KONSTANTINOPOLIS’IN FETHİ I…

KONSTANTINOPOLIS’IN FETHİ I…
08 Ekim 2020

Dahası da var.. Beyoğlu ve Rumeli yakası X, İstanbul yakası Y ve Anadolu yakası da Z’nin kontrolüne bırakılır. Ancak düne kadar savaştığımız bu XYZ DEVLETİ İDAREYE EL KOYMAZ.

İşte bu fiili durum, bu beylere göre ciddi bir işgal değildir. Neden? Nedeni çok basit.. Bu XYZ, idareye el koymadı ki. Koca Osmanlı’nın bu güzel Başkenti ve de onun çilekeş halkı düşmanın utanç verici varlığını tepelerinde hissederler ama bunun adı İŞGAL değildir. Üzerinden yaklaşık 2 sene geçer ve bu XYZ Devleti İDAREYE EL KOYAR, tamam işte şimdi olmuştur İşgal’in Pazarlığı yapan yapan beylere göre. Gerçek işgal budur. Önceki? O olağan bir şey canım..

Akıllarınca Osmanlı Başkentinin işgal süresini kısa göstermeye yönelik bu açıkgözlülüğünüz günümüzde ne kadar gerçeklerden uzak olduğunu göstermiştir. Vatan sizlere göre üzerinde bir milletin yaşamını sürdürdüğü toprak parçasına verilen isimdir.Ancak bizim anlayışımıza göre bu tanım artık yeterli değildir. Vatan üzerinde yaşayalım ya da yaşamayalım, bayrağımız dalgalansın dalgalanmasın, bizim Vatan olarak kabul ettiğimiz her yerdir. İster Anadolu’nun ortası, ister doğusu/batısı, ister kuzeyi/güneyi olsun, ister Ege’nin, ister Akdeniz’in lacivert suları olsun, ister Ege’deki ufacık bir kayalık olsun, bir Türk için Vatan, Vatanı olarak gördüğü her yerdir.

Takvimler 30 Ocak 1996 gösterdiğinde, Türk Ulusu’nun Vatan deyiminden ne anladığını, işgal denince aklına ne geldiğini gösteren fevkalade önemli bir olay yaşanmıştır. Kardak Krizi’nin başlama tarihidir bu tarih. Kardak Kayalıkları Ege’de, stratejik olarak önemsiz, üzerinde ağaç bile olmayan iki taş yığınıdır.

Her şey Figen Akat isimli Türk bandıralı bir geminin 25 Aralık 1995 günü, Bodrum’un 3,8 mil uzağındaki Kardak Kayalıklarına oturması ile başlamıştır. Türk ve Yunan tarafları kayalıklarda hak talep ettiğinden gemiyi kimin kurtaracağı konusunda anlaşmazlık çıkmıştır.  İki ülke arasında bu aidiyet tartışması süre dursun, adalardan birine (Doğu Kardak), sivil ve üniformalı askerlerden oluşan Yunanlı bir grup fırsatçılık yapar ve bayrak diker. Bunun üzerine Türkiye’den bir kaç gazeteci helikopter kiralarlar, o adaya inerler ve Yunan bayrağını indirerek yerine Türk Bayrağını çekerler.

30 Ocak gecesi Ankara’da güvenlik zirvesi toplanmıştı ve durum değerlendiriliyordu. Toplantı sırasında Dışişleri Müsteşar Yardımcısıİnal Batu, hiç kimsenin aklına gelmeyecek bir öneri sundu. Bölgede iki kayalık vardı. Batu, Yunanlıların kuşattıkları adanın tam karşısındaki boş olan kayalıklara (Batı Kardak) Türk kuvvetlerinin çıkmasını önerdi. Bu çok akılcı bir öneriydi, fakat kayalıkları ele geçirmek yine de çok zor bir operasyon olacaktı. Başbakan Tansu Çiller kuvvet komutanlarının görüşlerini aldı. Generaller ”Emir verirseniz adaya asker çıkartırız”dediler. Böylece düğmeye basıldı, operasyon başlıyordu. Ada boştu, Yunanların o adaya henüz çıkmamışlardı. Dönemin başbakanı Tansu Çiller, “O bayrak inecek, o asker gidecek” diyerek Türk Silahlı Kuvvetleri’nin savaşa hazır olduğunu belirtti ve 30 Ocak 1996 gecesi adaya asker çıkarılmasını istedi. Yunan askerleri küçük adacığa telsiz pilleri bittiği için emir almadan çıkamamışlardı. Bu Türkiye için çok iyi bir fırsattı. İstanbul’daki SAT Grup Komutanlığına ikinci adaya çıkmak için emir verildi. SAT’lar Dalaman’a sivil bir uçakla indi. Uçuş öncesinde uçuşgüvenliği için botların motorlarının benzinleri boşaltıldı.

