LİKYA MEDENİYETİ VE PATARA

LİKYA MEDENİYETİ VE PATARA
16 Mart 2018

Likya Medeniyeti ile ilgili en eski tarihi kaynaklar Mısır ve Hitit medeniyetlerine aittir. MÖ 2000’li yıllara dayanan bu kaynaklarda, “Luka” ve “Lukka” isimli halklardan bahsedilmektedir. Hitit Kralı Suppliluliuma MÖ 14. Yüzyılda kendisinin “Likya Devletini” fethettiğini söylemektedir. Tarihte ilk yazılı anlaşma olarak bilinen ve Mısırlılar ile Hititler arasında, MÖ 1280’de imzalanan Kadeş Antlaşmasında bu bölgenin halkı için “Denizci Lukka Halkı” denilmektedir. İşte bölgeye “Likya” ismini de yine burada yaşayan bu denizci halk vermiştir. Dolayısıyla Likya ismi tamamen Anadolu halklarına ait bir kelimedir ve buradaki halk ve kültür hiçbir şekilde tamamen Yunan veya Romalılara mal edilemez.  Ancak burada yapılan en büyük yanlış, Antik dönemden bahsedilirken, Anadolu toprakları üstündeki medeniyetlere sahip olan başka halkların ve hatta mitolojik tanrıların, bugünkü bilgi eksikliğinden kaynaklı olarak tamamının Yunanlılara ve Romalılara mal edilmesidir. Bu noktada çok derin bilgi eksikliklerimiz vardır. Umarım burada kaleme aldığım konularla, antik döneme ait bulguların yeniden okunmasını sağlayabiliriz.

Likya Antik şehirlerinin en önemlisi Patara’dır. Uzantısı Antalya’nın Kaş İlçesi’nin Kalkan beldesi yakınlarında bulunan bir antik kenttir ki Antalya İline komşu olan Muğla’nın sınırlarına da girmektedir. LukkaÜlkesi” olarak tanımlanan bu toprakların merkezini, Ksanthos Nehri’nin (Eşen Çayı) oluşturduğu vadi boyunca sıralanan ve bölgenin tüm çağlar boyunca tarihini şekillendiren kentler oluşturur. Likyalıların Dirmil çevresindeki ata yurtları Trimmili’den doğan “Anaforlu Ksanthos”un vadiden çıkıp Akdeniz’e kavuştuğu noktanın doğusunda, kadim Likya’nın dünyaya açılan kapısı öneminde bir kent yer alır: Patara. Fethiye Kalkan arasında Xanthos (Santos) Vadisinin güneybatı ucunda bugünkü Ovagelemiş Köyünde yer alan Patara Antik Kenti, Likya’nın en önemli ve en eski şehirlerinden biridir. Patara Antik Kenti’nin adının, MÖ 13. Yüzyıla ait Hitit metinlerinde geçmesi, Antik Çağ’da Likya’ya başkentlik yapmış Xanthos Antik Kenti kadar önemlidir. Patara’nın yazı ve sikkelerinde Likya dilindeki adı “Pttara” olarak geçmektedir. Hellenistik dönemde “Patara” ve daha sonraki Arap kaynaklarında ise “Batara” olarak anılmaktadır. Bu kent, eşsiz coğrafi konumunun ve topografyasının kaçınılmaz sonucu olarak hiç kuşkusuz binyıllar boyunca, Ksanthos Nehri Vadisi’nde odaklanan kadim Likya’nın en önemli limanı vasfını taşımıştır. Anadolu’nun güneyindeki deniz ticareti güzergâhlarının, iklimsel nedenlerle vazgeçilemez duraklarından biri niteliğindeki doğal liman, kentin yerleşim tarihini ve gelişimini birinci derecede belirleyici bir etmendir. Kentsel doku liman etrafında şekillenmiş ve yapıların bir kısmı da liman nedeniyle inşa edilmiştir. Ksanthos Nehri’nin taşıdığı kumlar, binyıllar içinde bir delta ovası oluşturarak Patara Koyu’nu doldurmuş, Patara Limanı da olasılıkla MS 15. yüzyılda artık içine girilemez bir hale gelmiştir. Limanın ölümü, kentin görkemli yaşamının da sonu olmuştur.

