilafa düştüler. Büyük bir günün tanıklığından ötürü, vay o inkârcıların haline. (Meryem, 37)”

“Onlar ki, dinlerini parçalayıp hizipler/fırkalar haline geldiler. Her hizip kendi elindekiyle sevinip övünür. (Rum, 32)”

“Kendilerine ilim geldikten sonra, sadece aralarındaki kıskançlık ve azgınlık yüzünden fırkalara bölündüler. (Şura, 14)”

Bazı din ulemaları tarafından adeta kutsallaştırılan hadisçiler yani Buhari, Ebu Hureyre, Müslim, ez-Zübeyr b. El Avvam, Talha b. Ubeydullah, Abdurrahman b. Avf, Zeyd b. Sabit, Selman el-Farisi ve Amr İbnu Meymun’dan hazırladığımız ayrıntılı “Hadisçiler Dosyası”nı yayına hazır olur olmaz sizlere ileteceğimizden şimdilik onlarla ilgili ayrıntılara ara veriyoruz. Tabii bu yazımızsa meşhur altı hadis kitabının (Kütüb-i Sitte) içerikleri ve hadis sayıları da yer alacak.

Devam edelim.. Hadisler dinin kaynağı olamazlar çünkü örnek verilen birçok ayetten net bir şekilde görüldüğü gibi dinin tek bir kaynağı vardır, o da Kuran’dır demiştik.

Hadis kelimesinin sözlük anlamı “söz, haber”. Sünnet ise “izlenen yol, alışılmış yol, adet” manasına gelir. Halk arasındaysa yaygın olarak Peygamberimizin söylediği iddia edilen sözlere “hadis” deniyor.  Yine halk arasında Peygamberimizin davranış biçimleri, hareket tarzları olduğu iddia edilen davranışlara ise “sünnet” adı veriliyor. Burada önemli bir konu var, daha doğrusu genelde yapılan bir hata, bir kavram karmaşası. Davranış biçimleri sözlerle açıklandığı, aktarıldığı için hadis ve sünnet terimlerinin birbirlerinin yerine kullanıldığını görüyoruz. Hadis ve sünneti inceleyen hemen her kitapta rastlıyoruz bu yanlışlığa. Lübnan Üniversitesinden Dr. Subhi Es – Salih konuyla ilgili kitabında şöyle yazıyor: “Hadisçilerce hadis ve sünnetin, biri diğerinin yerinde kullanılan iki kelime olduğu kabul edilmiştir. Hadis ve sünnet ifadelerinden, bir sözün, bir hareketin, bir takrir(yerleştirilme, yerleşme, anlatış )veya sıfatın Peygamberimize izafesi(mal etme, yakıştırma, yükleme)anlaşılmaktadır.” Bu nedenle siz de yazımızda hadis veya sünnet dediğimiz zaman bu ikisini birbirinin yerine düşünebilirsiniz.

·        Subhî b. İbrâhîm es-Sâlih el-Lübnânî (1926-1986) Lübnanlı âlim. Dinî eğitimini almaya başladığı 1938 yılında hutbe okumaya başladı. Güçlü hitabeti dolayısıyla hutbeleri büyük ilgi gördü. 1947’de Ezher Üniversitesi Usûlüddîn Fakültesi’ni ve 1950’de Kahire Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ni bitirdi. 1949 yılında Ezher’de doktorasını ve 1950’de gittiği Paris’te önce Arap edebiyatı alanında lisansını tamamladı. Doktora hazırlık tezi olarak “l’Audelà dans le Coran” adlı çalışmasını, ardından “Les délices et les tourments de l’Islam et esprit” adlı doktora tezini hazırladı. 1954’te Sorbon Üniversitesi’nden doktora diploması aldı.

Peygamberimizin hadis yazımına izin vermediğini, kendi sözlerinin yazımını yasakladığını hadisçiler bile kabul etmektedir.(!) Müslim ve İbni Hanbelki en doğru, güvenilir hadisçiler kabul edilirler– Peygamberimizin “Benden Kuran dışında hiçbir şey yazmayın. Kim benden Kuran dışında bir şey yazmışsa imha etsin” hadisini rivayet ederler. Kaynak nerede? (Müslim, Sahihi Müslim Kitab-ı Zühd; Hanbel, Müsned 3/12, 21, 33). Bitmedi, Darimi de bu konuda şöyle diyor. “Sahabe, Allah’ın elçisinden sözlerini yazmak için izin istediler. Ancak onlara izin verilmedi.” (Darimi, es-Sünen)

·        Müslim (821-875); 8 Haziran 632’de ebediyete göç eden Hz. Peygamberimizden tam 189 sene sonra doğmuştur. Bazı çevrelerce hadis alimlerinin en büyüklerinden sayılan Müslim bin Haccac,dokuzuncu yüzyılda yaşamış, İslâm âlemi tarafından kabul gören ikinci büyük hadis kitabının yazarıdır. Künyesi; El-İmam el-Hâfız Huccetü’l-İslam Müslim Ebü’l-Hüseyin Müslim bin Haccac bin Müslim el-Kuseyrî en-Nişaburî Müslim’dir.İmam Müslim, Sahih-i Müslim’de yer alan 7.275 hadisi, 300.000 hadis arasından seçerek yazmıştır. Hadis ilmine bir çeşit giriş kısmı ekleyen İmam Müslim’in Sahih’i, elli iki kitap olup, hadislerin konuları alışılmış şekilde sııflandırılmıştır. İslam’ın beş şartı, nikah, kölelik, alış-veriş, veraset kuralları, kurban, örf ve adetler, peygamberler, sahabe, kader ve kelam vs. konulardan birkaçıdır. Ömrünü hadis ve hadis ilmini öğrenmeye vakfeden İmam Müslim, ömrünün son yıllarını memleketinde geçirdi. İlmî çalışmasının yanında ticaretle de ilgilendi.

