VE SAVAŞ BAŞLIYOR…
TÜRK KUVVETLERİNİN SAVAŞ DÜZENİ
İslam ve Bizans Kaynaklarında Türk birlikleri, Sağ-Sol-Merkez ve ihtiyat olarak gösterilmiş, ancak söz konusu birliklerin hangi komutanlar tarafından sevk ve idare edildiği hakkında herhangi bir bilgi verilmemiştir. Şüphesiz biz bu komutanların sevk ve idare kabiliyetlerini, ileri tarihlerde her birinin bir beylik veya devlet kuracak güçte ve yetenekte kişiler olduklarını söylersek, bunun pek de önemli olmadığını belirtmiş oluruz. Bunların isimleri verilmek istenirse, Yaku-ti, Kutaşmış oğulları Süleyman ve Mansur, Sev-Tekin, Afşin, Gevheri Ayin, Sanduk, Tarankoğlu, Aytekin, Ahmet Şah, Dilmaçoğlu, Artuk, Danişmend, Mengüçek, Çavlı, Porsuk, Tutak, Altuntaş, Atsız, Aksungur ve Bozam önde gelen isimler olmuştur.
Bu muharebeyi Türk tarafında, Urfalı Meteos’un vakayinamesinde, Kutalmışoğlu Süleyman Şah’ın idare ettiği belirtilmiş ise de pek çok kaynak, savaşın bizzat Alparslan’ın sevk ve idare ettiği hususunda hem fikirdirler. Biz de bu kanaatteyiz.
Savaş düzeni gereği ihtiyattaki Türk birlikleri Tarankoğlu komutasında, tepelerin arkasında pusuda bırakılmış, emir almadıkça yerlerinden oynamamaları, ancak zamanı gelince pusudan çıkıp düşmanı önce ok yağmuruna tutarak sonra da kılıçla imha etmeleri emredilmişti.
BİZANS ORDUSUNUN SAVAŞ DÜZENİ
Malazgirt’ in doğusunda düzgün, peş peşe saflar sıkışık kare nizamına göre dizilmiş olan Bizans ordusu da Sağ-Sol-Merkez ve ihtiyatlar olarak düzenlenmişti. Bu dizilişte ordunun merkezinde İmparator R. Diyojen, sol kanatta Rumeli birlikleri komutanı Nikephoros Briyennos, sağ kanatta Anadolu birlikleri komutanı Kapadokyalı Attaliates, ihtiyat kuvvetlerinin başında ise genç Andronikos Ducor(veya Dukas) bulunması planlanmıştı. Roman Diyojen’in bu tercihi biraz şaşırtıcı idi; çünkü bu genç komutan eski imparatorun yeğeni ve Caesar Yannis Dukas’ın oğlu olup, bu kişiler açıkça Romen Diyojen’in imparator olmasının aleyhinde olan kişilerdi. Her neyse, İmparator ordusunu geleneksel Bizans askeri kurallarına göre düzenlemişti. Ortada birkaç sıra derinlikte çoğu zırhlı, piyade birlikleri ve bunların sağ ve sol kollarında süvari birlikleri yerleştirilmişti. Bizans ordusunun gerisinde büyük bir ordu gücü bulunuyordu ve bu birlikler, taşra eyaletlerinde nüfuzlu kişilerin özel ordu mensuplarından oluşuyordu.
Yukarda belirtilen plân gereği birlikler savaş düzenine girmeden önce her iki ordu da dualar etmiş, papazlar ayin düzenlerken, Türk birlikleri hocalar eşliğinde topluca cuma namazını kılmışlar ve komutanlarca yapılan konuşmalar ile heyecan had safhaya çıkarılmıştı. Bu maksatla Alparslan namazda yaptığı duada, Allah’a en içten yalvarış ve yakarışla “Tanrım niyetim halistir. Bana yardım et. Şayet sözlerimde hilaf varsa beni kahret” sözleri ile inancının gereğini yapmıştır. Alparslan bundan sonra atının kuyruğunu eski bir Türk geleneğine uygun olarak kendi eliyle bağlamış, ok ve yayını atıp, kılıç ve gürzünü alarak ordusunun başında yerini almıştır.