Operasyonda Yunanları şaşırtmak için bölgedeki Türk gemilerine helikopterlerle iniş kalkış yapılacaktı. Bu arada SAT’lar sahil güvenlik gemisinin yanında bir müddet gittikten sonra Yunan Donanmasının arasından Batı Kardak’a çıkacaktı. B planı ise her ihtimale karşı hazırdı. A planı başarısız olursa bu kez helikopterle adaya inilecekti.

A planındaki en önemli sorun benzindi. Botların benzini yoktu ve başka bir askeri üsten getirmek çok zaman alacaktı. Operasyona katılan SAT Komondalarından biri kendi kredi kartı ile benzin aldı ve operasyon başladı. Plan bir grup helikopterlerle aldatma harekatı yaparken, diğer grup adaya botlarla çıkacaktı. SAT’lar imkansızı başarmıştı. Adayı çevreleyen çok sayıdaki Yunan gemisinin arasından geçip hemen yandaki ikinci adaya (Batı Kardak) çıkıp Türk bayrağını diktiler. Yunanlar bu şimşek hızındaki harekattan sonra helikopterle adayı izlemekle yetindiler. Aynı gece bir Yunan helikopteri teknik arıza sebebiyled düşmüş ve üç Yunanlı subay kazada yaşamını yitirmiştir. Olayda Türkiye suçlandı ama olay kanıtlanamadı.

SAT’ların adaya çıktığı Yunanistan’da öğrenilince deprem etkisi yarattı ve Yunan Başbakanı ve Genelkurmay Başkanı istifa etti. Gün ağarınca iki tarafta adalardan çekildi ve tek mermi dahi atılmadı. Operasyon basit ama sonuçları önemliydi. Çünkü bu kayalarla İzmir arası 3 km’ydi. Yunanistan başarılı olsaydı Ege Denizi Yunan gölü haline gelecekti.

Bu olay, bize artık Türk Milleti’nin taşına, toprağına, denizine, karasına ne kadar düşkün olduğunu, değer verdiğini göstermesi açısından büyük gurur vermektedir. Bizim en ufak bir taş/kaya yığınımızın bile başkaları tarafından işgal edilmesine tahammülümüz yoktur. Varsın bu beyler, hala kadim Osmanlı Başkentinin bir değil iki kez işgal edildiğini iddia etsinler. Bu Millet şu ya da bu nedenle, sokaklarında kendi Mehmetçiğinden, denizlerinde kendi gemilerinden başkasını görmeye asla izin vermez.

O günlerde Kardak kayalıklarına çıkan timlerin başında bulunan Ali Türkşen ve daha birçok subay, bu olaydan yıllar sonra Balyoz davalarıyla hapse atıldılar. Operasyonda görev yapan Ercan Kireçtepe 5 yıl, Ali Türkşen 3 buçuk yıl hapiste kaldılar. Onlar bugün, Balyoz kumpaslarının yalan, iftira ve kurmaca olduğunun açığa çıkmasıyla özgürlüğüne kavuşan askerler arasındalar. İşte geçmişte olduğu gibi, günümüzde de alçak fetöcüler içten içe Cumhuriyetimizin altını oymaya çalışmışlardı.

Ali Türkşen daha sonraki röportjlarında, Kardak Krizini anlatırken, orada geçirdiği 6 buçuk saatin hayatının en unutulmaz anları olduğunu söylüyor.Ben ne o günlerde anlatıldığı gibi destansı bir kahramanım, ne de sonrasında üstüme yaftalandığı gibi bir teröristim.Ben sadece Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde görevini doğru şekilde yerine getiren bir askerdim” diyor. Sonuç itibarıyla Kardak Krizi tek bir kurşun dahi atılmadan sonlandırılmıştı. Günümüzde ise Kardak Krizi halen, 1974 Kıbrıs Harekatından sonra kazanılan bir askeri başarı olarak toplumun hafızasında yerini almıştır.