·        Darimi; H. 181’de (797-98) doğdu. Semerkantlı olup Temîm kabilesinin Dârim koluna mensuptur. Zâhidlerin çokça bulunduğu bir çevrede yetişti. Hadis öğrenimi için Hicaz, Mısır, Şam, Irak, Kûfe ve Horasan gibi ilim merkezlerini dolaştı. Nadr b. Şümeyl, Yezîd b. Hârûn, Hâlid b. Mahled, Muhammed b. Selâm el-Bîkendî, Affân b. Müslim vb. âlimlerden ilim tahsil etti. Daha sonra Bağdat’a gidip orada hadis rivayet etti. Buhârî, Müslim, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî, Ebû Zür‘a, Ebû Hâtim, Bakī b. Mahled gibi meşhur âlimler öğrencileri arasında yer aldı. Buhârî el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ dışındaki eserlerinde, Müslim el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ’inde, Ebû Dâvûd ve Tirmizî sünenlerinde, Nesâî ise es-Sünen dışındaki eserlerinde ondan hadis rivayet etmişlerdir. Sade ve zâhidâne bir hayat yaşayan Dârimî sultanın ısrarı üzerine Semarkant kadılığı görevini kabul etmişse de bir defa hüküm verdikten sonra kadılıktan ayrılmıştır. 8 Zilhicce 255 (17 Kasım 869) tarihinde Merv’de vefat eden Dârimî bir gün sonra cumaya rastlayan arefe günü defnedildi.

Tırmizi ise “Allah’ın elçisinden sözlerini yazmak için izin istedik, bize izin vermedi” diyor es-Sünen Sayfa 11’de. Bu konudaki örnekleri arttırmak olası.

·        Muhtemelen 209 (824) yılında bugün Özbekistan sınırları içinde bulunan Tirmiz’de (veya Tirmiz’e bağlı Buğ köyünde) doğdu. Ebû ‘Īsâ Muḥammad ibn ‛Īsâ as-Sulamî aḍ-Ḍarîr al-Būgî et-Tirmidî, 9. yüzyılda yaşamış Fars hadis bilgini. Kütüb-i Sitte denilen muteber altı hadis kitabından el-Câmiu’s Sahîh’in yazarıdır. Buhârî’nin et-Târîḫu’l-kebîr’i Tirmizî’nin illletler  konusunda en çok faydalandığı kitaplardan biridir. Buhârî de Tirmizî’nin ilmini ve zekâsını takdir etmiş, el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ dışında ondan bir (veya iki) hadis rivayet etmiş, Tirmizî’nin naklettiğine göre kendisine, “Aslında benim senden faydalandıklarım senin benden faydalandıklarından daha çoktur” demiştir (İbn Hacer, IX, 389). Tirmizî’nin Buhârî’den çok faydalanmasına ve kendisinden pek çok hadis öğrenmesine rağmen el-Câmiʿu’ṣ-ṣaḥîḥ’inde ondan hiç hadis almaması, İmam Müslim ile (“Ṣavm”, 4) Ebû Dâvûd’dan (“Vitir”, 11) birer hadis rivayet etmesi bu üçünün genellikle aynı hocalardan hadis nakletmesiyle açıklanmaktadır. 892’de vefat etmiştir.

Ancak buyurun size başka bir iddia. “Hadisçiler şu bilgiyi sürekli olarak yinelerler. Şöyle ki, “Sahabeler, Kuran’ın ve ayetlerin muhafazasından sonra, en ziyade Hz. Peygamberin sözlerinin ve fiillerinin muhafazasına, özellikle de İslami ve imani hükümler ve Hz. Peygamberin mucizeleri ile alakalı olan sözlerinin ve fiillerinin muhafazasına çalışmışlardır. Hadis ve siyer kitaplarından da görüleceği üzere Allah Resulüne ait en küçük bir hareketi, bir sözü ihmal etmemişlerdir. Asr-ı Saadette, pek çok sahabe Efendimizin söz vefiillerini yazıp kaydettiler.Özellikle de Abadile-i Seb’a diye adlandırılan ve bunlardan da özellikle Abdullah ibni Abbas ve Abdullah ibni Amr ibni’l-Âs gibi hadis konusunda manen vazifeli olan sahabeler; iman esasları, İslamiyet’in rükunleri ve Peygamber Efendimizin mucizeleri ile alakalı hadisleri yazarak kaydettiler.”

Bitmedi devam edelim iddialara; bakın bu kez durum git gide daha da vahim bir hal alıyor. “Bunların haricinde her ne kadar hadis usulünde yer almasa da hadislerin, mekân ve zamanı aşarak yakaza tabir edilen uyku ve rüya arası haller ile bizzat Allah Resulüne sorulması ve doğruluğunun araştırılması hadiseleri olmuştur. Örneğin büyük imam Celâleddin es-Süyûtî’nin, defalarca Efendimiz’le hem de yakazada görüştüğü nakledilmektedir. Yine, İmam Buhâri, kendi kanallarıyla tespit ettiği her bir hadis için, abdest alır, iki rekât namaz kılar ve mes’eleyi Efendimizin (ASM) mübarek ruhlarına havale eder: Doğru mu ya Rasûlallah? der; kendince aldığı bir işarete göre de o hadîsi kitabına kaydederdi.)  Kısacası bu değerli zevat, haşa Peygamberimizle dahi görüşüp kendisinden olur almışlarmış.

Bunu da atlamayalım yine hadisçilerden, onların kitaplarından bir alıntı. “Hicretten iki yüz sene sonra, başta Buharî, Müslim gibi hadis âlimleri olmak üzere diğer Kütüb-ü Sitte olarak adlandırılan sahih hadis kitaplarının yazarları hadislerin muhafaza edilmesi vazifesini omuzlarına aldılar. O döneme kadar hadislerin içerisine karıştırılması muhtemel olan mevzu hadis veya kasdi olarak hadisler hakkında şüphe uyandırmak için içlerine karıştırılan sözleri, İbni Cevzî gibi şiddetli binlerce araştırmacılar çıkıp ayıklayıp hadislerin içerisinden çıkardılar.”