Savaş öğle saatlerinde Türk süvarilerinin toplu ok saldırısına geçmesiyle başladı. Türk ordusunun çok büyük bir çoğunluğu atlı birliklerden oluştuğundan ve neredeyse hepsinde de ok bulunduğundan bu saldırı Bizanslılarda önemli miktarda asker kaybına neden olmuştu. Ama yine de Bizans Ordusu, saflarını bozmaksızın kordu. Ancak Sultan saldırıların şiddetini git gide arttırdı, neticede merkez kuvvetlerinin başında düşman birliklerine şiddetli bir şekilde hücum etmiş süvarilerinin attıkları oklar ile Bizans ordusunun ön safları dağılmış düşman büyük bir şokla gerilemeye başlamıştır. Diyojen Türk ordusunun bu şiddetli saldırısı karşısında paniğe kapılmış, tarihi büyük hatasını yaparak asıl kuvvetlerini harp sahasına sürmüştür. Bu şiddetli direnişi önceden öngörmüş olan Alparslan planı gereği çarpışarak geri çekilmeye başladı. Bu sahte ricattan imparator ve kumandanları hiç bir şekilde şüphelenmemiş, üstelik Türk ordusunun tamamen imha edilme zamanının geldiğine kanaat getirerek, tüm güçleriyle saldırıyı sürdürmüştür. Çok az zırhları olduğu için hızlıca geri çekilebilen Türkler, zırh yığınına dönüşmüş Bizans süvarileri tarafından yakalanamayacak kadar hızlıydı. Ancak buna rağmen Bizans ordusu Türkleri kovalamaya başladı. Yan geçitlerde pusu kurmuş Türk okçuları tarafından ustaca vurulan ama buna aldırmayan Bizans ordusu saldırıya devam etti. Türkleri yakalayamayan, üstüne bir de çok yorulan (üstlerindeki ağır zırhların etkisiyle) Bizans ordusunun hızı durma noktasına geldi. Türkleri büyük bir hırsla kovalayan ve ordusunun yorulduğunu anlayamayan Romen Diyojen, yine de takibe devam etti. Ancak bulundukları mevziden çok ileri gittiklerini ve çevreden saldıran Türk okçularını görüp kuşatıldığını çok geç zamanda anlayan Romen Diyojen yine de geri çekilme emrini vermedi. Çok geçti artık.
Ancak Alparslan, ordusunu geri çekerek pusu bölgesine Bizans birliklerini yeterince çektikten sonra, derhal karşı saldırıya geçerek düşmanı iyice şaşırtmıştır. (Kurt Kapanı, Turan, Hilal Taktiği) Malazgirt Savaşı, Turan Taktiği’nin en iyi uygulandığı savaş olarak tarihteki yerini almıştır. Düştükleri tuzağın geç de olsa farkına varan Bizans ordusu, çemberi yararak bu tuzaktan kurtulmaya çalışmıştır. Ancak dört bir taraftan adeta yağmur gibi yağan oklar Bizans ordusunda büyük kayıplara neden olmuş, bu da ordunun savaş düzenini tamamen bozmuş ve paniğe, ümitsizliğe itmiştir. Ancak Bizanslılarda esas panik, Rumeli Türk birliklerinin komutanları Tamiş ile birlikte Alparslan’ın merkez kuvvetlerine katılmalarıyla daha da arttı. Öte yandan Bizans ordusunda savaşan ancak gerçekte Türk olan Peçenek, Uz, Kıpçak askerleri de Selçuklu tarafına geçti.
Turan Taktiği veya Hilal Taktiği nedir?
Turan taktiğinde ordu, sağdan, soldan ve ortadan ayrılır. Ortadaki birlikler korkmuş gibi geri kaçarken, düşman ordusu istenilen yere çekilir. Ve zamanı geldiğinde hızla geri dönüp düşmana saldırır. Sağ ve sol taraftaki birlikler de harekete geçerek hilal şekli alınır ve ortada kalan düşman ordusu yok edilir.
Bu katılım Bizans ordusu içinde büyük bir moral bozukluğu, tam bir umutsuzluk yarattı. İmparator durumun kendi aleyhlerine döndüğünü görerek, Malazgirt’i terk etmeye karar verdi, ancak buna fırsat bulamayacaktır. Tek ve son çarenin ölesiye çarpışmak olduğunu anlamış, bütün gücüyle harbe devam etmiştir. Diğer tarafta yenileceklerini anlayan Bizans ihtiyat kuvvetleri ve komutanları Andranikos Dukas, panik içinde kaçmaya başlamıştır. İmparator savaşın son anına kadar çok iyi, kahramanca çarpışmasına rağmen atının mızraklanmasına ve kendisinin de omuzundan yaralanması sonucu atından düşerek Türklerin eline geçmiştir. Çevresini saran askerler tarafından öldürülmek istenmişse de, karşılarındakinin İmparator olduğunu anlayan bir asker bunu engellemiş ve kendisi esir edilmiştir. Bu arada pek çok esir edilen komutan ile birlikte, zincirli olarak Alparslan’ın huzuruna getirilmiştir. Bizans ordusu 6 saat içinde tamamen çökertilmiştir. 27 Ağustos günü tamamen imha edilmiş, kalan komutan ve askerleri esir düşmüş olan Bizans ordusu Türkler için artık bir tehlike olmaktan çıkmış, Anadolu kapıları ise Türklere tamamen açılmıştır.