Yunanın Ege’nin göz bebeği İzmir’e de girmesi Türk’ün kanayan yarasını daha da acıttı, kanattı. Kuva-yi Milliye’yi takiben Müdafaa-i Hukuk Örgütleri kuruldu. İç ve dış güçlerce kafese tıkılmaya çalışılan Aslan’ın içindeki Bağımsızlık Ruhu şahlanmaya başlamıştı bir kez. Mustafa Kemal Paşa, meclisin dağıtılacağını, geçici işgalin tamamen hâkimiyete dönüşeceğini öngörerek, Anadolu’daki kurtuluş hareketini örgütlemeye girişti. 12 Ocak 1920’de Ankara’da toplanan Meclis-i Mebusan, 28 Ocak 1920 tarihindeki gizli oturumunda “Ahd-i Millî” olarak Misak-i Milli (Milli Yemin)kararını aldı ve karar bütün mebuslar tarafından imzalandı. 17 Şubat 1920 tarihli oturumunda da bu kararın basında yayınlanması ve bütün yabancı parlamentolara bildirilmesi kararlaştırıldı.

Mustafa Kemal’in “Kurtuluş Destanı”nı başlattığını ve bunun tüm Anadolu’da dalga dalga, tusinami gibi büyüdüğünü gören işgalciler 15 Mart 1920’de şehirdeki arsızlıklarını, terörlerini arttırdılar.16 Mart 1920 sabah 05.45 sularında İngiliz askerleri Şehzadebaşı 10. Kafkas Tümenine bağlı karargâh birliği karakoluna geldiler. Bir araç asker dış güvenliği aldı, diğerleri koğuşu bastı. Askerlerin uyuduğu koğuşa giren İngiliz askerleri mızıka ve karargâh bölüğü erlerinden beşini ateş açarak, süngüleyerek öldürdü, onunu da yaraladı.

Büyük Önder ve kahraman silah arkadaşlarının yarattıkları bu ateşi söndüremeyeceklerini anlayan ve “ne koparsak kardır” düşüncesiyle İşgalciler, 18 Ocak 1919’da Paris Barış Konferansı’nda, Ermenistan, Suriye, Irak, Filistin ve  Arabistan’ın Osmanlı’dan koparılmasını kararlaştırdılar. Yunanistan ise, Bandırma civarından Akdeniz bölgesinde Kalkan’a çizilecek bir çizginin batısında kalan toprakları istiyordu.

10 Ağustos 1920’deki anlaşma Sevr‘de yapıldı. Bu anlaşma Karahisar mebusu Ahmet Nebil Efendi‘ye “Boşuna yorulmuşlar, Türkiye yok diyeydiler, daha iyi ederlerdi” dedirten ve Türkleri yok etmeyi amaçlayan yüzlerce maddeden oluşan bir antlaşmaydı. Antlaşmayı Padişahın eniştesi olduğundan zaman içinde kâtiplikten Sadrazamlığa yükselen Sadrazam Damat Ferit ile birlikte 4 kişi imzaladı. Bazılarının hain mi, kahraman mı diye üzerinde tartıştıkları Damat Ferit, tıpkı kendisi gibi kahraman(!) Enver, Talat ve Cemal Paşaların yaptıkları gibi ülkeden kaçtığında takvimler 21 Eylül 1922’i gösteriyordu.

Kaçmak, hele ülke düşmandan Kurtuluş Savaşı’nı verirken, Ankara Hükümetine destek olmak yerine, ülkeyi Avrupalılara hediye etmek için uğraş verdikten, sadareti arkasına alarak düşmanla aleni, gizli çeşitli görüşmeler yaptıktan sonra (ki Ankara İstiklâl Mahkemesi 5 Temmuz 1920 tarihinde Paşa’yı vatana ihanet suçundan ölüme mahkûm etmiştir) bu eylemi gerçekleştirmek ne denli kahramanlıktır(!) vicdanınıza bir sorun.

Biraz daha mı bu konuyu açalım.. Pekala buyurun..