Ancak hadisseverlerin de kendi aralarında pek anlaşamadıkları, bazen ters düştüklerini aşağıdaki Buhari’yle alakalı açıklama ortaya koyuyorKısaca müellifine nispet ederek Buhârî diye bilinen Câmi’u’s-Sahîh‘in tam adı: El-Câmi’u’s-Sahîh el-Müsned min Hadîsi Resûlullâh sallallahu aleyhi ve sellem ve Sünenihî ve Eyyâmihi’dir. Hocası İshak İbnu Râhuye’nin: “Biriniz sahih hadisleri müstakil muhtasar bir kitapta cemetse” tavsiyesi üzerine yola çıkanBuhârî, Sahîh’ini 16 yılda; 600 bin hadisten seçerek vücuda getirmiştir. Firebrî’nin rivâyetine göre, herhangi bir hadisi Sahîh’e dahil etmezden önce yıkanıp iki rekat namaz kılan Buhârî, Allah’a istiharede bulunup manevi bir işaret aramış, ondan sonra hadisin sıhhatine hükmetmiştir.“Bu şekilde sıhhati nazarında sübût (kuşkuya yer bırakmayacak bir biçimde ortaya çıkma, gerçekleşme, belgelenme)bulmayan hiçbir hadîsi Sahih’e almadım.” der. “Es-Sahîh’in bu şartlar altında tebyîz’i Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)’ın kabr-i şerifleriyle, minberi arasında gerçekleşir” diye de ekler.

Yukarıda verdiğimiz Buhari’nin Sahih’iyle ilgili yazıda, bir öncekiyle ters düşen önemli bir ayrıntı var. Buyurun; “Yine, İmam Buhâri, kendi kanallarıyla tespit ettiği her bir hadis için, abdest alır, iki rekât namaz kılar ve meseleyi Efendimizin (ASM) mübarek ruhlarına havale eder: Doğru mu ya Resuluallah?” der; kendince aldığı bir işarete göre de o hadisi kitabına kaydederdi.” Bu bir önceki yazıdan. Buhari Peygamber Efendimizle (ruhuyla) konuşup, kendisinin hadisin doğruluğuyla ilgili olurunu alıyor.Büyük imam Celâleddin es-Süyûtî’nin, defalarca Efendimiz’le hem de yakazada (uyanıklık, dikkatli olmak, şuurlu olmak anlamlarına gelmektedir. Bazıları uyanıkken uykudadır, bazıları ise uyurken aslında uyanıktır) görüştüğünü (!) öğrendik ilk açıklamada.

Neyse konuyu dağıtmadan devam edelim. Yukarıdaki paragrafta aynı konuyla alakalı başka bir hadis kitabından aldığımız paragraftaki aynı konuya bağlı açıklama mutlaka dikkatinizden kaçmamıştır. Yineliyelim; (………..herhangi bir hadisi Sahîh’e dahil etmezden önce yıkanıp iki rekat namaz kılan Buhârî, Allah’a istiharede bulunup manevi bir işaret aramış, ondan sonra hadisin sıhhatine hükmetmiştir.) Buhari kitabına koyacağı bir hadisin doğruluğunu bazı hadis kitaplarına göre Hz. Peygamber’e, bir diğerine göre de Allah’a tasdik ettiriyor. Sizi bilmem ama bu aymazlık karşısında bizim tüylerimiz diken diken oldu. Yüce Yaradan sapkınları ıslah etsin İnşallah.  Bir başka konu da Buhari’nin kitabı Sahîh için 16 yılda; 600 binhadisi çeşitli kaynaklardan bulması, taraması, doğruluk derecelerini belirlemesi ve onları bir kitap haline getirmesi. Basit bir hesap daha yapalım mı? 16 yıl, 5840 gün eder. 600.000 hadis söz konusu, öyleyse 600.000/5840=103 hadis/ günde. Saat başı 4 hadis. Uyku, yemek, doğal ihtiyaçlar bir yana, bir insan 15 dakikada 200 yıl önce Peygamberimizin söylediği varsayılan bir hadis/cümle/açıklamanın doğruluğunu nasıl belirleyebilir?

Akıllara seza, hadisçiler meydanı boş bulup iyice ipin ucunu kaçırmışlar. Bir başka hadis kitabından bir paragraf: ”Eser, te’lîfinde (Buhari’nin Sahih’inden bahsediyor)müellifin takip ettiği titizlik sebebiyle en sahih hadisleri cemederek, bütün ümmetin icmaya yakın bir ittifakla tam bir güvenine mazhar olmuş, “Kur’ân’dan sonra ikinci Kitap” olma şerefini kazanmıştır. Öyle ki, musibet ve belâlara karşı, tıpkı Kur’ân gibi teberrüken (ilaç olmak, mutluluk vermek) okunması bile müesseseleşmiştir.”  Devam ediyor “Eserin ehemmiyet ve makbuliyetini anlatma zımnında Ebu Zeyd el-Mervezî’den şu rivâyet kaydedilir. Ebu Zeyd demiştir ki: “Ben, bir gün Rükn ile Makam arasında uyuyordum. Rüyamda Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)’i gördüm. Bana: ‘Ey Ebu Zeyd, ne zamana kadar benim kitabımı değil de Şâfiî’nin (Şafii, İslam hukuku bilgini. Şafii mezhebinin kurucusudur. 767-820) kitabını tedrîs (Okutmak, öğretmek) edeceksin?” dedi. Ben: ‘Ey Allah’ın Resûlü senin kitabın hangisi?’ diye sordum. “Muhammed İbnu İsmâil’in Camiî” dedi.” Yani Buhari’nin Sahih’i.” Kısacası burada anlatılandan ne anlıyoruz. Allah’ın Peygamberinin kitabı (haşa) Kuran değil, Buhari’nin yazdığı hadis kitabı Sahih’miş. Pes, sözün, mantığın, herşeyin bittiği yerdeyiz.