Malazgirt Savaşı Türklerin Anadolu’yu yurt edinme zaferidir. Savaşta kaç kayıp verildiğine yönelik bir fikir yok. Çünkü kayıtlı asker sayısıyla ilgili kesin bir bilgi yok. Bu zaferle Bizans, 1176 yılına kadar yani Malazgirt Savaşı’ndan 105 yıl sonrasına kadar Selçuklulara karşı çıkacak gücü kendinde bulamadı. Ardından Alparslan’ın emriyle Anadolu’da ertesi yıl 5 devlet kuruluyor. Danişmentliler, Saltuklular, Mengücekler, Artuklular ve Sökmenliler bu zaferden hemen sonra kuruldu. İleri uçta da Selçuklu Hanedanı’ndan Süleyman Şah’ın kurduğu Türkiye Selçuklular Devleti var. Bizans’ın artık direnecek gücü kalmadığı için o kadar hızlı bir yerleşim yaşanıyor ki Anadolu tamamen Türk yurdu haline geliyor.
Esir edilen İmparator kaderine razı ölüm emrini beklemektedir. Ancak Sultan kendisine gayet iyi davranmış, otağında misafir etmiş, yaralarını tedavi ettirmiştir. Birkaç gün Sultan’ın misafiri olan Romen Diyojen, Alparslan’ın hazırlattığı sulh anlaşmasını imzaladıktan sonra, bazı komutanlarıyla beraber memleketine gönderilmiştir.
Bu arada Ermeni vakanüvis Aristakes’e göre Sultan ve İmparator arasında şöyle bir diyalog geçer..
Sonuna kadar mertçe savaşan imparator omuzundan yaralı olarak ele geçirildi. Alparslan, İmparatorun huzuruna getirilmesini emretti, getirilince de elindeki kamçıyla imparatora üç defa vurdu ve : “Sana barış için elçi gönderdiğim halde reddetmedin mi?” dedi.
Bunun üzerine İmparator “Azarlamayı bırak da, ne yapacaksan yap!” diye cevap verdi.
Alparslan İmparatora: “Sen beni esir almış olsaydın ne yapardın?” diye sordu.
İmparator: “Kötülük yapardım” diye karşılık verdi.
Alparslan bu defa: “Peki benim sana ne yapacağımı zannediyorsun?” diye sorunca
İmparator: “Beni ya öldürürsün, ya da İslam ülkelerinde teşhir edersin yahut da uzak bir ihtimal olmakla beraber, affeder, fideye ve vergi alır, beni kendine vekil tayin edersin” cevabını verdi.
Bunun üzerine Alparslan: “Ben de zaten bundan başka bir şey düşünmedim.” diye cevap verdi.
Türklerin; aradaki büyük asker, silah, mühimmat dengesizliğine rağmen kısa bir zamanda bu savaştan kesin bir zaferle çıkılmasının nedenini, Alparslan ve komutanlarının üstün sevk ve idaresine bağlayabiliriz. Bunun yanı sıra Bizans ordusunun karışık, düzensiz, sevk ve idareden yoksun olduğunu, üstelik başlarında kendini beğenmiş bir İmparatorun ve yeteneksiz komutanların bulunduğunu da göz ardı etmemek durumundayız.