Avrupa’da tüm gözlerin Ankara’ya, Kurtuluş Savaşı veren Ankara Hükümetine çevrildiği bir sırada Ferit’in bu millî şahlanıştan faydalanıp, bu coşkuya, bu heyecana destek olacak yerde, Mustafa Kemal’i ölüme mahkûm eden Nemrut Mustafa Paşa Mahkemesi kararını 24 Mayıs’ta ilân etmesi, İstanbul ile Ankara’nın arasını daha da açtı. (Bu mahkemede, mahkeme başkanlığı yapan Süleymaniyeli Mustafa Nemrut Paşa, Atatürk dahil bütün Kuva-yı Milliye önderlerini vicahen ve gıyaben idama mahkum etmiştir. A.C.)

Ankara Hükümeti, Damad Ferit’in bir oldubitti ile düşmanla bir antlaşma imzalamasını önlemek için, 7 Haziran’da Büyük Millet Meclisi’ne verilen bir önerge kabul edilerek 16 Mart 1920’den sonra İstanbul hükümetinin imzaladığı bütün antlaşma ve sözleşmelerin geçersiz sayıldığı ilân edildi. Buna rağmen 10 Haziran’da Damat Ferit, inatla düşmana yeni bir anlaşma taslağı sunmak üzere ikinci defa Paris’e gitti. Tarihler 14 Haziran’ı gösterirken, Ankara hükümeti, kanuni bir idare teşekkül edinceye kadar Bâbıâli ile ilişki kurmayacağını, tek başına ve bağımsız biçimde davranacağını İstanbul hükümetine bildirdi ve 5 Temmuz’da da Ankara İstiklâl Mahkemesi Damat Ferit’i vatana ihanet suçundan ölüme mahkûm etti.

Mustafa Kemal ve arkadaşlarının yanlarına Kahraman Türk Milletini alarak, vatanı işgal eden dış düşmanlarla kanları, canları pahasına savaş verirken, düşmanın içerideki işbirlikçileri, vatan hainleriyle de nasıl mücadele ettiklerini ve bu hainliklerin bir örneği, bir ibret vesikası olarak yukarıda adı geçen bir vatan haininin yaptıklarını aşağıda sunuyoruz.

NEMRUT MUSTAFA PAŞA

Siyasi davalarda verilen hükümlerin bedellerini hâkimler değil, siyasi iktidarlar öder. Bununla birlikte hiçbir savcı ve hâkim, kanıt toplarken, iddianame hazırlarken ve hüküm verirken kanun dışına çıkamaz. Yoksa bunun hesabı da onlardan sorulur.

Kendilerinden hesap sorulan mahkeme üyesi örneklerinden biri, Mütareke döneminde İstanbul’da kurulan Birinci Divanı Harbi Örfi Başkanı Nemrut Mustafa Paşa ve mahkemenin üç üyesidir. Mütareke dönemi siyasi yargılamaları denince akla gelen ilk hâkim olan Mustafa Paşa, düşmanla işbirlikçiliği, gaddarlığı ve kanun tanımazlığı ile ünlüdür. Tevfik Paşa Hükümeti ilk Divanı Harbi Örfiyi 10 Aralık 1918’de kurdu. Başkanı Mahmut Hayret Paşa, üyelerinden biri de lağvedilmiş Nizamiye 27. Fırka Kumandanlığından emekli Tümgeneral Süleymaniyeli Mustafa Paşa’ydı.

Mustafa Paşa’ya “Nemrut” lakabının niçin verildiği aşağıda anlatacağız.1866 yılında Kuzey Irak’taki Süleymaniye kentinde doğan Mustafa Paşa, Kürt Bilbas aşiretinin bir kolundandı. Süleymaniye Medresesinde okuduktan sonra Bağdat Askeri Rüştiyesini bitirmiş, buradan İstanbul’daki Harp Okuluna girmişti. 1917’de Bağdat Osmanlı kuvvetlerinin başında idi.3 Aralık 1918’de Sivas’ta bir kuvvetin kumandanıydı.

