KARADENİZ VE BOĞAZLARIN OLUŞUMU

KARADENİZ VE BOĞAZLARIN OLUŞUMU
12 Şubat 2018

KARADENİZ VE BOĞAZLAR NASIL OLUŞTU?

Karadeniz, 8 bin 350 kilometre kıyı şeridine sahip, 461.000 km² alan kaplayan (Azak Denizi dâhil, Marmara Denizi hariç), en geniş yeri doğudan batıya 1.175 km, en derin noktası 2.210 m. olan, Marmara Denizi vasıtasıyla Ege Denizi’ne bağlanan, batıdan doğuya böbrek şeklinde bir denizdir. Oluşumuyla ilgili olarak uzunca bir süredir çalışmalar yapılmakta ve her nedense bu çalışmaların sonuçları hep birbirleriyle çelişmektedir. Aşağıda bu konuya gerçek/doğru son noktayı koyan araştırmaların kısa hikâyesini bulacaksınız. Bakalım Karadeniz gerçekte nasıl oluşmuş?

Scrips Oseanografi Enstitüsü yönetimindeki Glomar Challenger sondaj gemisi 1970 yılında Akdeniz’de bir seri sondaj yaptı Bu sondajların sonuçlarının incelenmesinde Akdenizin bundan altı milyon yıl önce kuruyup bir çöl haline geldiği saptandı. Bu durum bir milyon yıl kadar sürdükten sonra Cebelitarık Boğazı’nın yarılmasıyla Akdeniz Havzası tekrar su dolarak deniz haline dönüştü.

Akdeniz tarihinin Karadenizle de sıkı bir bağıntısı bulunduğu sanılıyordu. Bu bağıntıyı araştırmak üzere gene Glomar Challenger gemisi görevlendirildi ve gemi 19 Mayıs 1975‘de Wood Hole Osenografi Enstitüsünden David A. Ross ve Moskova Oseanografi Enstitüsünden Yuri Neprochnov başkanlığında İstanbul Boğazından Karadeniz’e açıldı. Bugünkü Karadeniz en derin yeri 2210 m. olan 1200 kilometre uzunluğunda bir çanak halindedir ve de özelliklerinden biri 200 m derinliğin altında oksijensizlik nedeniyle yüksek sınıflı canlıları içeren bir yaşam bulunmamasıdır.

Gerek Akdeniz ve gerekse Karadeniz Havzaları eski TETİS (Tethys) denizinin kalıntılarıdır. Tetis denizi Atlantik ve Hint Okyanusları ile bağıntılı iken tektonik kifa plakalarının hareketi ile önce Hint Okyanusuyla bağıntısı kesildi. Bundan 15 milyon yıl önce Afrika plakasının Avrupa plakasına yaptığı basınç ile Alpler ve devamı olan Toros sıra dağları oluşarak bu büyük iç denizi Akdeniz ve PARATETİS olmak üzere ikiye ayırdı. Tektonik plakaların basıncı artmaya devam edince bu kez İberik Yarımadası Afrika ile birleşti ve Akdenizi buharlaşması çok yüksek fakat su beslenmesi çok düşük olan bir göl haline getirdi. Bu olaylardan sonra bundan yaklaşık 6 milyon yıl önce Akdeniz kuruyarak bir alçak çöl haline geldi. 5 milyon yıldan biraz fazla bir zaman önce Cebelitarık Boğazı yırtılarak Akdeniz Havzası tekrar deniz suyu doldu. Bu olay Miosen Çağını Pliosen Çağından ayıran kronolojik bir noktadır. Pliosen Çağını 1,8 milyon yıl önce Pleistosen Çağı ve onu da 10 000 yıl önce şimdiki çağ olan Holosen izlemiştir.

·        (Tetis Okyanusu -Tetis Denizi-, Paleozoik-Mezozoik-Erken Tersiyer süresince Gondvana ve Laurasia arasında batı-doğu yönünde uzanan eski okyanustur. Tetis Okyanusundan geriye günümüzde Akdeniz, kuzeydeki Paratetis kolundan ise Karadeniz, Aral Denizi ve Hazar Denizi kalmıştır.) Y.N.

·        (Miyosen, jeolojik devirlerden Üçüncü zamanın Neojen dönemine ait bir bölümdür. Günümüzden 23,03 ila 5,33 milyon yıl öncesine karşılık gelir. Miyosen terimi Charles Lyell tarafından adlandırılmıştır) Y.N.

