İSLAM YAYILIRKEN SAHTE PEYGAMBERLER VI

İSLAM YAYILIRKEN SAHTE PEYGAMBERLER VI
19 Ekim 2019

(ALTINCI BÖLÜM)

 

 MÜSEYLIMET ÜL-KEZZAB (Ö.633)

Bir gün Hazret-i Muhammed mimbere çıkarak, cemaate şöyle seslendi: “Ey nas! Ben Kadir gecesi bir rüya görmüş ve sonra onu unutmuştum. Rüyamda kollarımda iki altın bilezik gördüm, bu ikisinden nefret ettim, onlara üfürdüm, onlar da uçup kayboldular. Ben bu iki bileziği Yemen’de ve Yemâme’de çıkan bu iki yalancı ile yorumladım” (İbni İshak, İbni Hiş am, IV., S. 246). İşte Hazret-i Muhammed’in rüyasını yorumlarken bahsettiği Yemâme’de çıkan yalancı, oraya hükmeden ve peygamberlik iddiasında bulunan Müseylime’dir. (Ebû Sümâme Rahmânü’l-Yemâme Mesleme b. Sümâme b. Kebîr (Kesîr) el-Hanefî el-Vâilî)  Yemâme’nin hâkimi olup 8. yılda ölmüş olan Hevze’nin yerine, nasıl olup da bu adamın geçtiğini eldeki İslam kaynaklarından öğrenmek imkânsızdır. Fakat kendisinin kişiliği araştırıldığı zaman onun birçok meziyetlerle birlikte, kabilesinin en ileri gelen şahsiyetlerinden biri olduğu görülür. Buradan da onun Hevze’nin yerini almakta güçlük çekmediği kolayca tahmin edilebilir.

Şimdi kim bu Hevze, nereden çıktı diye soracaksınız? Hemen merakınızı giderelim. Yemâme hükümdarı Hevze bin Ali, Hıristiyandı. Peygamber Efendimiz, Hicretin 7. senesi Muharrem ayında bu hükümdarı da İslâmiyet’e davet etmek üzere Salit bin Amr’ı vazifelendirdi ve yazdığı bir mektupla onu Yemame’ye gönderdi. Salit bin Amr, durup dinlenmeden yol alarak hükümdarın yanına vardı ve Efendimizin mektubunu ona verdi. Mektubu okuttu. Ancak Hevze, Peygamberimizin bu davetini kabul edemeyeceğini nazik bir dille ifade etti. Şüphesiz, bu uzak kalışta saltanatta kalma arzusu büyük rol oynamıştır. Bununla birlikte Hevze, Peygamber Efendimize verilmek üzere bir mektupla bir takım hediyeleri elçi Hz. Salit vasıtasıyla gönderdi. Salit bin Amr (r.a.), Medine’ye dönerek Resûl-i Ekrem Efendimizin huzuruna vardı. Olup bitenleri anlattıktan sonra Hevze’nin gönderdiği mektubu Efendimize verdi. Hevze mektubunda Efendimize şöyle diyordu: “Dâvet ettiğin şey çok iyi, çok güzel! Ben, kavmimin hatibi ve şairiyim! Araplar da benim kavmimden korkarlar! Bana, işinden bazı salâhiyetler ver de sana tâbi olayım!” Resûl-i Ekrem Efendimiz, bu yersiz teklif için, “Yerdeki bir hurma koruğunu bile istese, ona vermem” buyurduktan sonra, kendisine tâbi onca insanın hidayetine (doğru yola girmek) de mani olduğundan Hevze’ye, “Elindeki her şey yok olsun” diye beddua etti. Bu tarihten bir yıl kadar sonra Cebrâil (a.s) gelip Efendimize Hevze’nin kâfir olarak öldüğünü haber verdi. Evet İslam kaynaklarında Hevze’nin anlatılan hikayesi özetle böyle.

Bu konuya da açıklık getirdikten sonra anlatımızı sürdürelim. Şair, hatip, kâhin ve nüfuz sahibi bir kişi olan Müseylime’nin Yemâme amirliği ile birlikte büyük bir sorunu da üzerine almış olduğu muhakkak. Bu da Hanife kabilesinin önemli bir kısmına hükmeden ve İslâmiyet’i kabul etmiş bulunan Sümâme’nin rekabetidir. Sümâme bin Üsal Mekke’nin fethinden epeyi önce Müslüman olmuş ve Hanifelilerden İslâmiyet’i kabul edenler onun etrafında toplandığından kuvveti artmıştı. Ayrıca Medine hükümeti de Müslüman olması nedeniyle Sümame’nin doğal müttefikiydi. Bu çıkmaz karşısında Müseylime zengin topraklara ve nüfus çokluğuna sahip bulunan kendi kabilesi Yemame’yi Hazret -i Muhammed’in her gün biraz daha artan nüfuzu altına girmekten kurtarabilmek amacıyla kendisinin de Hz. Muhammed gibi yeni bir dinin müjdecisi olduğunu ilan etti ve Kuran’a a nazireler söylemeye başladı. Buhari, Vakidi ve İbni Abbas, Müseylime’nin Hazret-i Muhammed’i bir heyetle birlikte ziyaret etmiş olduğunu rivayet etmektedirler. Müseylime bu ziyareti, Arap Yarımadasının merkezileşmekte olan idaresinin Hazreti Muhammed’den sonra kendisine intikalini istemek üzere tertiplemiş ve şöyle demiştir: “Eğer Muhammed kendinden sonra beni halef tayin ederse, kendisine tabi olurum”.Hazret-i Muhammed ise o sırada elinde bulunan hurmadalını göstererek: “Elimde bulunan şu dal parçasını istesen, onu bile sana vermem. Sen de Allah’ın hakkındaki hüküm ve nüfuzuna tecavüz edemezsin. Eğer sen bana ve Hakka muhalefet edersen, Allah seni muhakkak helak eder ve ben muhakkak sanırım ki, sen onda gördüğüm eşkâle göre, bana gösterilen kişisin” der.