·        İcmâ, bir İslam hukuku terimi. İcmâ İslam hukukuna göre, herhangi bir çağ veya dönemde yaşamış İslam bilgini ve müctehidlerin Kitap, Sünnet ve bazı mezheplere göre kıyasın delillerinden birine dayanarak, şeriatın bir meselesi konusunda aynı hükmü vermeleri, aynı hükümde birleşmeleridir.

Gerçi bu önemli konuyu halen hazırlamakta olduğumuz başka bir yazımızda ele alıyoruz, ancak Kuran-ı Kerim’in Hz. Peygamberin vefatından hemen sonra halife seçilen Hz. Ebûbekir (r.a) zamanında toplanıp kitap/Mushaf haline getirildiğini biliyoruz. ,Halife, Zeyd bin Sâbit başkanlığında bir heyet teşekkül ettirdi ve yazılı Kur’ân sayfalarını iki kapak arasına toplattı. Bu heyetin çok sıkı, son derece güvenilir ve sağlam çalışma usulleri vardı. Meselâ bunlardan biri şöyleydi: Hz. Bilal Medine sokaklarında gezerek ilanda bulundu. Elinde Kur’ân metinlerinin yazılı bulunduğu evraklar mevcut olan herkesin bunları, bizzat Peygamber Efendimizin imlâ ettirdiği ilk el yazılar olduğuna şahitlik eden iki şahitle birlikte mescide getirmesi gerektiğini söyledi. Heyet zaten insanların ezberinde olan Kur’ân’ı, iki şahitle birlikte getirilen yazılı belgelerle mukayese etti ve Kur’ân’ı baştan sona bütün hâlinde yazıya geçirdi. Ancak burada bile Kuran’a girmeyen, kısaltılan ya da uzatılan hatta atılan ayetlerin varlığı tartışma konusu. Her neyse yukarıda belirttiğimiz üzere bu konudaki belgelerimizi gelecek yazımıza bırakıp asıl sorumuza gelelim.

Hz. Muhammed’in vefatının takiben kaleme alınan/toplanan Kuran, ki Sahabelerin çoğu yaşamaktaydı, bazı eksik ya da fazlalıklar bulunduğu iddiaları tartışılırken, nasıl oluyordu kendisinin “Yazmayın” dediği hadisler vefatından 200 küsur sene sonra yazılıyor, çeşitli kitaplar ortaya konuyor ve doğruluklarının tartışılmaları da yasaklanıyor???????

HADİSLER DİNİN KAYNAĞI OLSAYDI DİNİMİZ EKSİK OLURDU

Müslim, sahih olan, yani kesin doğru olduğu kanaatine vardığı her hadisi kitabına almadığını söyler (Müslim, 1. cilt). Müslim’in mantığına göre hadisler dinin kaynağıdır fakat kendisi her doğru bildiği hadisi kitabına almaz. Yani bu mantığa göre dinimiz eksiktir. Müslim’in atladığı bir hadisi, başka birinin atlamadığının garantisi olmadığına göre, geleneksel Ehli Sünnet yaklaşım, kendi kendini eksik ilan eden bu izahı kaynaklarında taşımaktadır. Hadisler dinin kaynağıdır diyen Buhari 600 bin hadis bilip 6000-7000 tanesini yani % 1’ini kitabına yazmıştır. Geriye kalan % 99’u ise bunlara ihtiyacımız olmadığına veya bunların güvenilir olmadıklarına kanaat getirip kitabına almamıştır. Nitekim Buhari, kitabında, sırf kitap uzamasın diye kitabına almadığı sahih hadis sayısının,  kitabına aldıklarından çok daha fazla olduğunu söylemiştir. Eğer hadisler dinin kaynağı olsalardı; biz tamamen Buhari’nin insafına ve seçme yeteneğine kalmış olacaktık. Eğer dinin eksiksiz olması için hadisler gerekli olsaydı; % 99’luk kesimde, gerekli olan hadislerin olmaması imkânsız olduğuna göre, hadisleri dinin kaynağı kabul eden zihniyeti dikkate alırsak, dinimiz geri dönülemeyecek ve düzeltilemeyecek şekilde eksik olacaktı. Buhari öldüğüne ve bize ulaştırmadığı, yazmadığı % 99’luk kesimi bildiğini iddia edebilecek kimse olmadığına göre, biz eksik bir dinin üyeleri olmuş olacaktık.

Buhari’nin 600.000 hadis bildiği iddiasını da ayrıca ele alalım ve bu iddianın ne kadar güvenilir olduğunu da irdeleyelim. Buhari’nin hayatında hiçbir iş yapmadığını, hiç uyumadığını ve her hadisin doğruluğunu, yani nakil zincirinin sağlamlığını anlamak için her hadise iki saat ayırdığını düşünelim. Sırf bu süre 130 yıldan fazladır. Oysa bazen sırf bir hadisin bir zincirinin bir halkasının sağlamlığının anlaşılması için günlerce seyahat edildiği iddiasını düşünürsek, Buhari’nin bildiği tüm hadislerin doğruluğunu test etmesi binlerce yıla bile sığmazdı. Kısacası Buhari’nin ve diğer hadisçilerin, yüz binlerce hadis bildikleri ve tüm bu hadislerin sağlamlığını test edip, içlerinden en sağlamlarını seçtikleri iddiası akıl dışıdır.

Kuran, başı sonu belli olan bir kaynaktır. Oysa “Bir tane duydum”, “Bir tane de şu var…” diyerek, hadis nakilcileri hadisleri çoğaltmışlardır. Hadislerin içine çok uydurma girmesinin en büyük sebeplerinden biri, hadislerin başı ve sonu belirsiz bir kaynak oluşudur. Allah’a şükür ki Allah bizi Kuran dışında başka kaynağa muhtaç kılmadı. Biz de Allah’ın bu lütfu sayesinde eksiksiz, tastamam bir dinin üyeleriyiz. Farkında olarak veya olmayarak, bizi eksik, belirsiz ve çelişkili bir dine mensupmuşuz gibi gösterenlerin; Peygamberimiz’e göndermeler yaparak meşrulaştırmaya çalıştıkları ve Kuran’ın önüne koydukları bu uydurmalarla dolu hadisleri Kuran’ın önünden kaldıralım ki, çelişkisiz ve tastamam dinimizin biricik kaynağı olan Kuran bizi aydınlatsın.