·        (Pliyosen Çağ, yaklaşık 5 milyon yıl öncesinden 2 milyon yıl öncesine dek süren üçüncü jeolojik çağın (tersiyer) son dönemi. Miyosende başlayan küresel soğuma eğilimi Pliyosen boyunca devam eder; kutup buzulları büyür, dönemin sonlarına doğru buzul çağına girilir. Deniz Megafauna’sının yüzde 36’sı Pliosen Çağının sonunda öldü. Memelerinin, köpekbalıklarının, kaplumbağaların ve deniz kuşlarının üçte birinden fazlası bu değişen iklimle yok oldu) Y.N.

Akdenizin bu hikâyesinde akılları karıştıran iki sorun vardı Bunlardan biri Doğu Akdeniz’deki bir sondaj yerinde bulunan Cyprideis fosilleriydi. Cyprideis tatlı sularda yaşayan bir hayvan olup, tuzlu sularda yaşamını sürdüremez. Bu buluntu, kurumuş Akdeniz tabanının sonradan yer yer tatlı su gölleriyle kaplandığı kanısını veriyordu, ancak bu gölleri oluşturan tatlı su nereden gelmişti?

İkinci sorun ise Fransa’nın Adriyatik kıyılarındaki denizaltı mağaralarında rastlanan,  İspanya ve Kuzey Afrika kıyı bölgelerinde yaşayan fosil şeklindeki canlı türleriydi.  Bu türlerin atalarının Akdeniz tipi tuzlu bir denizde yaşaması olanak dışıdır.  Paratetis Denizine özgün olan bu türler bugün Hazar Denizinde yaşamlarını sürdürmektedirler. Bu tür canlılar Akdeniz Havzasına nasıl gelmişlerdi?

(Paratetis okyanusu, Paratetis denizi veya sadece Paratetis, Orta Asya’daki Aral Denizi’nden Orta Avrupa’ya dek uzanan devasa su kütlesinin adı olup, 157.3–163.5 milyon yıl önce Oxfordiyan çağda Atlantik Okyanusunun uzantısı olarak şekillenmeye başlamıştır) Y.N.

Glomar Challenger Karadeniz’deki üç haftalık gezisinde 3 değişik noktada sondaj yaptı. En derin delme işlemi Bulgaristan sahilinin doğusunda kıta sahanlığı eğimi sonunda 2000 m, derinlikteki 380 işaretli noktada yapıldı. Yalnız bu noktada alınan karot (sondaj deliği boyuncaalınan örnek) boyu 1073 m idi. Sondajlardan alınan ilk sonuçlar, Karadenizin buzul çağı sonu olan 10 000 yıl öncesine kadar bir tatlı su gölü olduğudur. Karadenizin 200 m. altında canlıların yaşamadığı, zamanımıza ait çöküntüler, deniz dibi canlılarınca rahatsız edilmemiş düzenli katmanlar durumundadır. Hâlbuki 10.000 yıl öncesinden daha geriye gidildiği zaman tortul kütleler çok sayıda tatlı su dibinde yaşayan canlıların fosillerini içeriyordu. Bu sefer başka bir sorunla karşılaşıldı. Elde edilen tatlı su fosillerinin kronolojik dökümünü yapmak için dünyadaki fosil kayıtlarında yeterli bilgi mevcut değildi. Elde edilen spor ve polen gibi bitkisel artık fosilleri ise o anın iklim koşulları hakkında bilgi vermekte fakat tarihlemede bir faydası olmamaktaydı.

Karotları inceleyen uzmanlar çok önemli bir özellikle karşılaştılar.  Karadeniz dibindeki tortul kütleler asırlar boyunca kimyasal çöküntü olarak devam ederken dipten 322 m. derinlikten itibaren şilt, kil ve hava etkisiyle ufalanmış malzemeden oluşan mil’li bir katman ani olarak başlayıp zamanımıza kadar gelmiştir. Kimyasal çöküntüler karbonatlar halindedir. Bu oluşuma bugün İsviçre’de Zürih Gölünde rastlanmaktadır. Nehirin getirdiği mil ve süprüntü maddeler göle varmadan evvel tutulmaktadır. Çevre ısısının yükselmesiyle karbon dioksit sudan ayrılıp göl sularını karbonatlarla doymuş hale getirir. Bu olay karbonatların su içinde erime gürünü azaltarak dibe çökmelerini sağlar. Bu örneği göz önüne alarak Karadenizin bugünkü dibinden 322 m. nin altında bulunduğu zamanki karakterinin ve çevrenin iklim koşullarının bugünkü Zürih Gölündeki koşullara benzediği sonucu çıkarıldı.