 

 Hicret’in 10. yılında Hz. Muhammed’in Müseylime’ye kendisini İslam’a davet eden bir mektup gönderdiğini ve onun da kendisinin Hz. Muhammed gibi peygamber olduğunu iddia eden bir cevap yazdığını bir başka yazımızda uzunca belirtmiştik. (TOPKAPI SARAYI VE KUTSAL EMANETLER) Daha sonra Peygamberimiz bu yalancı peygambere ağır bir mektupla cevap vermişti. İbni İshak, bu mektubun Hicri 10. yılın sonunda yazıldığını ileri sürerken, bizzat Taberi, Müseylime ve emsali gibi peygamberlik iddialarında bulunan kimselerin, Hazret-i Muhammed’in Veda Haccından sonraki hastalığı sırasında ortaya çıktıklarını ilâve etmektedir. Fakat Peygamber hasta olduğu hâlde, bu yalancı peygamberlerle mücadeleden geri durmamış, hatta bu münasebetle Furat bin Hayyân ül-İcli’yi aynı maksatla Yemâme’deki Müslümanların başkanı bulunan Sümâme bin Üsal’e yollamıştı. Eski ve yeni tarihçilerden bazıları Müseylime’nin peygamberlik iddiasına başlamadan önce Medine’ye gelerek İslâmiyet’i kabul etmiş olduğunu kaydetseler de, bize göre büyük bir kabilenin başkanı ve çok önemli bir askeri kuvvetin de komutanı olan Müseylime’nin Medine’ye gelip önce Müslüman olması, sonra Medine’ye boyun eğmemek için bütün gücü ile savaşması, kabilesi ile birlikte kanının son damlasını bu uğurda harcaması, bizi bu iddiaları şüphe ile karşılamaya sevketmektedir.

Müseylime yavaş yavaş İslamiyet’in Yemame’ye tesir etmekte olduğunu gördüğünden memleketini bu tesirden kurtarmak için iki çareye başvurmak gerektiğini anladı. Bunlardan ilki dini bir yol açmak ve İslâmiyet’in Yemame’de yayılmasını önlemek; ikincisi ve son çare ise savaş yoluyla Kureyş ve Ensâra (Hz. Muhammed Mekke’den Medine’ye göçtüğü zaman, Mekke’den gelen Müslümanları konuk edip, onlara yardım edenler için kullanılır) karşı koymaktı. İşte böylece Peygamber’den red cevabı alan Müseylime, Hazret-i Muhammed’i örnek tutarak, kabilesi Yemame’de peygamberliğini ilan etti ve güya ayet olan bir takım sözleri sıraladı. Şairlik ve hatiplik gibi meziyetleri yanında kâhinlik vasfı da bu yolda ona yardımcı olmuştu.

Kısa boylu, çok sarı benizli, basık ve kalkık burunlu olan Müseylime’nin neyrenciyat (narenciye) ile meşgul olduğu söylenir. Gene onun herkesle konuşup, herkese bahşiş/hediye vererek etrafını memnun ettiği Taberi’de, Sümâme bin Üsal’in maiyetinde bulunan Üsal ül – Hanefi tarafından rivayet edilmektedir. Üsal şunları da anlatmaktadır: “Peygamber’in yanında bulunup Kuran’dan parçalar öğrenmiş olan Reccal bin Unfuva ona her işinde arkadaşlık ederdi. Hâlbuki Peygamber onu Yemame halkına öğretmen olarak göndermiş ve orada Müseylime aleyhine çalışmasını emretmişti. Fakat o, Beni Hanife için fitne ve fesat kaynağı olmaktan başka bir işe yaramadı. Hatta Hazret-i Muhammed’in Müseylime’yi peygamberlik işinde kendisine ortak yapmış olduğuna tanıklık edecek kadar ileri gitti. Hanifeliler onun sözlerine kandılar ve Müseylime’nin peygamberliğini kabul ettiler.Taberi’nin, naklettiği Müseylime’nin “herkesle konuşup herkese hediye verdiği” yolundaki bilgi ise, her halde onun mütevazı, cömert ve hayırsever bir insan olduğunu göstermektedir. Bunların dışında Müseylime’nin portresini daha keskin çizgilerle çizmek imkânlarını bize verecek olan bilgilerden mahrumuz.