Arkeolojik tarihi kazı bulguları ile MÖ 4. bine inen Patara’nın yazılı kaynaklar üzerindeki ilk tanımı, MÖ 13. yüzyıla tarihlenen Yalburt Kaynak Tapınağı üzerindedir. Hitit İmparatorluğu’nun güçlü kralı IV. Tuthaliya, Luvi hiyeroglifinin kullanıldığı bu kapsamlı yazıtta, Lukka Ülkeleri’ne çıktığı seferi anlatmakta ve “Patar Dağı önünde steller diktiğini, adaklar ve armağanlar sunduğunu ve tanrılara kutsal evler yaptığını” söylemektedir.

–      (Stel veya stela, dikilmiş, yüksekliği eninden uzun yekpare bir taştan oluşan bir yapıttır. Sözcük Yunanca stele yani “(dikili) duran blok”tan gelir. Ahşap olanlarına da rastlanmıştır. Stelin farklı şekillerde kullanılan farklı tipleri vardır. Y.N.)

Patara’nın Makedonya Kralı Büyük İskender’in MÖ 334/333’te Likya’ya gelmesine kadar geçen tarihi, burada değinilemeyecek denli karmaşık ve uzundur. Ancak şunu vurgulamak gerekir ki, Bronz ve Demir çağlarında Likya’da karanlık dönemlerden söz edilemez; kıyı Likya’da Patara ve dağlık Likya’da Tlos’ta yürütülen kazılar, bu bilimsel yanlışı artık ortadan kaldırmıştır. İskender’in ölümünden sonra Patara, Monophtalmos tarafından deniz üssü olarak kullanılmış, en geç 281’de de yine Makedonya kökenli Mısır kralı II. Ptolemaios tarafından ele geçirilerek, karısı ve kızkardeşi Arsinoe’nin adını almıştır.

Roma İmparatorluğu’nın üç yüz yılı aşan egemenliğinde Patara, son derece gelişmiş bir kent haline gelmiş, Doğu Roma Dönemine de, Hristiyanlık tarihinde benzersiz bir biçimde yer alacak önemde kişi ve olaylarla kesintisiz girmiştir. Ancak hem MS. 541’deki veba salgını, hem de MS 7.-8. yüzyıldan itibaren başlayan Arap akınlarının yıkıcı etkileri; tüm Likya’yı olduğu gibi Patara’yı da etkilemiş, nüfusunun azalmasına ve kentin küçülmesine neden olmuştur. 12. yüzyılda güçlü bir çift-sur sistemiyle kuşatılan Patara, 1211’de Selçukluların Akdeniz’de ele geçirdikleri ilk kentlerden biri olmuş; 13. Yüzyılın başından itibaren varlık gösteren Menteşe Beyliği’nden sonra 1424 yılında Osmanlı egemenliğine girmiştir. Yazılı kaynaklardaki en son bilgi, 1478 yılında Sultan Cem’in Rodoslularla görüşmek üzere Patara’ya gelmesidir. Patara’daki deniz fenerinin de yıkılmasına neden olan 1481 Rodos depremi ve tsunamisinden sonra, olasılıkla liman da tümüyle kapandığı için, Patara’da kalıcı bir yaşam olduğunu gösteren hiçbir bulgu yoktur. Bilindiği üzere bu yılın başlarında Antalya Rölöve ve Bölge Müdürlüğü Yunan tarihçi Polybios’un (M.Ö.200) notlarından yola çıkarak bir çalışma başlattı. Bu çalışmanın amacı Patara Limanı’nda Romalı komutan Quintus Fabius Labeo tarafından batırılan altın başlıklı 50 kadar güverteli savaş gemisinin bulunmasıydı.  Seleukos Kralı III. Antiochos’a ait olan gemilere ait tarihi kaynaklar ele alınıyor. Ancak liman bataklık halde olduğundan çalışmaların çok zor şartlarda sürüdürldüğü belirtiliyor. Bilindiği üzere daha önce de İzmir Deniz Bilimleri Enstitüsü burada bir çalışma yapmıştı.