Karadeniz’e gelen milin önemli bir miktarı Tuna Nehrince getirilmekte olup 322 m. nin üzerindeki tortul oluşumun nedeni budur. Şu halde 322 m. ‘ye kadar olan çağlarda Tuna Nehri Karadeniz’e varmadan evvel bir yerde göllenip milini orada bırakıyordu. Bunun yanıtını Romanyalı jeolog Dan Lipa 1976 yılında Karpatlarda çok kalın mil katmanları bulduğu zaman vermiş oldu, Karpatlarda bulunan milli göl tabanı çok ince bir Pleistosen Çağı tortul katmanından sonra başlıyor ve 600.000 yıl önce bitiyordu. Tuna Pleistosen Çağında bu göle milini bıraktıktan sonra Karadenize akmış, fakat bir müddet sonra bu göl dolduğundan yatağını değiştirerek milini Karadeniz’e taşımaya başlamıştı.

Karadeniz’in son 2 milyon yıllık kaba tarihi aydınlandıktan sonra Romanya İlimler Akademisinden Musat Gheorghian Karotlarda bulduğu paratetis için tipik olan bir fosili diğer bilgilerle karşılaştırarak, alınan örneklerin 10 milyon yıl öncesine kadar indiğini saptadı.  Gene karotlar içinde bulunan yüksek yerlere ait polenler Avrupa Kıtasında 6-8 milyon yıl önce türünü yitirmişti.

Bulunan bu tarihleri karotlar üzerine oturttuktan sonra Akdeniz’in kuruduğu dönemde Karadeniz tabanının çakıl kaplı olduğu saplandı. Çakıl bir sığ su birikimidir, bazen denizaltı akıntılarıyla derinlere sürüklenir fakat Karadeniz’de bu sürüklenme belirtisi yoktur.
Heidelberg Üniversitesinden Peter Stoffas özümseme için bol ışık istediğinden sığ sularda yaşayan bir yeşil yosun fosilini ve Kiel Üniversitesinden Hans Schrader çakılların altında sığ sularda bulunan diatom örneklerini Glomar Challenger karotları içinde bularak Karadenizin bundan 5-6 milyon yıl önce sığ, hatta yer yer kuru bir tatlı su gölü olduğu kanıtını güçlendirdi. Ne var ki Karadenize akan sular her zaman buharlaşan su miktarından fazla olduğu için böyle bir kuraklığa yeryüzünün başka bir yerinde de rastlamak gerekiyordu. Oysa böyle bir şey yoktu, ayrıca Paratetis Denizinde buharlaşma sonucunda bir kuruma olsaydı, Akdeniz’deki gibi tuz katmanlarına rastlamak gerekiyordu. Çekoslovak Bilim Akademisinden R. Juricek çalışmaları sonunda Akdeniz ve Karadenizin birbirine bağımlı tarihini bütün sorunları cevaplayacak şekilde açıkladı.

Akdeniz Havzası Miosen Çağı sonunda tamamen bir çöl halinde iken sonradan tuzsuz sulardan oluşan sığ göller meydana geldi. Bu göl sistemine LACO MARF denir Akdeniz sondajlarında çözülemez sorun çıkaran Cyprideis fosilinin yaşadığı yer bu göllerdi. Lago Mare için gerekli su ise Paratetisin kısmen Akdenize akmasından kaynaklandı. Akdenizin kururken meydana getirdiği akıntılarla oluşan vadiler ve Macar Ovasında bulunan diğer derin yarıklar yolu ile Paratetis Adriyatik Denizine boşaldı. Paratetisin boşalması Avrupa’daki su akım düzenini de değiştirdi ve Avrupa’nın suları Akdenize akmaya başladı. Bunun sonucu olarak Karadenize gelen su ile buharlaşan su arasındaki denge bozuldu ve sular buharlaşarak azalmaya başladı. Sığ su fosilleri ve çakıllar oluştu. Güney Florida Devlet üniversitesinden Frank T. Manheim karotlar içindeki boşluk sularını inceleyerek suyun tuzluluk derecesinin normal denize oranla üç misli fazla olduğunu saptadı. Paratetisin akması birçok tipik canlıları Akdenize taşıdı. Hazar Denizi örneklerinin Adriyatik sahillerinde bulunması problemi de bu açıklama ile yanıtlandı.

Lago Mare’nin ömrü kısa oldu. 5,2 milyon yıl önce Cebelitarık  Boğazı yarılarak deniz suyu Akdeniz Havzasına girdi Karadeniz sondajlarında görülen çakıl taşları katmanı üzerindeki deniz çamuru Paratetis’ın boşaldığı yerden giren suların bugünkü Karadenizi oluşturduğunun kanıtıdır. Bu olaydan sonra Avrupa su akım düzeni yeniden değişti ve Karadenize buharlaşma ile giden sudan fazla su gelmeye başladı. Bu suretle 5 milyon yıl önce tuzunu kaybederek tekrar tatlı su gölü haline gelen Karadeniz bundan 600 000 yıl öncesine kadar Zürih Çölü modeline uygun olarak kaldı.