Ne ilginçtir ki, bazı Oryantalistler, Yemâme Rahmanı adı da verilen Müseylime’nin Hazreti  Muhammed’ten çok önce peygamberlik iddiasında bulunduğunu, bir takım yanlış yollardan yürüyerek ve hatalı tefsirlerde bulunarak iddia etmişlerdir. Bunlar Müseylime’nin Hazret-i Muhammed’den çok önce peygamberlik etmekte olduğunu, Kuran’ın ilk ayetlerinin Müseylime’nin ayetlerinden alınan tesirle bildirilmiş olduğunu ileri sürmüşlerdir. Hatta bunlar arasında İngiliz doğubilimci, papaz David Samuel Margoliouth (1858-1940), Muslim ve Hanif kelimelerinin ilkönce Müseylime tarafından kullanıldığını, bunların tek Tanrıcı anlamına geldiğini, Hz. Muhammed’in bu terimleri aynen kabul etmiş bulunduğunu öne sürerek, Taberi ve diğer kaynakların vermiş olduğu malzemeleri bir yığın hayal mahsulü hikâyeler olarak değerlendirmekten çekinmemiştir.

Taberi (Tür. ter., II., 2., S. 916)’de Hazret-i Muhammed, Üsame komutasında Şam’a asker göndermek için seferberlik ilan ettiği halde, Müseylime’nin isyanı buna engel oldu ve seferberlik işi tamamlanamadı kaydı vardır. Bu ifade de Müseylime’nin Hz. Muhammed’ten önce peygamberlik iddiasında bulunmamış olduğunu açıklamaktadır. Eğer Yemame’de daha önceden Medine hükümetini maddi, manevi bakımdan tehdit eden bir tehlike var olsaydı, Hz. Peygamber orduyu Şam’a göndermek için değil, Hanifeliler üzerine sevketmek için hazırlardı. Bu arada akla şu soru geliyor, eğer Müseylime Hazret-i Muhammed’den önce peygamberlik iddiasına başlamış olsaydı, tek tanrılı bir dini arayan ve onu kabule hazır bir duruma gelmiş bulunan Araplar tarafından İslamiyet’in değil, Müseylime’nin kurmak istediği dinin kabul edilmesi gerekmez miydi? Buna ek olarak, İslam Dininin doğması ve Hz. Muhammed’in başarıları çok geçmeden komşu devletler tarafından öğrenilmiş, bunların bilhassa Bizans kaynaklarında oldukça geniş bir yer işgal etmiş olmasına rağmen, bu yabancı kaynaklarda Müseylime hakkında en küçük bir kayda bile rastlanmadığını da göz ardı etmemek gerekir kanısındayız. Müseylime’nin Hazret-i Muhammed’den çok önce peygamberlik iddia etmediğini gösterecek daha başka deliller de vardır. Mesela, Müseylime savaş meydanında çevik bir muharip olarak çarpışmıştır. İddia edildiği gibi 150 yaşında yahut biraz insafla 85 yaşında olsaydı (Margoliouth’un hesabına göre),bu ileri yaşta savaş meydanına atılmaması gerekmez miydi?

Hazret -i Muhammed’in Hicretin 10. yılında, Veda Haccındanhastalanarak dönmesi, bir müddet sonra hastalığının arttığı haberininYarımadada yayılması, Müseylime’nin cesaretini arttırdı. Çevresine büyükbir kalabalık toplamaya muvaffak oldu. Bazı tarihler onun 40.000 kişilikbir orduya sahip bulunduğunu yazarlar. Yukarıda bahsedildiği üzereHz. Muhammed bu haberi duyunca, Beni Hanife arasında çıkacak bir ayaklanmayı önlemesi için Sümâme’nin tedbirli olmasını tavsiye etmeküzere Furat bin Hayyân ül- İcli’ yi Yemame’ye yolladı. Ancak Müseylime’nin kendi kabilesinden olması ve bu nedenle peygamberin isteğinin tam tersine Hazret-i Muhammed aleyhinde çalışması, kısaca Peygambere ihanet etmesi, Sümâme yanlısı pekçok Müslüman Hanifelinin, Sümâme’yi terk ederek Müseylime tarafına geçmelerine sebep oldu. Sümâme’nin ve onun gibi samimi Müslümanların Müseylime’nin karşısında tutunmaları artık güçleşmişti. Nitekim Yemame’nin en önemli mevkilerini işgal eden bir takım insanların bu yüzden memleketlerini terketmek zorunda kaldıklarını görüyoruz.

Hazret -i Muhammed’in 11. yılın Rebiülevvel ayında (Hicri takvime göre yılın üçüncü ayı), bu dünyayı terketmesi ve bu arada Arap Yarımadasında çıkan isyan ve irtidadlar (dinden çıkmalar),  Müseylime’nin davasını gerçekleştirmek hususundaki cesaretini büsbütün arttırmıştı. Bir takım kabile şefleri, kimi askeri güçlerine ve ittifaklara güvenerek, kimi kâhinlik kuvvetlerini peygamberlik iddialarına vasıta kılarak ve kabile asabiyetine dayanarak çabucak dinden döndüler. Topladıkları vergileri yeniden halka dağıtarak etraflarına kolayca adam toplamayı başardılar. Gene bu arada, Tuleyha ve Secah konularında incelendiği üzere Medine ve Mekke’ye en yakın kabilelerin bile dinden dönmüş oldukları görüldü. İşte, İslamiyet’in henüz güçlü bir şekilde yerleşmemiş olduğu Arap Yarımadasının bu karmakarışık devrinde EbûBekr Abdullah bin Ebî Kuhâfe Osmân bin Âmir el-Kureşî et-Teymî(Ebu Bekir 573-634) gibi ileriyi gören ve yapacağını çok iyi bilen bir şefe ihtiyaç vardı.