Eski antik kentler tanrılarıyla anılmaktaydı ve bu Anadolu halkları inandıkları tanrıların gücüyle ve onlara olan bağlılık ve inanç etkisiyle yaşadıkları şehirlerde onların adına tapınaklar yaparlardı. Bunların içinde kışlık kehanet merkezi olarak da bilinen Patara ve Likya Birliğini içine alan diğer antik kentlerdeki Tanrı Apollon inanışı çok güçlü olduğundan, Apollon’u anlatmadan geçemeyeceğim. Çünkü bu;  tarihi kentleri, halkları ve onların inanışlarıyla birlikte nasıl bir yaşam sürdürdükleri üzerinden de bizlere bilgi verecek, hayal kurduracaktır.

Anadolu kıyılarında yaşayan Lukka halkının Apollon’a olan inancı, bölgede bir Apollo Kültünü ortaya koymuştur. Tıpkı “Likya” isminde olduğu gibi, Tanrı Apollon’nun isminin de Anadolulu olduğu tezi, 1903 yılında U. von Wilamowitz-Moellendorff’un 1921 tarihinde Apollon’un Lykialı olduğunu ileri sürmesiyle, şimdiye kadar yüzeysel yapılan ve sadece Yunanlılara mal edilmeye çalışılan Anadolu medeniyetleri ve içine barındırdığı tüm gerçekleri gün yüzüne çıkmaya başlamıştır. Tabii ki bu savların en gerçek kaynakları da son yıllarda Likya bölgesinde yapılan kazılar sonucunda elde edilen bilgilerdir.  Moellendorff, Apollon’un annesi Leto’nun adının Lykçe “Lada”dan geldiğini, anlamının da kadın olduğunu belirtmektedir. Apollon’un sıfatlarından Apollon Lykeison’un tanrının Likyalı olduğu savın bir parçasıdır.  Ayrıca Apollon ve Artemis’in silah olarak ok ve yay kullanmalarının barbar kökenlerini gösterdiğini ve diğer Olympos tanrıları gibi ayağında sandalet yerine Artemis’le beraber batı Anadolu kökenli bot giydiğini vurgulamaktadır. İleri sürdüğü tezin son savunması olarak da Apollon’un İlyada’da Truvalıların yanında yer aldığı için, Akhilleus’a karşı düşmanlığını kanıt olarak göstermekle birlikte aynı yapıtta Apollon, Poseidon ile birlikte Truva surlarını inşa eden tanrıdır.

–        (Enno Friedrich Wichard Ulrich von Wilamowitz –Moellendorff (1848-1931) Alman klasik filolog, dil bilimci. Antik Yunan ve Edebiyatı konusunda çok tanınmış bir otoriteydi. Y.N.)

Herodotos Patara kentini, kurucusu Su perisi Lykia ile Apollon’un doğduğu yer olarak rivayet etmiştir. Şimdilik şehrin tarihi MÖ VI. ve V. yüzyıla kadar çıkarılmaktadır. Sonuç olarak, Apollon’un kültünün eski bir külte dayandığı ve Homeros’un da bu kült bilgilerini yapıtında kullandığını ileri sürülmektedir.  Köken tartışmasında Hitit kaynaklarında kapı tanrısı olarak geçen Apulinas adlı tanrının, Apollon olabileceğini de ileri sürülmektedir. Tanrının bu kapıları koruyuculuğu olasılıkla Babil’de kapı tanrısı ve aynı zamanda güneş tanrısı olan Şamaş’tan gelmektedir. Tanrı Apollon’da zaman zaman epiphani yapar. Şamaş aynı zamanda Epiphanisi (Kapı aralığından insanlara görünme) ile tanınır. Tanrı Apollon’da zaman zaman epishani yapar. Örneğin Didiyma’da yılda bir kere epiphani yaptığına inanılıyordu. Didyma tapınağındaki bilicilik odasının pronaosa bakan kapısı Apollon’un epiohane kapısı idi. Tıbbın ve sağlığın tanrısı olarak bilinen Apollon’un oğlu Asklepios babasına göre daha iyileştirici bir sağlık tanrısı idi. Apollon hastalıkları iyileştirici, uzaklaştırıcı olmasının yanı sıra ölüm tanrısı olarak da bilinmekteydi. Cezalandırmak istediği zaman oklarıyla ölümcül hastalıklar gönderiyordu. Karia bölgesinin önemli kentlerinden olan Knidos’da Apollon’a iki farklı sıfat altında tapınım gördüğü anlaşılmaktadır. Anadolu inanç sisteminde Apollon, dişil ve eril gücün, toprak ve suyun, ödül ile cezanın birleşiminin bir sembolü gibidir. Kız kardeşi Artemis ve Annesi Leto’nun ana tanrıça düşüncesi çerçevesinde şekillenene karakterleri, zamanla onun da karakteristiği olmuş, kimliği içerisinde onlarla birlikte anılmasını beraberinde getirmiştir. Anadolu’nun pek çok kentinde kuvvetli bir yer edinip, büyük saygınlık kazandığı anlaşılan Apollon kültünün, kehanet icrasının verdiği hâkimiyet ve güç nedeniyle kazandığı ayrıcalıklı konumu, siyasi otoritenin de ilgisini çekmiştir. Apollon kültü, güçlü inanç sistemi ve uygulamalarının desteğindeki güçlü bir rahip sıfatının ortaya çıkmasına neden olmuştur. Ve aslında bu kültten gelen anlayış bir bakıma günümüze dek uzanmıştır.