YAZILMASI YASAKLANAN HADİSLER NASIL KİTAPLARA DÖNÜŞTÜ?

Peygamberimiz’in hadis yazımını yasaklama yönündeki tavrı, Peygamberimiz’in vefatından sonra dört halife tarafından da; yani Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali tarafından da devam ettirildi. Dört halifenin, hadis yazma girişimlerini nasıl engellediklerini Peygamberimiz döneminde olan olaylara şahitlik edenlerin bunları anlatması, Peygamberimiz ile sohbet edenlerin bu sohbetlerdeki konuşmaları birbirlerine aktarmaları gayet doğal ve sıradan bir olay gibi görülebilir. Oysa sahabelerin, Peygamberimiz’den bir şey duyduğunu iddia edene şahitlerini sormaları ve tüm bu sohbetlerin yazımını yasaklamaları, Peygamberimiz’deki basiretin, kendisinden sonra da devam ettirildiğini, ileri görüş ile hadislerin dini nasıl dejenere edebileceğini ve yüzeysel bir bakışla doğal olarak algılanabilecek bir davranışın aslında ileride nasıl bir felakete yol açacağını tahmin ettiklerini gösterir. Dört halife, doğruluğunu kendilerinin bildikleri birçok Peygamber sözünün yazımına Peygamberimiz’in vefatından hemen sonra bu sözler zihinlerde henüz tazeyken dahi izin vermediler. İzin verildiğini iddia eden olursa “Hani, bu dönemde yazılı olan kitap(lar) nerede?” diye sorun, hiçbir şey gösteremediklerini göreceksiniz.

Harevi şöyle der: “Ne sahabe (Peygamber’i görenler) ne de tabiun (Peygamber’i görmeyen ama sahabe görenler) hadisleri yazıyorlardı. Ama söz olarak aktarıyorlardı. Basit yazılı birkaç metnin dışında bunun bir istisnası yoktur. İlmin kaybolup, ulemanın ölüp gitmesinden korkulunca Ömer bin Abdülaziz, Ebu Bekr el Hazm’a bir mektupla hadisleri araştırıp, yazmasını emretti.” Yeni halife Yezid bin Abdülmelik ise Ömer bin Abdülaziz ölünce Ebu Bekr el Hazm’ı ve onunla çalışanları bu görevden aldı. Sonra gelen Halife Hişam, ez Zuhri hadislerini ilk toplayan kişi olarak kabul edilir. Mahmud Ebu Reyye tüm bu gelişmeleri ayrıntılarıyla anlatırken baskı ortamına da değinir: “Hadislerin toplanmasıyla emrolunan tabiun bunu ancak baskı altında kabul etmişlerdir. Zira yaşanan tarz ve sahabenin hadisleri toplamaması, onları böyle bir şeye girişme hususunda oldukça sıkıntıya sokuyordu. Ez Zuhri’nin şu sözü nakledilmiştir: Biz hadisi yazmaktan hoşlanmıyorduk. Ne var ki o yöneticiler bizi buna zorladılar.” (Mahmut Ebu Reyye, Muhammedi Sünnetin Aydınlatılması)

Oysa geleneksel Ehli Sünnet görüşü benimseyen hadisçiler, Emevi dönemini bile düzenli bir tasnif dönemi olarak kabul etmezler. Bu dönemde, var olan yazmalarda hadis, fıkıh, şiir, haber gibi farklı farklı konular, doğruluk derecesi irdelenmeden karışık bir şekilde yazılmıştır. Gazali (Peygamber’den sonraki ikinci kuşağın) hadis yazımını kötü gördüğünü ve kendileri gibi sonrakilerin de ancak hadisleri ezberlemelerini söylediklerini nakleder. (Gazali, İhyayı Ulumiddin, 1. cilt) Hadislerin ayrı ayrı ele alınıp, bu konuda müstakil eserlerin verilmesi ilk olarak Abbasiler dönemindedir. Hicri ikinci asrın sonlarında elimize geçen bu tarzdaki tek çalışma Maliki mezhebinin kurucusu Malik’in Muvatta’sıdır.

·        Malikilik veya Maliki mezhebi bir İslam dini fıkıh mezhebi. Adını kurucusu olan İmam Malik’ten alır. İmam Malik’in kendi usulüne göre şer’i delillerden çıkardığı hükümlere ve gösterdiği yola Maliki Mezhebi denir.

(İbni Ferhun, ed Dibae el Muzehheb adlı kitabında; Malik’in Muvatta’da on bine yakın hadis topladığını, bu hadisleri gözden geçirip her sene içinden ayıkladığını, sonunda çok az kaldığını, biraz daha yaşasa hepsini atabileceğini anlatır.) Hemen ardından Hanbeli mezhebinin kurucusu İbni Hanbel’in Müsned’i gelir. Hicri 241 yılında vefat eden Hanbel’in kitabına da Muvatta’ya da “sahih” ve “zayıf “ayrımları yapılmadan (hadisler doğru olma ihtimaline göre kategorileştirilmeden), o günlerdeki rivayet selinin içinde sürüklenen her şeyin, ciddi bir ayrım yapılmaksızın girdiğini görüyoruz.

·        Hanbeli mezhebi veya Hanbelilik, İslam dini fıkıh mezhebi. Hanbeli mezhebine bağlı olan kişiye “Hanbeli”denir. İmam-ı Hanbeli’in kendi usulüne göre şer’i delillerden çıkardığı hükümlere ve gösterdiği yola Hanbeli Mezhebi denir.