Arabistan Yarımadası Hazret-i Muhammed’in yaşamı süresince tamamıyla İslamiyet’i kabul etmiş değildir. Fakat Yarımadanın Hicaz’a en uzak bölgelerinde bile Hz. Muhammed’in dinini şeklen de olsa kabul etmiş topluluklar vardı. Böylece birçok bölgeler İslamiyet’i benimsememekle beraber, İslam hâkimiyetini kabul etmiş bulunuyordu. İşte Ebu Bekir bunların İrtidad (dinden dönme) ve isyanına karşı onbir askeri birlik teşkil etmek mecburiyetinde kalmış ve bunları Yarımadanın en uzak bölgelerindeki isyan ve dinden çıkmalara karşı yollamıştı. Ridde’yi (dinden dönmek) küçümsemek için bazı Oryantalistlerin sarfettiği gayret bizce boşuna olmuştur. Hazret-i Muhammed’in şahsiyetini idealleştirmek, O’nun daha hayatta iken, kurduğu binanın çöküntülere maruz kaldığını göstermekle olmaz kanaatindeyiz. İslam kaynakları 11. yılda Ebu Bekir’in kazanmaya mecbur olduğu savaşları nakletmekle, yani İslam’ı kabul etmiş olan kabilelerin çoğunun irtidad ettiğini ve İslamiyet için büyük bir tehlike doğduğunu yazmışlardır.Tuleyha ve Malik bin Nüveyre gibi şahsiyetler için, Medine’ye gelerek İslâmiyet’i kabul ettiklerini beyan eden kaynaklar, Esved’in davet edildiği yeni dini reddettiğini, Secah’ın ve Hevze’nin Hıristiyan olduklarını, Kisra’nın Hz. Muhammed’in dine davet mektubunu parçaladığını da yazmakta, hatta Müseylime’nin Müslüman olduğunu kesin olarak iddia cihetine gitmemektedirler. Oryantalistlerin iddiaları yerinde olsaydı, o zaman Hz. Muhammed’in bu en önemli düşmanlarının da İslamiyet’i daha önce kabul ettikleri aynı kaynaklar tarafından iddia edilmesi gerekirdi.

11. nci Hicret yılında Ebu Bekir halife seçilince, Habib bin Abdullah el-Ensariyi, Beni Hanife’deki dinden çıkmaları engellemek üzere Yemâme’yeelçi olarak gönderdi. Bu zat, Beni Hanife ileri gelenlerinin önlerindeKuran okudu ve ateşli hitaplarda bulundu. Fakat Müseylimeonu öldürttü. Bundan sonra Ebu Bekir Sümâme’ bin Üsal’a yardımcı olsundiye bu kez kumandan İkrime’yi bir miktar kuvvetle Yemâme’ye yolladıysa da, oda başarılı olamadı. Arkasından Şurahbil bin Hasene’yi gönderdi.Şurahbil gelmeden önce, İkrime onu beklemeden şeref ve şöhret kazanmak ümidiyle aceleedip Müseylime üzerine yürüdü. Ancak Yemâmeliler onu yendiler. O da çekilip geri dönmek zorunda kaldı. Şurahbil de aynı şekilde Ebu Bekir’den, yeni bir emir alıncaya kadar yerinden ayrılmamasını bildiren bir mektup aldı. Fakat o da şeref peşinde koştuğundan aynı hatayı yaparak İkrime gibi emre itaat etmedi Müseylime’nin üzerine saldırdı ve bozguna uğradı.

Bu sırada, Butah savaşını kazandıktan sonra öldürttüğü Malik bin Nüveyre’nin karısı ile evlenmesi yüzünden suçlu duruma düşmüş bulunan Halid, Medine’ye gelmişti. Ebu Bekir onun suçunu affedip kendisini, Ensâr ve Muhacir’lerden oluşturduğu kuvvetlerin başkomutanlığına tayin ederek Müseylime karşı Yemâme’ye gönderdi. Müseylime, Halid’in yaklaşmakta olduğu haberini alınca, Akrabadaordugâh kurdu ve seferberlik ilan etti. Bu esnada Mucca’a bir takım şahsi sebeplerden dolayı, Mâlikler’den ve Temimler’den öç almak için, küçük bir birliğin başına geçmiş ve yola çıkmıştı. Zeyd ile Ebu Huzeyfe’yi ordusunun sağ ve sol kanatlarının başına geçirmiş bulunan Hâlid yanında Şurahbil de bulunduğu halde savaş alanına doğru ilerledi ve el- Urd’da konakladı. İkiyüz kişilik bir birlikle gece baskını yaptırdı. Bunlar başlarında Muccâ’a bin Murrare el-Hanefi bulunan bir birliği uykuda iken esir aldılar (İbniSa’d, Tabakat, V., S. 400). Esirler Hâlid’in yanına getirilince onlardan “İslam’a sığınmak üzere mi yola çıktınız”?diye soruldu. Bunlar mertlik gösterip hakikati söylediler. Hâlid de bunların kendisine sığınmak amacıyla yola çıkmadıklarını öğrenince Muccâ’a’dan ba şka hepsini öldürttü ve Akraba‘ya gitti. İki taraf savaşa katıldıktan bir müddet sonra Müslümanlar geri çekilmek mecburiyetinde kaldılar. Hâlid çadırını, hattâ eşini bile bırakarak geri çekildi. Hanifeliler onun çadırına girdiler. Eğer “YemâmeMuccâ’ıadı verilen Muccâ’a bin Murrare, Ümmü Temim’i cansiperane korumasaydı, Hanifeliler onu öldüreceklerdi. Yemâme’liler öylesine kıyasıya çarpışıyorlardı ki, vaktiyle Peygamber’in amcası Hamza’yı öldürmüş olan Vahşi bin Harb bile onların bu kahramanlıklarını şu sözlerle açıklamaktan kendini alamamıştır: Ölüme Müseylime’ninadamları kadar sabırlı ve tahammüllü kimseyi görmedim”İbni Sa’ d’a göre (Tabakat, VII., 2., S. 136 v. öt.) Müslümanlarınbu geri çekilmeleri iki veya üç defa tekrarlanmıştır.