Sınırlı arkeoloji bilgimizle yapmaya çalıştığımız araştırmanın sonuçlarını yukarıda sunduktan sonra gelelim Likya Uygarlığına. Likya Uygarlığı’yla olan bağımız 2000 yılında Tahtalı Dağı’nın (Olympos Dağı) eteklerindeki çam ormanı içinde yer alan dağ evimizi almamızla başladı. Kemer’den sonra Tekirova’yı da geçip birbirinden sert 15 kadar virajdan sonra vardığımız dağın eteklerindeki 1100 m. rakımlı orman evimizin çevresindeki tarlalarda, ormanların içinde yer alan eski lahitleri,  taş mezarları gördüğümde tarihle bu kadar iç içe olmaktan doğrusu bayağı etkilenmiştim. Ve ne nedir merakımdan hemen Antalya’dan tedarik ettiğim arkeoloji kitabı merakımı tatmin etmek bir yana, daha da arttırmıştı. Kitaplar kitapları kovaladı ve neticede ben de az-çok Likya ile ilgili fikir sahibi oldum. Yörenin inanılmaz güzel, muhteşem doğasının tarihle bu kadar dolu olması, bölgeye olan sevgimi ve ilgimi bir kat daha arttırmıştı. Neyse, buyurun bakalım bilebildiğimiz kadarıyla Likya’nın bugünü ve dünü.

Günümüzde Teke Yarımadası olarak bildiğimiz, Antalya ile Fethiye körfezleri arasındaki Akdeniz’e uzanan yarımada antik coğrafyada Likya olarak adlandırılmıştır. Bölgenin güney sınırı Akdeniz ile belirlenmiş,  doğu, batı ve kuzey sınırları ise tarihte sürekli olarak değişiklik göstermiştir. Antik yazarlara göre; Antalya’nın hemen batısından başlayıp güneybatıya doğru uzanan Beydağları, Akdağ silsilesi ve onların kuzeybatı doğrultusundaki uzantısı, Likya’nın kuzey sınırını oluşturmaktadır. Homeros Truva Savaşlarını anlatan ünlü İlyada destanında Likyalıların Glaukos ve Sarpedon önderliğinde Akhalara karşı Truvalıların yanında yer aldığını anlatmaktadır. Likya İ.Ö.545 yılında başlayarak  Pers Kralı Harpagos’un zaptı ile Pers yönetimine girip, 480 yılında Kral Xerxes’in Yunanistan’ı zaptı için oluşturduğu donanmaya 50 gemi ile katılmıştır. Pers istilası İ.Ö.334 yılında Makedonyalı Büyük İskender’in İstanbul Boğazını aşıp Anadolu’ya geçişi ve İ.Ö.333′de Granikos Savaşında Persleri yenişi ile sonlanmıştır.

–        (Homeros Antik Çağ’da yaşamış İyonyalı ozan. İlyada ve Odysseia destanlarının derleyicisi olduğu kabul edilir. Smyrna (İzmir) bölgesinde yaşamış olduğu sanılmaktadır. Yaşamı hakkında çok az bilgi vardır. Homeros Antik Yunancada cins isim olarak “köle” anlamına geliyordu. Y.N.)