Mustafa Paşa’nın bu dönemde yoğun bir şekilde İngiliz yanlısı bir siyasetle de uğraştığı anlaşılıyor. İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiserinin 5 Ocak 1919 tarihli raporuna göre, onu ziyarete gelen İngiliz Muhipler Cemiyeti kurucusu Sait Molla, Mustafa Paşa ve diğer bazı Kürt ileri gelenleri İngiliz mandası altında özerk bir Kürdistan istemişlerdir. Mustafa Paşa’nın Divanı Harbi Örfideki bu ilk görevinden ayrılmasından sonra araya bir Bursa Valiliği girmiştir. Kendisi Damat Ferit Hükümeti’nin Sivas kongresiyle cebelleştiği son günlerinde 24 Eylül 1919’da Bursa Valiliği’ne atanmıştır. Fakat Tümen Komutanı Bekir Sami Bey,Aziz şehitlere dil uzatarak saygıda kusur ettiği”gerekçesiyle 3 Ekim’de onun işine son verir. Kendisinin 24 saat içinde Bursa’yı terk etmesi istenir. Postane işgal edilerek onun dışarı ile haberleşmesi yasaklanır. Mustafa Paşa, Damat Ferit de o gün istifa etmek zorunda kaldığı için direnmez ve sessizce İstanbul’a döner.

30 Aralık 1919 tarihli Tasviriefkâr gazetesi, onun askerin siyasete karışamayacağı emrine uymadığından, 19 Ocak 1920 tarihli Yenigün gazetesi de onun asker olduğu halde siyasi cemiyete girmek ve Ermenice Azadamard gazetesine bölücü demeç vermekten Esat Paşa başkanlığındaki divanı harpte yargılanmaya başlandığını yazmıştır.

Bu zatın, Ali Rıza Paşa Hükümeti zamanında Damat Ferit Hükümeti’ni yeniden iktidara getirmek için gizlice çalışanlar içinde olduğu haber alınmıştır. Kemal Paşa, 27 Şubat 1920’de kolordulara yaptığı bir genelgede “İstanbul’ungüvenliğini sağlamak için”Anadolu ile İstanbul arasında bir tampon devlet yaratmaya yönelik ve de Kuva-yı Milliyecilere suikastlar yapmak amaçlı faaliyet gösterecek Cemiyeti Ahmediye‘ninkurulduğunu, Ali Rıza Paşa Hükümeti’ne karşı İngilizci bir hükümeti işbaşına getirmek için harekete geçenler arasında Kürt Mustafa Paşa’nın da bulunduğunu bildirmiştir.

Mustafa Paşa’nın Divanı Harbi Örfi başkanlığına getirilişi Damat Ferit Paşa’nın Nisan 1920’de yeniden başbakan olduğu dönemdedir. (10 Nisan 1920) Bu dönemde yargıladığı kişilerden Hüsamettin Ertürk’e söylediği bir söz bu mahkemelerin durumu hakkında fikir vermektedir: “Seni pek iyi tanıyorum. Namuslu ve dürüst bir askersin. Askerlikten başka bir işle meşgul olmadığından eminim. Fakat işgal altında çalışan bir Divanı Harp, vicdanından ziyade hisleriyle hareket eder. Bu bize yukarıdan gelen emirdir.”

İşbirlikçi Paşa’nın başkanı olduğu mahkemenin verdiği en önemli karar, kuşkusuz ki, önce Mustafa Kemal, Ali Fuat Paşalarla, Kara Vasıf Ahmet Rüstem, Dr. Adnan Beyler, Halide Edip Hanım, ardından Fevzi Paşa, üçüncü bir kararla İsmail Fazıl Paşa, İsmet, Bekir Sami, Yusuf Kemal, Rıza Nur, Albay Fahrettin ve Selahattin, Abbas Hilmi, Celalettin Arif, Hamdullah Suphi Beyler, Rıfat Börekçi, Mustafa Fehmi Efendi’yi idam cezasına çarptırmasıdır. Gizli yapılan bu duruşmaların kararında birçok suç sıralanmıştır. Kuvayı Milliye adı altında fitne ve bozgunculuk yapmak, halktan zorla para toplamak, asker almak, bu emirlere uymayanlara işkence yapmak, iç güvenliği bozmak, İttihatçılarla işbirliği yapmak, bozguncu nutuklar söylemek, halkı silahlı isyana teşvik etmek…Padişah tarafından da süratle onaylanan bu kararların hiç biri uygulanamamıştır. Tevfik Paşa Hükümeti zamanında da askeri yargıya taşınarak kararlar bozulacaktır.