Karpatlardaki göl dolunca Tuna Nehri’nin çamuru Karadeniz tabanını millemeye başladı. Son çağlarda İstanbul Boğazı erozyon ile açıldı, ancak Avrupa’da buzulların varlığı nedeniyle, buzulların zaman zaman eriyerek Karadenizin su düzeyini yükseltmesi sebebiyle tatlı sular İstanbul Boğazı kanalı ile Akdenize aktı. Fakat Akdenizden Karadenize tuzlu su gelmesi olanaksızdı. Nihayet 10.000 yıl kadar önce Buzul Çağının sona ermesiyle denizler yaklaşık olarak 100 m, yükseldi. Bu olay sonucu Akdeniz su düzeyi İstanbul Boğazı düzeyinin üzerine çıkmış olduğundan Akdenizin tuzlu suları İstanbul Boğazından tekrar Karadenize girdi.

Tekrar Karadenize giren suların içeriğindeki fazla tuz dolayısıyla yoğunluğu yüksek olduğundan üstten akan tatlı sularla karışmadı ve doğru Karadeniz Çanağının alt su katmanlarını oluşturdu. Bu nedenle Karadenizin altındaki tuzlu sular için oksijen alma olasılığı kalktı ve bugünkü yaşamsız denizaltı bölgesi oluştu.

NUH TUFANI VE KARADENİZ

Karadeniz’in Nuh Tufanı sonrasında oluştuğu bilimsel olarak kanıtlandığı iddia edildi. DEÜ Deniz Enstitüsü ve Teknolojisi araştırma görevlisi Seda Okay, Karadeniz’e, Akdeniz suyunun 7-8 bin yıl önce tufan şeklinde girdiğini tespit ettik.” diye konuştu.

Dokuz Eylül Üniversitesi (DEÜ) Deniz Bilimleri ve Teknolojisi Enstitüsü Araştırma Görevlisi Dr. Seda Okay, Karadeniz’in Hz. Nuh zamanında yaşanan tufanla oluştuğunu bilimsel olarak kanıtladığını iddia ediyor. Karadenizin oluşumunu doktora tezinde inceleyen Okay, “Bağımsız bir göl olan Karadeniz’e, Akdeniz suyunun 7-8 bin yıl önce tufan şeklinde girdiğini tespit ettik.” dedi. Dr. Okay, Karadeniz-Akdeniz bağlantısının bilimsel olarak tarihe geçirilmesi için yakında İstanbul Üniversitesi Deniz Bilimleri ve İşletmeciliği Enstitüsü’nden bilim adamlarıyla birlikte DEÜ’ye bağlı K.Piri Reis gemisiyle sefere çıkacak. Karadeniz’deki çalışmalarını 2002-2007 yılları arasında yapan Okay, buzul ve buzul arası dönemlerde global su seviyesi değişimlerine bağlı olarak İstanbul Boğazı’nın açılmasıyla ilgili üç farklı görüş olduğunu anlattı. Okay, Boğaz’ın Karadeniz’e çıktığı noktada deniz tabanında incelemeler yaptıklarını ifade ederek, “Boğaz’ın Karadeniz çıkışı dibinde Akdeniz’den gelen yüksek basınçlı suyun bıraktığı izler, jeofizik araştırmalarda ortaya çıktı. Nuh Tufanı ile birlikte Akdeniz’den gelen su, Karadeniz girişinde kanallar (Boğaz) açmış. Böylelikle Karadeniz, göl olmaktan çıkıp deniz haline gelmiş” diye konuştu. Bütün bilimsel görüşlerde buzul döneminde Karadeniz’in bugünkünden yaklaşık 110 metre daha düşük su seviyesine sahip bağımsız bir göl olduğunun kabul edildiğine dikkat çeken Okay, bunu da 2002 yılında Fransızlarla birlikte İstanbul Boğazı’nın Karadeniz çıkışında yaptıkları çalışmada tespit ettiklerini vurguladı.

Seda Okay, 2002’de Boğaz çıkışında kalan bölgede fay, sığ gaz yapıları ve çamur volkanlarının varlığını saptadıklarını bildirerek, “Boğaz’ın Karadeniz’e bağlandığı bölgede yer alan kanal sisteminin varlığı ve yapısı, son buzul döneminden bu yana boğazlar ve Marmara Denizi’nde mevcut olan çift yönlü akıntı sisteminin kurulmasından önce Akdeniz’in Karadeniz’e girişinin yüksek enerjili su girişiyle olduğunu ortaya koymaktadır” şeklinde konuştu.