 –        (Glaukos, Sisyphos’un oğlu. İnsan eti yiyen atları tarafından parçalandı. Truva Savaşı’nda Likya’dan gelen ekibin ikinci adamı. Sarpedon’un yoldaşı ve kuzenidir, cesurca savaşmıştır. Y.N.)

 –        (Akalar (Akhalar) (Yunanca: Ἀχαιοί, Akhaioi) Homeros’un İlyada’da (598 kez) ve Odysseia’da eski Yunan halkları için kullandığı müşterek isimdir. Y.N.)

 –        (I. Serhas veya Kserkses Ahameniş İmparatorluğu’nun Pers kralıydı. Yunanca Eski Pers hükümdar adlarından Xšayāršā sözcüğünden gelen Serhas, “kahramanlar kralı” anlamına gelmektedir. Y.N.)

 –        (Granikos Muharebesi MÖ Mayıs 334 tarihinde bugünkü Türkiye’de Biga Çayı yakınında yapılan savaş. Büyük İskender komutasındaki Makedon Ordusu ve Pers İmparatorluğu arasında yaşanmıştır. Makedonya’nın zaferiyle sonuçlanmıştır. Y.N.)

 

 Likya Büyük İskender’in ölümünden sonra İ.Ö.309′dan itibaren Mısır’da hüküm süren generallerinden Ptolemaios’ların yaklaşık 100 yıllık egemenliğine girer ki, bu dönem Likya dilinin unutulup yerini Grekçeye bıraktığı dönem olarak bilinmektedir. Bölge İ.Ö.197-167 yılları arasında Suriye Kralı III. Antiochus’un yönetimindedir. Likya Roma’dan İ.Ö. 167 yılında özgürlüğünü almıştır. Bu dönemde başkent Ksanthos olmak üzere 23 şehrin “Likya Birliğini” oluşturduğu ve birlik adına para basıldığı yazıt ve sikkelerden bilinmektedir. Strabon, Likya Birliğinin 6 büyük kentinin Ksanthos, Patara, Pınara, Olympos, Myra ve Tlos olduğunu belirtmektedir. Yerleşimlerin birbirlerine bağlanan güzergâhlarla ve uzaklık ölçüleriyle yazıldığı Likya coğrafyasının haritası olan Likya Yol Kılavuz Anıtı, dünyanın bilinen en eski ve tek karayolları haritasıdır.

–        (Büyük İskender’in emrindeki Makedonyalı komutanlardan biridir Ptolemaios. İskender’in ölümünden sonra imparatorluk bölüşülürken payına Mısır ve yöresi düşer. İlk Ptolemaios‘un lakabı Soter, yani kurtarıcıdır. Aynı isimli 15 kral Mısır’da hüküm sürer. Hatta, PtolemaiosEvergetes Anadolu’ya girer ve Urfa civarını fetheder. Y.N.)

 –        (III. Antiohos, Seleukos İmparatorluğu’nun 6. hükümdarı. MÖ 222’den MÖ 187’ye kadar hükümdarlık yapmıştır. MÖ 3. yüzyılda önce Suriye’yi, ve sonrasında Batı Asya’ya kadar olan bölgeyi yönetmiştir. Y.N.)

 –        (Ksantos, Fethiye yakınlarındaki antik kent. Fethiye. Kaş karayoluna 70 km uzaklığında bulunmaktadır. Antik Çağda Likya’ya başkentlik yapmıştır. Kentte ele geçen en eski kalıntılar MÖ 8. yüzyıla kadar gitmektedir. Y.N.)

 

 Birlik Roma İmparatorluğu Döneminde fonksiyonunu yitirmediği gibi bolluk ve refahın da en üst düzeyine bu dönemde ulaşmıştır. Şehir nüfusları 5.000 civarında olup bölge nüfusu 200.000 civarındadır. Sınırlar kuzeydoğuda Kaunos’u (Dalyan ) içine alacak şekilde genişlemiştir. 5. yy. ortalarında Likya Eyaletinin Konsül Valisine bağlı 34 kent sayılmıştır. Demre ve Kaş arasında kalan bölge Likya’nın en yoğun yerleşim görmüş kesimidir. Km2. başına neredeyse 30 yerleşim alanı düşmektedir.