Hâlid savaşın yenilgi ile sonuçlanmasından fena hâlde endişeye kapıldığından Ensâr ve Muhacirlerin de tekliflerine uyarak zaafın nereden kaynaklandığını anlamak amacıyla askerlerini göçebe ve şehirli olmak üzere ikiye ayırıp öyle savaşmağa başladı. Savaş o kadar şiddetli ve her iki taraf için öylesine ölüm kalım savaşı oldu ki, göçebelerin mi yoksa şehirlilerin mi daha iyi çarpıştığı farkedilemedi. Müseylime’nin en önemli ve kahraman komutanı İslam ordusuna mukavemet edebilmek için askerlerine “Hadikatür – Rahman”adı verilen (sonradan Hadikat ül – Mevt adı verilmiştir) etrafı çevrik bir bağın içine girmeleri emrini verdi. Müseylime de bu bağa sığınmıştı. Müseylime öldürülmedikçe, savaşın sona ermeyeceğini anlayan Hâlid, düşman kuvvetlerinin arkalarının bırakılmaması emrini verdi. Müslümanlar arasında o günün parolası “Ey Bakara süresinin sahipleri” idi. Büyük bir şiddetle “Rahmanın bahçesi”ne saldıran Müslümanlar, surlardan dolayı Müseylime ile karşılaşamıyorlardı. Bu arada el – Berâbin el – Malik kendisini bağın surlarından aşağıya attırıp çarpışa çarpışa surun kapısına vardı. Kapıyı Müslümanlara açıp onları içeriye aldıktan sonra tekrar kapayıp anahtarı dışarı fırlatıp attı. İşte burada İslamlar hatta İslâmiyet için bir ölüm kalım savaşı yaşandı. Bu hengâme sırasında Kalabalıktan biri yüksek sesle “Siyah bir köle Müseylime’yi öldürdü”diye bağırdı. Müseylime’nin öldürülmüş olması Beni Hanifelilerin cesaretlerinin kırılmasına ve sonunda savaşı kaybetmelerine vesile oldu.

Akraba (Yemame) Savaşı’nda -632- Müslümanlar pek çok değerli hafızlarını kaybettiler. (Ebu’l-Fidâ, Tarih, I., S. 166) Ebu Huzeyfe, Sabit bin Kays, Zeyd bin Hattabgibi kahramanlar da bu arada şehit düşenler arasında bulunmaktadır. Buna karşılık el- Muhakkim bin Tufeyl, el – Reccal bin Unfuva gibi Müseylime’nin en önemli komutanları, Müseylime’den önce öldürülmüşlerdi. Bu savaşta Müslümanlar Hadikat ül-Mevt’de 7000 kişi katlettiler. Bir kısım Hanifeliler de bağdan kaçıp kalelere sığındılar.

Müseylime’yi kimin öldürmüş olduğunu İslam tarihçileri kesin olarak belirtmemişlerdir. Eski tarihler araştırıldığı zaman birçok kimsenin Müseylime’nin öldürülmesine bizzat iştirak etmiş olmak gayretini güttükleri görülür. Bu durum bize şunu gösterir: düşman İslamiyet için o derece kuvvetli ve ürkütücü idi ki, savaşta bulunanlar onu yok etmenin şerefini bir türlü paylaşamamışlardır. Akraba yahut Yemâme savaşının vuku bulduğu tarih, bazı yazarlara göre Hicri 11., bazılarına göre ise 12. yıldır. Bizce bu tarih 632 yılının Aralık ayıdır. Bu savaşta her iki tarafın kaybettiği insan sayısı da savaşın yapıldığı tarih gibi kesinlikten uzaktır. Mes’udi (Et – Tenbih, S. 223) Yemame’de ölen Müslüman askerlerin sayısının 1200 olduğunu, Taberi, Ensâr ve Muhacirlerden toplam 600 kişinin şehit düştüğünü, Belazûri 1700 veya 1200 Müslüman askerin zayi olduğunu kaydetmektedirler. Ben-i Hanifenin kayıpları ise daha çoktu. Taberi, Akraba’da 7000, Hadikat ül – Mevt’de 7000, sonra takipte de 7000 kişinin öldürülmüş olduğunu kaydetmektedir. İbni Sa’d (Tabakat, III , 1., S. 274 – 5), Ebu Meryem’e atfettiği bir rivayette, Beni Hanife’den 14.000 kişiden fazla insanın kaybından söz etmektedir.