Hicri üçüncü yüzyılda yaşayan Buhari’den önce hadisleri doğruluk derecelerine göre ayırma çabası dahi olmamıştır. “Sahih” ve “zayıf” şeklinde hadisleri ayırma çabası Buhari ile başlar. Hadisler incelendiğinde, bu çabanın gerekli sonucu vermediği anlaşılır. Meşhur altı tane hadis kitabının -kütübü sitte- yazarlarından Buhari hicri 256’da, Müslim 261’de, Tirmizi 279’da, Ebu Davud 275’de, Nesai 303 yılında, İbni Mace 273’de vefat etmişlerdir. Şiilerin hadis kitapları ise farklıdır ve Sünniler de Şiiler de birbirlerinin hadis kitaplarını geçerli kabul etmezler. Şiilerin hadis kitaplarının oluşumu daha da ileri tarihlere denk gelir. Meşhur Şii hadisçilerinden Kafi hicri 329’da, Babeveyh 381’de, Muhammed Hasan Tusi 460’da vefat etmiştir.

Örneğin Osmanlı padişahı 2. Mahmut’un söylediği iddia edilen bir söz, hiçbir tarih kitabında kaydedilmemiş olsaydı ve sırf kulaktan kulağa iletilme yoluyla günümüze gelseydi, bu söze ne kadar güvenebilirdik? Üstelik bu sözün, sadece bir kişiden, o bir kişinin başka birinden, onun da birinden… şeklinde 2. Mahmut’a kadar tek bir zincirle bize ulaştırıldığı söylenseydi, bu söze kim inanırdı? Oysa 1839’da vefat eden 2. Mahmut’tan günümüze kadar geçen süre, Peygamberimiz’in vefatıyla meşhur kütübü sitte hadis kitapları arasında geçen süreden çok daha azdır. Kimi meşhur hadis kitaplarının yazıldığı zaman ile Peygamberimiz’in vefatı arasında geçen süre ise bu sürenin iki katından da fazladır. Birçok sebepten dolayı en meşhur hadisçiler kitaplarını derlediklerinde, on binlerce hadis ayıklanamayacak şekilde uydurulmuş bulunuyordu. Bu hadis kitaplarının Kuran, mantık ve diğer hadislerle çelişen birçok hadisi içermeleri ve hem yöntemleri, hem naklettikleri hadislerle kendi aralarında da çelişmeleri, Kuran dışında başka kaynak aramanın felaketini gözler önüne sermektedir. Daha evvel bahsettiğimiz piramit, bu kitaplar yazıya geçtiğinde uydurmalar ile genişlemişti.

SAHABENİN HATASIZLIĞI İDDİASININ HADİS NAKLİNDEKİ ZARARLARI

 “Sahabe” ifadesi; Peygamberimiz ile hiç konuşmasa bile Müslüman olarak -uzaktan dahi olsa- Peygamberimiz’i gören herkes için kullanılmaktadır. Buhari’nin yaptığı bu tanım genel kabul görmüştür. Meşhur hadis kitaplarında, “cerh ve tadil” adı altında hadis nakleden kişilerin doğru sözlülüğünün, hafızasının, inancının sorgulandığı ifade edilir. Oysa Hicri 3. asra kadar “ben şundan, şu bundan, bu ondan duydu” diye yapılan nakillerdeki, aradaki tüm “bu, şu ve o” ların binlercesinin dürüstlüğü, hafızası ve diğer özelliklerinin sınanmasına kimsenin ömrü yetmez. Ebu Şame bu hususta şöyle der: “Hadis nakledenler hakkındaki görüşler o kadar farklılık kazanmıştır ki, tek bir nakilci bazılarına göre müminlerin emiri, bazılarına göre ise insanların en yalancısı olarak nitelenebilmiştir.” Örneğin İkrime, Buhari ve meşhur birçok hadisçiye göre çok itibarlı bir nakilci iken, Müslim’e göre yalancıdır. Bunun örnekleri çoktur. Fakat örnekler içinde kanaatimizce en ilginç olanı geleneksel anlayışın en meşhur hadis kitabının yazarı Buhari’nin, en yaygın mezhebin başı Ebu Hanife’yi “gayri-sika” yani “güvenilmez” ilan edip, ondan tek bir hadis dahi nakletmemesidir. En ünlü hadisçiye göre en ünlü mezhebin kurucusu güvenilmezdir,  fakat geleneksel taklitçi zihniyete göre bunlar “en güvenilir, en mübarek” iki kişidir. Cerh ve tadildeki, yani hadis nakledenlerin güvenilirliği hakkındaki tartışmalarda çelişkili izahlar en az hadislerdeki çelişkiler kadar çoktur. Bunların çoğunun gereksiz ve sıkıcı olmasından dolayı daha fazla detaya girmiyoruz.

Tüm bu hadisler, önce nakil zincirlerinin sonunda sahabeye atfedilir, daha sonra Peygamberimiz’den duyulduğu ifade edilir. Sahabelerden sonraki kişiler, bir sonuç alınamasa dahi, hiç olmazsa tartışma konusu olmuşlardır. Oysa sahabe isimleri geçince, sahabeden duyulan söz, sahabe olduğu söylenen kişinin kim olduğuna bakılmadan doğru kabul edilir. Kuran’ın hiçbir yerinde Peygamberimiz’i her görene güvenileceğine dair bir izah yoktur. Bilakis Peygamberimiz’in etrafındaki “Müslümanım” diyenlerin bir kısmı Kuran’da eleştirilir. Münafıkların (ikiyüzlülerin), Müslümanların arasına girdiği de Kuran’da belirtilir. 9-Tevbe Suresi 101. ayette; Peygamberimiz’in dönemindeki ikiyüzlülerin hepsini Peygamberimiz’in bile bilmediği söylenir. Peki, Peygamber’in bile bilmediği ikiyüzlüleri (münafıkları) hadis imamları nasıl bilmişlerdir? Hadis naklettikleri kişilerin bu bahsedilen münafıklardan biri olmadığını nasıl iddia edeceklerdir? Yoksa Kuran’da, Peygamberimiz’in hayattayken bilemediği söylenilen kişileri, bu mezhep imamları, bu kişiler öldükten 200 yıl sonra mı bilebiliyorlar? Peygamberimiz’in vefatından sonra sahabelerin bir kısmının diğerleriyle savaşı, birbirlerini kafirlikle ithamları da her sahabe olduğunu söyleyene güvenilemeyeceğini gösterir. Oysa sahabeyi tartışmasız doğru kabul eden zihniyet, sahabeyle aralarındaki zincirlerde birçok yanlış ve birbirleriyle çelişkili değerlendirme yaptıkları gibi, sahabeyi toptan doğru kabul edip de hata yapmışlardır. Bazı aydın din adamlarının dikkat çektiği gibi, eğer tüm sahabenin güvenilir olduğu iddiasının yanlışlığı kanıtlanırsa, bütün hadis mantığı çökecektir.