Likya halkının Hıristiyanlıkla karşılaşması 53-57 yıllarındaki üçüncü misyonerlik seyahatinde St. Paulus’un Myra ve Patara’yı ziyaretine kadar dayanmaktadır. Olympos’lu Methodius Likya’nın ilk bilinen piskoposudur ve 312 yılında Patara’da idam edilmiştir. 4-7 y.y.’lardaki Bizans dönemi, bölgede Hıristiyanlığın yerleşip birçok kilisenin inşa edildiği dönemdir. Bizans’la birlikte başlayan önemli değişimlerden birisi özellikle Demre’nin dağlık kesimlerinde manastır yerleşimlerinin oluşmaya başlamasıdır. Manastırlar, ekonomik ve kamu hayatını etkileyecek kadar önemli bir güç merkezleridir. Likya’daki manastır yaşamı 5. yüzyıla kadar indirilmektedir. 5.- 6. yüzyıllarda bölgede çok sayıda ve büyük boyutta kilisenin yapılması bu dönemde bölge nüfusunun oldukça yüksek olduğunu göstermektedir.

Likya sahilinin büyük bir kısmı kayalıklardan oluşmaktadır. Bu topografya liman oluşumuna bazı yerlerde olanak vermiştir. Strabon, Likya kıyılarının engebeli ve geçilmesi zor olduğunu, ancak limanlarının son derece iyi donatıldığını söylemektedir. Tunç Çağından itibaren bölgede görülen deniz ticareti, sonraki dönemlerde çeşitlenerek Roma ve Bizans Dönemine kadar sürmüştür. Mor boya, sedir ağacı, zeytinyağı, şarap, sünger Likya bölgesinin önemli yerel üretim mallarındandır. Antik kaynaklara göre Antiphellos (Kaş) ve çevresindeki çok kaliteli ve yumuşak sünger çıkartılmaktadır. Ayrıca gemi yapımında kullanılan Likya Bölgesi sedirlerinin kalitesi çok yüksektir. Likya limanları doğudan batıya doğru Idyros, Phaselis, Korykos, Olympos, Posidarisus, Melanippe, Gagai, Phoinikos, Andriake, Simena, Teimussa, Aperlai, Antiphellos, Kalamaki, Phoinike, Patara, Pydnai, Arymnessos/Perdikiai, Kalabantia, Karmylessos, Telmessos, Krya, Lissa ve Lydai olarak sıralanmaktadır. Bu limanlardan gerek konumu, gerekse de siyasi ve ekonomik gücü, uluslararası ticarete ev sahipliği yapan Andriake (Çayağzı) ve Patara diğerlerinden ayrılmaktadır.

–        Strabon, Yunan tarihçi, coğrafyacı ve filozof. Yaşadığı dönemde bilinen yerlere yapılan göçlere ve hangi milletlerin yerleşmeler yaptığı üzerine gerçekleştirdiği çalışmalar ile ün kazanmıştır. Roma aristokratlarıyla kan bağı olduğu düşünülmektedir. Y.N.)

 

Bölge, yöresel gelenekleri ve özellikle kendine özgü mezar mimarileri ile Anadolu’nun en ilginç bölgesi olup, şehirler genellikle kıyılarda ve bölgenin kalbi kabul edilen Ksanthos (Xanthos) ile Arykandos (Akçay) vadilerinde kurulmuştur. Kendi dil ve alfabeleri ile tanınan Likyalılara ait yazıtların bir kısmı son yıllarda günümüz dillerine çevrilmiştir ki, bunların çoğu mezar yazıtlarına aittir.

Likya bölgesi, büyük, orta ve küçük ölçekli kentler, liman kentleri, askeri, yarı çiftlik ve kule yerleşimlerinden oluşmaktadır. Bölgede görünür kalıntıların çoğu Roma ve Bizans dönemine aittir. Dağlarda yoğunlaşan klasik yerleşimlerinde sıkça rastlanan kalıntılar, zeytinyağı ve şarap işlikleri, tarım teraslarıdır. Nüfusun büyük çoğunluğunu barındıran bu kırsal yerleşimler, hem kendilerini, hem de bağlı oldukları büyük kentleri beslemektedir. Likya bölgesindeki konut yapıları genel olarak dört guruba ayrılmaktadır. Birinci grup; tepe yamaçlarında yan yana sıralı, bitişik her bir mekânının ayrı girişi bulunan konutlar, İkinci grup; yerleşim alanı içinde kırsal yerleşimlerde birbirinden bağımsız tek ya da iki odalı konutlardır. Her iki gurup konutlar çoğunlukla iki katlı, sur içinde toplu veya birbirine yakındır. Üçüncü grup; 2-4 yerleşim birimine sahip, tarım alanlarında dağınık halde inşa edilmiş, genelde tek katlı, bazıları avlulu, kendine ait sarnıç ve işliği bulunan konutlar, Dördüncü grup; ortada bir avlu çevresinde odaların yer aldığı, kırsal bölgelerde yapılmış, genelde zenginlere ait konutlardır.