Anadolu’nun Türkleşmesine, İslamlaşmasına ve bir vatan olmasına yol açan bu büyük zaferin akisleri İslam âleminde uzun yıllar sürecektir. O güne dek Hıristiyanlığın kalesi durumunda olan Bizans’ın böyle büyük bir hezimete uğramasını Hıristiyan devletler gururlarına yedirmemişler, Türkleri bir tehdit aracı olarak görmek ve Anadolu’dan atmak düşüncelerinden vaz geçmemişlerdir. Nitekim Avrupa kiliseleri bir araya gelerek 1095 yılında Türklere karşı Haçlı seferlerini başlatmışlardır. Bu zaferle Türkler Orta Doğuda İslam âleminin koruyuculuğunu, İslamiyet’in kalkanı olma görevini üstlenirken, Bizans’ın nüfusunun kırılmasına, çeşitli din ve mezhepteki insanların Türkleri bir kurtarıcı olarak görmelerine sebep olmuştur. Bu aziz vatanın bizlere böylesine büyük bir zafer kazanarak armağan eden ecdadımız, şahadet mertebesine ermenin huzuru içinde görevlerini tam ve eksiksiz yapmışlardır. Şüphesiz yeni nesiller böylesine büyük zaferler ile bizlere emanet ettikleri bu aziz vatanı korumak ve ecdadına layık olmak istemiş, yakın tarihimizde Gazi Mustafa Kemal komutasında 30 Ağustos 1922 de düşmanlarına gereken dersi vermesini bilmiştir.
MALAZGİRT SAVAŞI SONUÇLARI…
Malazgirt Muharebesi Türk ve dünya tarihinin önemli dönüm noktalarından biri olmuştur. Bu zafer sonunda, Bizans’ın bütün imkânlarını kullanarak hazırladıkları büyük ordu dağıldığından, daha sonraki yıllarda Türkler önemli bir direnişle karşılaşmadan kısa zamanda Ege ve Marmara kıyılarına kadar ilerlemişlerdir. Fethedilen topraklar vatan olarak kabullenilmiş ve Saltuklu, Mengücüklü, Dânişmendli, Dilmaçoğulları, Ahlatşahlar, Yinaloğulları, Çubukoğulları ve Artuklu gibi devletler Türk devletleri kurulmuştur.
Burada biraz soluklanıp Türklere Anadolu’nun kapılarını açan büyük zaferin komutanı Sultan Muhammed Alparslan’ı tanıyalım. Bu muzaffer komutan Selçuklu hükümdarı Çağrı Bey’in ikinci oğlu olarak 20 Ocak 1029’da dünyaya geldi. Babası ile amcası Tuğrul Bey’in vefatının ardından ortaya çıkan saltanat mücadelesinden galip çıkarak 27 Nisan 1064’te Selçuk Devleti’nin tahtına çıktı. İlk iş olarak gözlerini batıya diken Alparslan’ın ilk hedefi Bizans’ın idare ettiği Anadolu coğrafyası oldu. Bu amaçla vakit kaybetmeden kuzey sınır hattı olan Gürcistan ve batı sınır hattı olan Anadolu’ya seferler düzenledi. Kars ve Ani şehirlerini ele geçirerek Bizans’tan ilk toprağını aldı.
Kazandığı topraklar ve sahip olduğu güçlü ordusuyla İslam dünyasında önemli bir yer edinen Sultan Alparslan, hilafet makamını taşıyan Abbasilerin de koruyuculuğunu üstlendi. Abbasi Halifesinin Fatımilere karşı 1070’te yardım talep etmesi üzerine Sultan Alparslan, ordusuyla Fatımilerin üzerine yürüdü. Alparslan’ın Mısır’a yöneleceği haberi üzerine Bizans ordusu, yaklaşık üç yıldır hazırlıklarını yaptığı doğu seferini başlattı.
Anadolu’ya gelip yerleşen Uç-Türkmen Beyleri, Bizans’a ait topraklarda sürekli olarak genişleme siyaseti güderek, Batı Anadolu, Marmara ve Karadeniz çevresinde tam olarak alınamamış yerleri hâkimiyetleri altına almaya çalıştılar, Malazgirt’ten sonra yapılan Mikrokefolon Savaşı (1176, Sultandağı geçidi, Eskişehir yakınlarında) işlerini iyice kolaylaştırdı. Türkmenler bir taraftan askeri ve siyasî hâkimiyet mücadelesi verirken, diğer taraftan Anadolu’yu mamur bir Türk-İslâm beldesi yapmak amacıyla, camiler, medreseler, hanlar, hamamlar, yollar ve köprüler gibi dinî ve sosyal kurumlar yaptırmaya başladılar.
Türkistan ve Horasandan gelen Türkmen akınları bu göçlerle de kalmadı. 1220’de Harzemşahlar’ın Cengizhan’a yenilmesinden sonra istilâsından kaçan tüccar ve zanaatkâr Türkmenler yeniden Anadolu’ya akmaya başladı. Bu göçlerle Anadolu, hem nüfus itibariyle fazlalaştı, hem de iyice Türk İslam karakterine büründü.