MANA İLE HADİS NAKLİNİN GETİRDİKLERİ

Hadis nakil sürecinde hadislerin; hem metin, hem nakil zincirleriyle ezberlenip, yüzlerce yıllık süreçte dağ, tepe ve çöl arasında, kulaktan kulağa seyahat ettiğini unutmayalım. Daha evvel saydığımız hadislerin kasıtlı uydurulma sebeplerini, hadis nakil zinciri olmayan hadislere nakil zincirlerinin uydurulduğunu yok saysaydık, tüm hadis zincirlerinin doğru, tüm hadis nakilcilerinin iyi niyetli olduğunu varsaysaydık bile hadisler güvenilir olamazdı.

Hadisler konusunda yeterli bilgiye sahip olmayan halktan büyük bir kesim, hadislerin Peygamberimiz’in ağzından çıktığı şekilde kelimesi kelimesine bize ulaştırıldığını zannederler. Hadislerin içinde doğruyla yalanın karışmış olması bir yana, hadislerin Peygamberimiz’in ağzından çıktığı şekliyle bize ulaştırıldığını hadisçiler bile iddia etmez. Buhari başta olmak üzere birçok hadisçi, hadisin manasının korunmasının yeterli olduğunu, asıl metnin ezberlenmesinin şart olmadığını ifade etmişlerdir. Bu ise hadislerin içine birçok kimsenin kendi görüşünü sokması, tam anlayamadığı halde anlayamadığını anlamayanların, hadis metnini bozup manayı da bozmaları gibi sonuçlar doğurmuştur. Her nakilci, hadisin metnini akılda tutabilecek güçte bir hafızaya sahip olmadığından aklında kaldığı şekliyle hadisleri nakletmiş, bu da dilden dile anlam kaymalarına sebebiyet vermiştir. Tüm bu sakıncalara rağmen Buhari ile en büyük iki Ehli Sünnet mezhep olan Hanefi ve Şafi mezheplerinin başları Ebu Hanife ve Şafi de mana ile rivayeti yeterli görmüşlerdir.

Peygamberimiz’in en geniş topluluğa konuştuğu anın Veda Hutbesi olduğunu ve burada yüz binden fazla kişinin bulunduğunu hadisçiler kabul eder. Yüz binden fazla kişinin şahit olduğu iddia edilen bu hutbenin ayrı ayrı metinlerde, nasıl farklı olduğunu görmemiz, mana ile hadis naklinin ve hadis uydurmacılığının, en sağlam hadis olması beklenen veda hutbesinde bile nasıl tahrifat yaptığını gösterir.

Hadisin başını sonunu duymamak da önemli mana kaymaları yapabilecek bir unsurdur. Ebu Hureyre’nin “Uğursuzluk üç şeyde olur; ev, kadın ve at” diye Peygamber’e hadis atfettiğini duyan Hz. Ayşe: “Allah’a yemin ederim ki Allah’ın elçisi bunu asla söylememiştir. O ancak şunu söylemiştir. Cahiliye ehli şöyle derlerdi: Uğursuzluk şu üç şeyde olur; ev, kadın ve at.” Görüldüğü gibi Hz. Ayşe’ye atfedilen ve Ebu Hureyre’ye yapılan bu itiraz; “mana ile hadis nakli mümkündür” deyip başını, sonunu, durum ve şartları nakletmeden yapılan hadis rivayetlerinin yol açtığı felaketlere bir örnektir.

Saydığımız tüm bu koşullardan dolayı, hadisçilerin benzer ölçülerle hadis toplayanları bile birçok hadiste ihtilaf etmişlerdir. Buhari’nin birçok hadisi Müslim’e göre yanlış, Müslim’in birçok hadisi de Buhari’ye göre yanlıştır. Hele dört mezhebin kurucuları Ebu Hanife, Şafi, Malik ve Hanbel’in hadisleri değerlendirmelerinde “sahih, zayıf, hasen” tipinde kategorik ayrımlar da yoktur. Dört mezhebin imamları, kendi akıllarına yatan hadislerle, “kütübü sitte”yi (altı meşhur hadis kitabı) yazan hadis imamlarının ölçülerine uymaksızın, mezheplerini kurmuşlardır. Bunlardan en büyük mezhebin kurucusu Ebu Hanife; “hadis bilgisinin zayıflığı ve hadisi de bir kenara bırakıp kendi görüşünü (reyi) ön plana çıkarması” yüzünden, başta Buhari olmak üzere hadis imamlarınca şiddetle eleştirilmiş ve sözüne güvenilmez bir kişi olarak ilan edilmiştir.

Yukarıda da belirttiğimiz gibi bizzat Peygamberimizin yasağına rağmen, gelenekçi İslamcılar hadislerden de Kuran gibi hüküm çıkartılması gereğini savunurlar. Yani onlara göre hadisler de Kuran gibi dinin kaynağıdır. Peki dinin kaynaklarından biri de hadis ise, Hz. Muhammed nasıl olur da hadis yani kendi ağzından çıkan sözleri yasaklar? İnsanları dini eksik öğrenmelerini, sözlerine yalan katılmasını, sözlerinin bir kısmının unutulmasını göze alır? Eğer Peygamber dinin bir kaynağının (hadis) kayda geçmiş olmasını engellemişse, İslam Dininin tam ve eksiksiz bir şekilde öğrenilmesini engellemiş olmaz mı? Yukarıda belirttiğimiz gibi pek çok hadis uydurulmuştur ve birbirleriyle çelişmektedir. Oysa Kuran ayetlerinden anladığımız gibi Kuran yeterlidir. Bunu da en iyi anlayan şüphesiz Peygamberimiz Hz. Muhammed’dir. Görüldüğü gibi Peygamber’in sünneti (davranış tarzı) hadislerin Kuran’a ilaveler yapan kitaplar olarak yazılması değil, hiç yazılmamasıdır.