Bölgede meydana gelen doğal felaketler, salgın hastalıklar kentleri, kentlerdeki yaşamları derinden etkilemiştir. Bunlardan en önemlileri 141, 240, 385,529 yıllarında meydana gelen depremler ve 542 ile 1346-1347 yıllarındaki veba salgınlarıdır. Kıyı bölgelerindeki yıkımlar nedeniyle iç bölgelerdeki yerleşimler önem kazanmıştır. Ayrıca, İmparator II. Konstans 655′de kendi idare ettiği donanma ile Phoniks sahillerinde Araplara karşı bir savaş vermiştir. II. Konstans uğradıkları bozgundan genç bir askerin fedakârlığı sayesinde kurtulmuştur. Phoniks’te gerçekleşen bu savaş sonrası Arap donanmaları Akdeniz sahillerinde rahatça dolaşmaya başlamıştır. 802 yılında Likya ve Karya bölgesi Abbasiler tarafından ele geçirilmiştir. 10. yy’da Likya ve tüm Akdeniz artık Bizans hâkimiyetindedir. 1155′den sonra Selçuklu II. Kılıç Aslan’ın Bizans ordularını yenmesiyle birlikte Likya Türkmenlere açılmıştır. 1204′ten sonra tüm Likya Türklerin eline geçmiştir.

2000 Yıldır Ayakta Kalan Dünyanın Eski Deniz Feneri

Dünyanın ilk deniz feneri Likyadadır.

Deniz Feneri’nin üzerinde bulunan yazıt Fener’in, Roma İmparatoru Neron tarafından MS. 64/65 yılında yaptırıldığı göstermektedir. Asırlarca denizcilere yol gösteren fener büyük bir tsunamiyle yıkılmış. Tsunaminin izleri fenerin üzerinde hala durmaktadır. Patara Feneri dünya üzerinde 2000 yıl ayakta kalabilen tek fenerdir. Günümüzde onarılmayı bekliyor.

Dünyanın en eski deniz feneri Mısır’daki İskenderiye olarak biliniyor. Ancak fenerden geriye tek bir yapı taşı yok. Ayakta kalan en eski deniz feneri ise İspanya’nın Lacarunya kentinde bulunuyordu. Ancak bu fener de 19. yüzyılda yeniden inşa edildiği için orijinal değil. Üstelik Patara Deniz Feneri, Lacarunya’dan 60 yıl daha eski. Patara Deniz Feneri’nin yapı taşlarının da tamamı duruyor.

A
B
C
LİKYA TİCARET GEMİSİ..
ARYKANDOS VADİSİ…
LİKYA BÖLGESİ… (BİR BÖLÜMÜ)
LİKYA BÖLGESİ I…
LİKYA YOLU I…
LİKYA YOLU II…
LİKYA III…
ÇIRALI…
ÇIRALI OLYMPOS YANAN TAŞ…
KRAL MEZARLARI…
PATARA PLAJI…
PATARA PLAJINDA YAVRU CARETTALAR..
PATARA ZAFER TAKI…
PATARA MOSELEUM..
XANTOS… KSANTOS…
LİKYA KRAL MEZARI…
ASKLEPIOS…
LİKYA YOL KILAVUZ ANITI…
PATARA ANTİK KENTİ…
DİDİM MABEDİ PRONOASA KAPISI…
STEL…
XANTOS…
ANTIOCUS III…
APOLLON…
HOMEROS…
STRABON…
XERXES…
PATARA FENERİ I…
PATARA FENERİ II…

Trả lời

Email của bạn sẽ không được hiển thị công khai. Các trường bắt buộc được đánh dấu *