Damat Ferit Paşa, Anadolu’da kurulan hükümetle başa çıkamayınca, İngilizler işlerini berbat eden bu hükümeti değiştirirler. Yerine yeniden son Osmanlı sadrazamı Tevfik Paşa(Ahmet Tevfik Okday, 1845-1936) Hükümeti getirilir. Mustafa Paşa ve mahkemenin diğer üyelerinin görevlerine de son verilir. Âliye Divan-ı Harb-i Örfi’nin (günümüz Savaş Suçları Mahkemesi) yeni başkanı Hurşit Paşa, kendinden önce alınan kararları gözden geçirerek birçok suiistimal saptar. Askeri Temyiz Mahkemesi kararların birçoğunu bozar. Mustafa Paşa ve birlikte görev yaptığı üyeler, 15 Kasım 1920’de yaptıkları yolsuzluklar, yanlı kararları nedeniyle tutuklanırlar ve 11 Aralık 1920’de mahkûm olurlar. Karar temyizde de onaylanır. Buna göre Mustafa Paşa 7 ay, üyeler Recep Paşa ve Recep Bey beşer, Fettah Bey üç ay hapis cezasına çarptırılır.

İstanbul’da yayımlanan o dönemin ünlü mizah gazetesi Karagöz, 8 Aralık 1920 tarihli sayısında şöyle yazmıştır:

Dünyanın üstü varsa altı da var. Daha dün Divanı Harp reisi sıfatı ile istediğini karşısına çekerek gelişigüzel idam eden Mustafa Paşa, bugün adli bir mevkuf olarak cezaevi koğuşunda sıra bekliyor!”

Padişah, yalnızca 85 gün tutuklu kalan Mustafa Paşa ve suç ortaklarının cezasını yeteri kadar yattıkları(!) gerekçesiyle affeder. Bir süre sonra Mustafa Bey, ailesini Şam’a götürme gerekçesiyle İstanbul’dan ayrılır. 28 Haziran 1921 tarihli İkdam, “Kürt Mustafa Paşa, Kürtleri organize etmek üzere Şam’a gitti” diye yazmıştır. 21 Temmuz 1922’de Süleymaniye’de Kürdistan Cemiyeti başkanıdır. 10 Ekim 1922’de İngilizlerin teşvikiyle Güney Kürdistan İmparatorluğu adıyla ve Şeyh Mahmut Berzenci başkanlığında kurulan hükümette Eğitim Bakanı olur.

19 Temmuz 1922 tarihli Vakit gazetesi “Garip Bir Dava” başlığı altında eski Divanı Harp Başkanı Mustafa Paşa’nın kendisine zulüm yaptığını yazan Tevhidiefkâr gazetesi yöneticileri aleyhine beşer bin lira tazminat davası açtığını yazdı. Davayı onun adına oğlu yürütecekti.

Mustafa Paşa’yı, Damat Ferit Hükümeti dışında hiçbir İstanbul hükümeti de kaldıramamıştı. Çeşitli suçlardan dolayı Askerlikten çıkarıldığına ilişkin karar 2 Eylül 1922 tarihli Takvimi Vekâyi’de (Resmi Gazete) yayımlandı. Aşağıdaki yayınlar ise onun Türkiye kamuoyunda ne büyük bir nefretle karşılandığını gösteriyor:

8 Ocak 1922 tarihli Yenigün gazetesi “Nemrut Mustafa, başına geçtiği serserilerle Tebriz üstüne bir hareket yaptıysa da başarılı olamamıştır” diye yazdı. 12 Şubat 1922’de aynı gazete, “Nemrut Mustafa’nın katli inşallah doğrudur” diye yazıyordu. 26 Şubat 1922 tarihli Açıksöz gazetesinin haberinin başlığı şöyleydi: “Kürt Mustafa’yı öldürmüşler. Ellerine sağlık!”

16 Mart 1922 tarihli Yeni Adana gazetesinde şöyle bir haber yer aldı: “Süleymaniye Kürtleri Kürt (Nemrut) Mustafa Paşa’yı katlederek Ankara’yı tanıdıklarını bildirmişlerdir.”

İşte bir hainin sonu da bu şekilde tecelli etmiştir.

(I. Bölümün Sonu)

ATATÜRK…
SADRAZAM AHMET TEVFİK PAŞA
ATATÜRK VE FAHRETTİN ALTAY…
NEMRUT MUSTAFA PAŞA
DAMAT FERİT
ŞEHZADEBAŞI KARAKOLU ŞEHİTLERİ
İSTANBUL’UN İŞGALİ I…
KARDAK ADACIKLARI HARİTASI…

Trả lời

Email của bạn sẽ không được hiển thị công khai. Các trường bắt buộc được đánh dấu *