Konuyu dikkatli gözlerle inceleyen bir araştırmacı, hadislerin piramit biçiminde olduğunu hemen görür. Piramidin tepesi Peygamberimizin yaşadığı dönem olarak kabul edersek, aşağıya indikçe piramidin eninin arttığını, genişlediğini fark ederiz. Temele vardığımızda da buranın Peygamber döneminden ne kadar da geniş olduğunu görürüz. Hâlbuki doğru olan, olması gereken tam tersidir. Çünkü Peygamberin yanında olanlar (Sahabe) hadisleri (Peygamberin söylediklerini) en iyi bilenlerdi. Sonra onların ölümleriyle hadisleri bilenlerin sayısı azalacak ve bu şekilde üstteki piramit ters şekilde gelişecekti. Ancak bu arada Emevi dönemindeki hadislerin bu dönemdekilerden daha kabarık olduğunu da not düşmek gerekiyor.  Devam edelim, bazı hadis bilginlerinin iddiasına göre 2 milyonu aşkın hadis bulunmaktadır. En doğru hadis kitabı olarak gösterilen Buhari’nin kitabındaki hadisleri 600.000, Müslim’in 300.000, Ebu Davut’un 500.000, Malik’in 100.000, İbni Hanbel’in ise 750.000 hadisi tarayarak kendi kitaplarına aldıkları, bizzat kendi yazdıklarından öğreniyoruz.

Gelin bir hesap yapalım. Peygamberimiz 23 sene Peygamberlik yapmıştır ki bu da tam 8395 gün demektir. Toplam 2.000.000 hadisi ele aldığımızda Peygamberimizin her gün 240 hadisi söz konusu. Bu da saat başı 10 hadis eder. Peygamberimiz normal bir insan olduğundan günde 5 vakit namaz süresini, yemek süresini, uyku süresini ve diğer ihtiyaçlarını da göz önüne aldığımızda en az 8 saati, bu 24 saatten düşmemiz gerekir. Yani saat başı 15 hadis, dakikada da 4 hadis.  Hesap yanıltmaz ama çok mu karıştı diyorsunuz. Pekala şöyle diyelim. Herhangi bir kişiye bir yıl önce en çok beraber olduğu, vakit geçirdiği kişinin, mesela eşinin, babasının, annesinin sözlerini (hadislerini) ve yaptıklarını yazmasını söyleyelim. Aradan sadece bir yıl geçmesine karşın hatırlanan sözlerin 8395 rakamını bulması mümkün mü? Peki daha sonraki kuşaklar örneğin 200 sene sonra bu sözleri birebir ve doğru olarak hatırlayabilir mi? (Peygamberimizin vefatından 200 sene sonra hadisler toplanmaya başladı.)  Tüm bu hadis kitabı yazarlarının tüm bu hadisleri ezbere bilmeleri ve kendilerince doğru olanları seçtikleri söylenir. Haydi 2.000.000’dan vazgeçtik örneğin Buhari’inin 600.000 hadisi ezbere bildiği söylenebilir mi? Haydi o bu kadar hadisi ezbere bilmiyordu diyelim, ya ona aktaranların? Yakınlarınıza kaç kelimeyle Türkçe konuştuklarını sorun. Kimse tam olarak cevap veremez. Sayı 600.000 gibi rakamlara ulaştığındaysa insanın ezberindekini sayması imkânsızlaşır.

Bir diğer önemli sorun da bu hadisçilerin aynı konuda farklı hadisleri de sahih sayıp kitaplarına aldıkları gerçeğidir. Bunlara bir de hadisçilerin aynı konuda farklı hadisleri doğru olarak aktarmalarıdır ki, ortaya çıkan durum son derece komiktir. Sonraki yazımızda bu konuya da ayrıntılarıyla değineceğimizden şimdilik bir örnekle yetinelim.

SORU: Oruçlu iken kan aldırılır mı? Konu başlığı bu, son derece net bir soru. Cevaplara bakalım..

1.      “Kan aldırmak yapanın da yaptıranın da orucunu bozar.” Buhari Oruç 32, Ebu Davud Oruç 28, Tırmizi Oruç 60.

2.      “Peygamberimiz oruçlu iken kan aldırmışlardır.” Buhari Tıp 11, Tırmizi Oruç 59, Ebu Davud Oruç  29-30.

 

Dikkat etmişsinizdir mutlaka, aynı konuda aynı hadisçiler ve de farklı iki yorum. Peygamber eğer kan aldırmanın orucu bozduğunu söyleseydi, hiç şüphesiz kendisi kan aldırmazdı. Üstelik Kuran’da orucu; yemek, içmek ve cinsel ilişkinin bozduğunu yazar. Yani birinci çelişik hadis ikinci hadisle olduğu gibi Kuran’la da çelişmiştir. En doğru denilen altı hadis kitabının üçünden yaptığımız bu alıntı, çelişik hadislerin en doğru denilen hadis kitaplarına nasıl girdiğinin bir delilidir.

(Birinci Bölümün sonu)

ALLAH
MUHAMMED
BUHARİ
İMAM MALİK’İN MUVATTA KİTABI
AHMET BİN HABBEL
BAKARA SURESİ
HADİS
MALİKİ MEZHEBİ
SUBHİ ES SALİH
BESMELE
EL CAMIUS SAHIH – TIRMIZI
TIRMIZI

Trả lời

Email của bạn sẽ không được hiển thị công khai. Các trường bắt buộc được đánh dấu *