Evet İslamiyet’in en önemli savaşlarından biri de işte bu şekilde zaferle sona ermiştir. Şimdi gelelim Müseylime’nin doktrini hakkında bize az da olsa bilgi vermeye. Az biraz diyoruz çünkü işe yarayan kaynaklara ulaşsak da, bunların bazıları birbiriyle tezat halinde bulunan haberleri içeriyor. Bu yüzden elimizde bulunan bu ana kaynakların verdikleri haberlerin olabildiğince doğru olanını yanlış olanından ayırmak gibi çok güç bir iş ile karşı karşıya bulunmaktayız. Müseylime’nin vahyolduğunu iddia ettiği sözlerinden bazılarını kaynaklar bize kadar intikal ettirmişlerdir. Ancak bu sözde vahiylerin hangilerinin hakikaten Müseylime tarafından söylenmiş olduğunu, hangilerinin raviler (hadisçiler) tarafından sonradan ona yakıştırıldığını ayırt etmek bugün bizim için hemen hemen imkânsızdır. İşte şimdi bize kadar gelmiş olan bu güya vahiylerle aralarındaki tezatları yukarıda işaret etmiş olduğumuz bilgilerden, Müseylime’nin doktrini hakkında bir fikir edinmeye çalışacağız.

Hevze bin Ali’den sonra siyasi iktidarı eline geçiren Müseylimet ül – Kezzâb, elde ettiği bu siyasi nüfuz ve kudreti, Hz. Muhammed’i örnek tutarak, dini bir otoriteyle de takviyeye kalkıştı ve evvelce de söylediğimiz gibi ayet adı altında bir takım seçili sözleri yan yana dizmeye başladı. Bunların kendisine vahyedilen Kuran olduğunu ilan etti. Bir takım dini kaide ve düsturlar koydu. Kuran dilini taklit eden Müseylime, Müslüman namaz sistemine benzer bir sistem de kurmuş, hatta Kâbe gibi bir de harem bölge (yasak bölge) ihdas etmişti. Buna muhalefet edenleri de sorumlu tutmuştu. Halbuki, ravilere göre Yemâme haremi, Hicaz haremine asla benzeyememiştir. Harem içinde kalan bazı obalar bolluk yıllarında Yemâme’nin meyvelerini yağma edip haremi depo haline getirmişler, takip edildiklerini anlayınca da kaçıp hareme sığınmışlardı. Bu hal devam edince halk Museylime’den buna engel olmasını istemeye mecbur kalmıştı. Müseylime bunun için gökten gelecek emri bekleyeceğim diyerek, onlara sözde vahiy olan şu sözleri söylemiştir: “Karanlıkları basan gece, siyahkurt ve yaşına basan çatal tırnaklı hayvan adına and içerek Useyyid’lerin, haremin hürmetini çiğnememiş olduklarınıteyid eylerim”.Halk ona,“Haram olan malları helâl saymak ve halkın mallarını yağma etmek,tahrip etmek haram değil midir ?”diye sorunca o, yeni bir vahiy beklemişti. Yeni gelen vahiy de, biricisinin hemen hemen aynıydı: “Gece ve geceleyinçok gezen kurt adına and içerek Usseyyid’lerin yaş hurma ağaçlarını kesmediklerini” teyid ediyordu. Halk yine şikâyetlerinin gerçek olduğunda ısrar edince, Müseylime bu defa onlara vahiy diye şunları söyledi: “Beni Temim esir edilmemiş hakir düşmemiş, temiz bir kavimdir.Onlara iğrendirici ve hoş olmayan bir şey isabet etmez. Biz sağ olduğumuzmüddetçe onlara, iyiliklerde ve bağışlarda bulunarak komşuluk edeceğiz, onları herkesin tecavüzünden koruyacağız. Bizden sonra da esirgeyen Tanrı onları korur”(Taberi tür. ter., III., S. 144 – 5).

Müseylime Secâh’la karşılaştığı zaman, ona vahiy adı altında şu sözleri söylemişti: “… salih insanlar uyumadan geceleri ibadetle geçirirler, gündüzleri de gökteki bulutların ve yağmurların kuvvetli Tanrısı için oruç tutarlar”.Gene onun Beni Hanife için söyledi ği şu sözler dini prensiplerihakkında bize bilgi vermeye yardım etmektedir: “Ben yüzlerinin güzelliğini, ten ve vücutlarının saflaştığını ve ellerinin tertemiz olduğunu gördüğümde, onlara şu emri verdim: Siz kadınlara yaklaşmayacak ve şarap içmeyeceksiniz. Siz hayırlı ve salih bir topluluksunuz. Bir gün oruçlu, bir gün zahmetli ve yorucu işlerle meşgul olacaksınız. Tanrıyı her eksikten tenzih ederim ki, o dirilme zamanı geldiğinde acayip bir şekilde diriltir. Sizi göğün katına yükseltir. O, sizin hardal tanesi kadar da olsa işlerinizi ve gönlünüzden geçeni bilir, insanların çoğu bu yüzden ziyana uğrar ve lânete katlanırlar”.