Anadolu’ya gelen Türkmenler, yeni yerleştikleri köylere, şehirlere, ova ve yaylalara Kınık, Bayındır, Kargın, Peçenek, Eymür, Iğdır, Döğer, Kayı, Afşar, Beydili, Salur, Çubuk, Afşin, Oğuzeli, Artuklu, Alagöz, Ahmetli, Hüseyinli, Aktepe, Göktepe, Uzunyayla, Karayayla, Bozova, Çukurova, vb. gibi tamamen öz Türkçe olan kendi boy ve şahıs adlarını verirken, kendileri de yer adlarını almaya, bu topraklar üzerinde çok çeşitli hatıralarla dolmaya başladılar. Bu uygulama ile uğrunda her aile ferdinin ölebileceği yeni Türk Vatanı doğdu. Dil, din, kültür, gelenek ve görenek ve etnografya yönünden tam bir birlik sağlayan Türk Milleti yeni vatan Anadolu ile kaynaşarak vatan ve millet bütünlüğü sağladı. Dökülen kan ve gözyaşı, sarf edilen el emeği ve göz nuru ile Anadolu maddî ve manevî yönden kutsallaştı. Bu kutsal kabul edilen topraklar üzerinde, acı, ızdırap, el emeği ve göz nuru simgeleyen mezar taşları, türbe ve anıtlar, camiler, mescitler, hanlar, hamamlar ve köprüler birer birer yükselerek kutsal mühürler durumuna geldiler.
Malazgirt’ten sonra, yeni doğan Türk vatanı Anadolu üzerinde, Anadolu Selçuklu Devleti, Beylikler, Osmanlılar ve Türkiye Cumhuriyeti gibi Devlet ve İmparatorluklar ard arda doğdu. Bundan sonra Türkmenler bir taraftan Anadolu’ya her yönden mamur ve müreffeh hale getirirken, öbür taraftan Türk siyasi ve askeri faaliyetleri için karargâh haline getirdiler. Özellikle XV ve XVI. yüzyıllarda orta ve batı Anadolu ile Marmara Bölgesindeki Türkmenlere dayanan Osmanlılar, Balkanlar üzerinden Batı’ya ilerlerken, Doğu ve Güney-Doğu Türkmenlerine dayanan Kara Koyunlu, Ak Koyunlu ve Safavi Türkmen Devletleri de Timur istilası ile gecikmiş İran tarafındaki fetihlerine devam ettiler. Daha sonraki yüzyıllarda Kırım’ın, Irak ve Suriye’nin, Filistin’in, Mısır ve Kuzey Afrika’nın, Yemen’in, Kıbrıs’ın, Girit, Rodos ve diğer adaların fethi hep bu yeni vatandan, yani Anadolu’dan gerçekleştirilmiştir. Bütün bu başarı ve zaferlerin altında, Alparslan ve Malazgirt Zaferi gerçeğinin yattığını söylemek doğru bir söz olacaktır.
ROMEN DİYOJEN’İN SONU..
Barış antlaşmasının imzalanmasından birkaç gün sonra Sultan Alparslan, Romen Diyojen’i İstanbul’a uğurladı. Tokat’a kadar kendisine verilen Türk birliği eşliğinde Konstantinopolis’e doğru yola çıkan İmparator Diogenes, Tokat’ta toplayabildiği 200.000 kadar dinarı kendisiyle birlikte gelen Tük birliğine verip Sultan’a gönderdi. Ancak Bizans Senatosu, mağlûbiyet haberini alınca Romen Diyojen’i tahttan indirip yerine VII. Mikhail Dukas’ı İmparator ilân etmişti. Tahta kendi yerine VII. Mikhail Dukas’ın çıktığını öğrenen Diyojen geri dönmekte iken Anadolu’ya dağılmış ordusunun kalanlarından derme çatma bir ordu düzenlemiş ve kendisini tahttan indirenlerin ordularına karşı iki çatışma yapmıştır. Her iki muharebede de yenilerek Kilikya’da bir küçük kaleye çekilmişti. Bizans kuvvetleri tarafından teslim alınan Romen Diyojen katır üzerinde getirildiği Kütahya’da gözlerine mil çekilerek hapse atıldı, ertesi yıl da İstanbul Marmara Denizi adalarından Kınalıada’da (Proti) zindanda öldü.