Karadeniz’in Nuh Tufanı’yla nasıl oluştuğu şu şekilde açıklandı: Son buzul döneminde bağımsız bir göl olan Karadenize ait eski kıyı şeridinin günümüzden yaklaşık 110 metre daha aşağıda yer aldığı yüksek ayrımlı jeofizik verilerde saptandı. Nuh Tufanı’nın bilimsel karşılığı olan görüşün en büyük kanıtı İstanbul Boğazı’nın Karadeniz’le birleştiği noktada yer alan kanal sistemi tespit edildi. Bu derin kanalların oluşabilmesi için güçlü bir su girişi gerektiğinden,  Akdeniz suyunun tufan şeklinde Karadeniz’e girdiği ispatlandı.

NUH TUFANI VE İSTANBUL BOĞAZININ OLUŞMASI ARAŞTIRMASI

 

 Günümüzden yaklaşık 200 milyon yıl kadar önce, jeolojik dönemler dediğimiz evrede, yapışık durumda olan kıtalar, birbirlerinden yavaş yavaş ayrılmışlar ve bugünkü konumlarını almışlardır. Fay hatları üzerinde meydana gelen bu değişim, aslında bugün hala devam etmektedir. Bu süreç içersinde İstanbul boğazı, 4. jeolojik zamanda fiziksel olarak oluşmuştur. Milattan önce 18.000 – 20.000 yılları arasında buzul devrinin sonlarına doğru, dünyanın büyük bir bölümünü kaplayan buzul kütleleri erimeye başladılar. Milattan önce 7.000 yıllarında buzulların erimesi sonucu Akdeniz’in su seviyesi 150 metre kadar yükselmiş ve Ege’den Marmara’ya su dolmaya başlamıştır.

Boğazlar ve Marmara denizi, fiziksel oluşumları açısından 4. jeolojik zamanda fay çöküntüsü şeklinde oluşmuşlardır. Ancak bu çöküntülerin suyla dolması ile ilgili iddialar değişik olup, bu konuda tam bir bilimsel sonuca varılmış değildir. Marmara ve Boğazların suyla dolmasını, mitolojide bilinen ve çeşitli kutsal kitaplarda da sözü edilen Nuh Tufanı ile ilişkilendirenler de vardır. Columbia Üniversitesi jeologlarından William Ryan ile Walter Pitman, 1998 yılında yazdıkları “Nuh Tufanı” adlı kitapta bu teoriyi ortaya atmışlardır. 1999 yılında bir başka araştırmacı Robert Ballard, bu teoriyi bizzat yerinde kanıtlamak için yola koyuldu ve bazı bulgular elde etti. Sonuçlar 2001 yılı Mayıs ayı’nda National Geographic dergisinde de yayınlandı.

Bu teoriye göre; Karadeniz buzul çağında, etrafı tarım alanlarıyla kaplı bir tatlı su gölüydü. Buzul çağının sonlarına doğru, günümüzden yaklaşık 120 asır önce, yerküre ısınmaya başladı. Kuzey yarım küreyi kaplamış olan buzul kütleleri erimeye, okyanuslar ve denizlerde ki su seviyesi yükselmeye başladı. Günümüzden yaklaşık 70 asır kadar önce, Akdeniz’in suları yükselerek Ege, Marmara ve İstanbul Boğazını doldurdu. İstanbul Boğazının güneyinde ki engeli aşan sular, Niyagara Şelalesi’nin 200 katı hızla, o zamanlar bir vadi olan Boğazdan geçerek, hızla Karadenize aktı. Bilindiği gibi o zamanlar Karadeniz tatlı su gölü idi. Tuzlu deniz suyu ile birleşmeye başlayan Karadeniz gölü, günde 15 santim yükseldi, toplam yükselmenin 150 metre olduğu kabul edildiğine göre, bu yükselmenin 1000 gün, yani yaklaşık 3 yıl sürmüş olması gerekmektedir. Böylece sahillerde ki tarım arazileri tuzlu deniz suyu ile kaplandı. Yukarda isimlerini belirttiğimiz jeologlar Ryan ve Pitman’a göre bu su baskını, nesiller boyunca anlatılarak bugüne kadar gelen Nuh Tufanı efsanesi oldu.

 

A
B
C
D
E
F
G
H
I
J
K
L

Trả lời

Email của bạn sẽ không được hiển thị công khai. Các trường bắt buộc được đánh dấu *