 

 Müseylime riyâzet (Riyazet, nefsin isteklerini dizginlemek amacıyla kişinin kendisine çeşitli şeyleri yasak etmesini veya onlardan kaçınmasını ifade eder) sahibi, oruca kıymet veren, şarap içmeyi yasaklayan kaideler koymuş bir insandı. Gene onun tek ve görünmeyen bir Tanrı adına konuştuğunu, Cennet, sevap, tekrar dirilme, hardal tanesi ve hayat gibi dini manada yükseltilmiş anlamlar kullandığını da görüyoruz. Müseylime müezzinleri vasıtasıyla taraftarlarını namaza çağırdığına göre namazı kaldırmış olamaz. Müseylime’nin birkaç müezzin kullandığı görülmektedir. El-Recc âl’in de bunlardan birisi olup Müseylime’nin peygamberliğine tanıklık ettiğini Taberi (Türk. ter., III., S. 143) ve İbni Haldun (İber, II., 2., S. 75) yazmaktadırlar.  Hüceyr bin Ümeyr de onun müezzinlerindendir. Hüceyr ezan okuduğu zaman “Müseylime’nin kendisini Tanrı elçisi diye iddia etmekte olduğuna tanıklık ederim”diye seslendiğini,Müseylime’nin de ona “Ey Hüceyr! Fasih (güzel, düzgün)konuş dediği kayıtlıdır. İbniHübeyş’de ise Hüceyr’in Hanifelileri ilk defa namaza çağırdığı zaman: “Tanrı‘dan başka Tanrı olmadığına tanıklık ederim, Muhammed Tanrının elçisidir ve Müseylime….” deyip burada durduğu, nihayetMuhakkim’in ona “Çabuk ol Hüceyr!diye bağırdığı ve bu sözün Araplar arasında bir deyim haline geldiği kayıtlıdır.

Müseylime’nin incelemeye çalıştığımız dini ve siyasi hayatı bize gösteriyor ki o, gayelerinin gerçekleşmesi uğruna canını fedaya razı olmakla beraber hakiki bir peygamber değildir.O kavmi olan Beni Hanife’nin bağımsızlığını Kureyş tehdidinden uzak tutmak ve kendi şahsi nüfuz ve iktidarını devam ettirmek için Hanifelilerin kabile bağından ve kâhinlik becerisinden istifade ederek Hazret-i Muhammed’i taklit etmiştir. Zeki, şair, hükümdar yaradılışlı ve kabiliyetli bir adam olan Müseylime, Hazret-i Muhammed’in yaptığını yapacak olursa, Yemâme’nin bağımsızlığını koruyabileceğini sandı. Fakat Hz. Muhammed hakiki bir peygamberdi, Müseylime ise yalancı, aradaki bu büyük fark Yemâme’nin harab olmasına, buna karşılık İslâmiyet’in bu bölgede biraz daha geç yerleşmesine sebep olmuştur. Akraba Savaşında Müslümanlar İslâm dininin zaferini temin etmek için çarpışırlarken, Müseylime’nin savaş başlarken sarfettiği sözlerden de anladığımız gibi, Hanifeliler ancak şeref ve haysiyetlerini korumak, Kureyş hâkimiyetine girmemek için savaşmaktaydılar.

Müseylime Kuran dilini, Kâbe’yi, Müslüman namaz sistemini de aynen taklit etmiştir. Eğer o, hakiki bir peygamber olsaydı, savaşta öldürüldükten sonra da, Hz. Musa örneğinde gördüğümüz gibi, kurmuş olduğu dinin (Musevilik) yaşaması gerekirdi. Müseylime’nin vahiy olduğunu iddia ettiği sözleriyle Kuran’ın ayetleri arasında yapılacak basit bir mukayese Müseylime’nin bir taklitçi (mukallit) ve sahte peygamber olduğunu ispata yeterlidir. Nitekim daha kendisi hayatta iken bile kabiledaşı Sümâme bin Üsâl, Hanifeliler arasında şöyle vâzetmişti: “Bir dâva üzerinde iki peygamberin gönderilmesi mümkün değildir ve Muhammed’in Allah’ n elçisi olup ondan sonra başka bir peygamberin gelmeyeceğini ve ona şerik olmayacağını söyle!”

Tarih boyunca pek çok kimse peygamberlik iddiasıyla ortaya çıkmıştır.Ama bunlardan hakiki peygamber olmayanları faaliyette bulunduklarıtoplumlar anlayamamış olsalar da, tarih onları ayırt etmeyi başarmıştır. Müseylime, Beni Hanife için kahraman bir adamdı,fakat peygamber değildi. İslâmiyet Yemen’de, Bahreyn’de, Esedler’de, Temimler’de hatta Yemâme’de Hanifeliler arasında yayılırken Müseylime’nin kurmağa çabaladığı din, Yemâme’nin bile sınırlarını aşamamıştır. İslâmiyet’in kötü bir kopyası olduğu için de, onun ölümünden sonra eserinden hiçbir iz kalmamıştır. Her ne kadar Orta Arabistan’da bir yıl seyahat edip araştırmalarda bulunan Oryantalist Palgrave, Müseylime’nin Necid bölgesinde hâlâ bazı kimseler tarafından peygamber unvanına lâyık görüldüğünü ve Hz. Muhammed ile bir tutulduğunu yazmakta ise de, hayal mahsulü, tarafgir iddia ve tasvirlerle dolu olan bu seyahatnameye güvenmek bir tarafa, ona herhangi bir edebi değer vermek de son derece gereksizdir. Tamamiyle İslam düşmanlığıyla yorulmuş bu seyahatname, günümüz tarafsız teologlarınca da “hayali” olarak değerlendirilmektedir.

SON SÖZLERİMİZ….

 

Mümin bir Müslüman için Kuran ve O’na uygun hadisin, peygamber olarak bize tanıtmadığı kimselerin peygamberliklerinin sahte olduğunu ispata hiç gerek olmadığı kanısındayız. Çünkü her şeyden önce Hazret-i Muhammed, tarihin ilk devirlerinden beri doğru yoldan sapmış insan topluluklarını hakiki ve tek Tanrı yoluna çağırmak için gönderilmiş olan peygamberlerin sonuncusudur ve O’ndan sonra artık bir peygamber gönderilmeyecektir. Bununla beraber, biz, İslam tarihindeki ilk dört sahte peygamberi incelerken, bunların dördünün de sahte olduklarını objektif yollardan giderek ve sağlam kıstaslar kullanarak ortaya koymaya çalıştık. Bunlardan birincisi olan Esved’in öldürülmesi ile birlikte, kurmaya çalıştığı dini ve dünyevi sistem derhal yıkılmış, Tuleyha ve Secâh ise sonradan Müslümanlığı kabul ederek hakiki birer peygamber olmadıklarını bizzat bu davranışlarıyla ispat etmişlerdir. Nihayet elinde kılıç Akraba savaşında ölmüş bulunan Müseylime de, taraftarlarını kurmak istediği din uğrunda değil, Beni Hanife’nin şeref ve haysiyeti uğrunda can vermeye davet etmiş ve ölümünden sonra da kısa zamanda kendisine ait bütün izler yok olmuştur. Bu itibarla bahse konu olan dört yalancı peygamberin hepsi de Hazret-i Muhammed’in hastalığı ve ölümü üzerine Arabistan’da duyulan huzursuzluktan ve birçok kabilelerin Ridde’ye sapmış olmalarından istifade ile şahsi arzularını tatmin etmek isteyen ve kabilelerini Kureyş hâkimiyetinden kurtarmaya çabalayan birer taklitçi olmaktan öteye geçememişlerdir.

Ancak bu sahte peygamberlerin faaliyetlerinin Ridde hareketiyle birlikte mütalaa edilmekle beraber İslam tarihi bakımından ikisi olumlu, biri de olumsuz olmak üzere üç önemli etkisi olmuştur. Şimdi bunları özetlemeye çalışalım:

1) Hazret-i Muhammed’in hastalanması ve Tanrı’ya kavuşması üzerine Muhacirün (Mekke’den Medine’ye göç edenler) ile Ensâr (Hazret-i Peygambere yakınlık gösteren ve yardım eden Medine Müslümanları)  arasında çıkması beklenilen mücadele, Ridde Hareketi ve bu harekete yer yer önderlik etmiş olan sahte peygamberlerin faaliyetleriyle önlenmiştir. Medine çevresinde kendilerini nasıl bir tehlikenin tehdit etmek üzere olduğunu anlayan, hatta gören bu iki grup, İslâmiyeti ve kendi menfaatlerini korumak için Halife Ebu Bekir’in etrafında toplanmak ve birleşmek mecburiyetini hissetmişlerdir.

2) Yine sahte peygamberlerin ön ayak oldukları Ridde hareketi, Arapları ya o zamana kadar bağlı bulundukları kabileleri ile birlikte hareket etmeye yahut da İslâmiyet’de sebat edip bizzat kendi kabilelerine karşı hareket etmeye sevketmiştir. Böylece İslâmiyet veya Ridde yollarından birini seçmek zorunda kalanlar, kabileleri ile kendi aralarındaki bağları koparmışlardır. Birinci yoldan gidenler çok kere kendi kabilelerine, hatta yakın akrabalarına karşı hareket etmekten çekinmemişlerdir. Örneğin Yerbû’lu bir Müslüman, Halid’in emri altında bizzat kendi kabilesiyle savaşmış ve bir Esed’li de Beni Esed’in mağlubiyetinden  duyduğu memnuniyeti şiirleriyle kutlamıştır. Bir yandan kabile bağları gevşerken, bir yandan da Kuran’ın telkin ettiği “Allah korkusu” ön plana çıkmaya başlamıştır. Bir Müslüman yeğen ile dinden dönen amcasının boğuşması sırasında, amcası “Beni öldürmek mi istiyorsun? Ben senin amcanım” sözüne, Müslüman yeğen “Evet sen benim amcamsın ama Allah da efendimdir”diye cevap vermiştir.Böylece bir yandan Muhacirün ile Ensâr arasında çıkmasıkesin gibi görünen mücadeleyi önleyen Ridde ve sahte peygamberler, bir yandan da Arap kabilelerinin içlerindeki kabile ve aile bağlarınınçözülmesine ve bunun yerini bir dereceye kadar Müslüman Araplıkhissinin almasına sebep olmuştur.

3) Sahte peygamberlerin ortaya çıkışları ve Ridde hareketini benimseyerek buna önderlik etmeleri İslâmiyet’in yayılma ve genişlemesini, kısa da olsa, bir müddet için geciktirmiştir. Eğer Yemâme’de Müseylime büyük bir kuvvet toplamamış olsaydı, o zaman Hâlid komutasındaki İslâm kuvvetleri, Orta Arabistan’da vakit kaybetmeyecek, bu kuvvetlerle Suriye ve Irak bölgelerinde başarılı fetih hareketlerine daha o zaman girişilmiş olacaktı.

S O N

DAVID SAMUEL MARGOLIOUTH
D.S. MARGOLIOUTH’UN SEYAHATNAMESİ
RİDDE SAVAŞLARI (AKRABA SAVAŞI)
ÇÖL VE SESSİZLİĞİN SESİ

Trả lời

Email của bạn sẽ không được hiển thị công khai. Các trường bắt buộc được đánh dấu *