SAVAŞIN YANKILARI…
Savaştan sonra İsfahan’a giden Alparslan, Abbâsî halifesi ve bütün İslâm hükümdarlarına fetihnameler göndererek kazandığı zaferi müjdeledi. Bu haber ulaştığı her yerde büyük coşkuyla karşılandı ve bütün Müslümanlar üzerinde derin bir etki meydana getirdi. Halife Kāim-Biemrillâh, Alparslan’a değerli armağanlarla birlikte özel bir mektup göndererek kazandığı zaferden dolayı onu kutladı ve ona çeşitli unvanlar verdi. Diğer İslâm memleketleri hükümdarları da Alparslan’ı özel heyetlerle değerli armağanlar ve tebriknameler gönderip kutladı. Ayrıca devrin şair ve edipleri sultan hakkında kasideler, çeşitli övgü yazıları kaleme aldı.
SAVAŞIN SONUÇLARI… (ÖZET)
Yukarıda da açıkladığımız üzere, Sultan Alparslan İmparator Romen Diyojen’e bir savaş esiri değil, tam tersine bir konuk hükümdar muamelesi yaptı. İki hükümdar arasında geçen müzakereler sonunda bir barış antlaşması imzalandı. Buna göre,
1) İmparator kurtuluş akçesi olarak 1,5 milyon altın verecek.
2) Bizans Devleti her yıl Selçukluya 360.000 altın vergi ödeyecek.
3) Bizans’ın elinde bulunan bütün İslâm esirleri serbest bırakılacak.
4) Bizans gerektiğinde Selçukluya askerî yardımda bulunacak.
5) İmparator kızlarından birini sultanın oğluna nikâhlayacak.
6) Antakya, Urfa, Menbiç ve Malazgirt Selçuklu’ya bırakılacak.
ANCAK…
VII. Mikhail Dukas, Romen Diyojen’in imzaladığı antlaşmanın geçersiz olduğunu ilan etti. Bunu haber alan Alparslan da ordusuna ve Türk Beylerine Anadolu’nun fethi emrini verdi. Bu emir doğrultusunda Türkler Anadolu’yu resmen fethe başladılar. Bu saldırılarla birlikte sonu Haçlı Seferleri ve Osmanlı İmparatorluğu’na dayanan bir fetih süreci başlamıştır. Bu savaş, Anadolu’nun Türklerin eline geçmesi için, savaşçı olan Türklerin, eski Akınlarını tekrar başlatacağının göstergesiydi. Abbasiler döneminden biten bu akınlar, Avrupa’yı İslam tehdidinden kurtarmıştı. Ancak Anadolu’yu ele geçiren ve Hıristiyan Avrupa ile Müslüman Ortadoğu arasında tampon bölge oluşturan Bizans devletinin çok büyük bir güç ve toprak kaybına neden olan Türkler, aradaki bu bölgeyi ele geçirerek Avrupa’ya başlayacak yeni akınların habercisi oluyordu. Ayrıca İslam dünyasında büyük birlik sağlamış olan Türkler, bu birlikteliği Hıristiyan Avrupa’ya karşı kullanacaktı. Bütün İslam dünyasının Türklerin önderliğinde Avrupa’ya akın başlatmalarını önceden gören Papa, önlem olarak Haçlı Seferleri’ni başlatacak ve bu da kısmi olarak işe yarayacaktı. Ancak yine de Türklerin Avrupa’ya yaptı akınları durduramayacaktı.
Son söz olarak kısa bir Malazgirt Savaşı özeti yapabiliriz…
Malazgirt savaşının nedenleri;
– Tuğrul Bey’in ve Alparslan’ın Anadolu’ya sürekli akınlar yapması ve bu durumu devlet politikası haline getirmeleri,
– Selçukluların Göçebe olarak yaşayan Oğuzları Anadolu’dan atmak istemesi,
– Romen Diyojen’in Türkleri Anadolu’dan çıkararak İslam ülkeleri üzerinde hüküm sürmek istemesi,
– Türklerin Anadolu’yu yurt edinmeyi amaçlamaları,
– Pasinler Savaşında mağlup olan Bizansların bu mağlubiyetinin hıncını almak istemeleri,
– Türkmenlerin baskılarının daha da artması.
Malazgirt savaşının sonuçları;
– Bizans imparatoru Romen Diyojen, ve ordusu savaşta yenilgiye uğratıldı,
– Anadolu’nun kapıları ebediyen Türklere tamamen açılmış oldu,
– Türkler, Marmara kıyılarına kadar ilerleme şansı buldular,
– Bugünkü Türkiye devletinin temelleri atılmış oldu,
– Anadolu’daki gücünü kaybeden Bizans, Balkanlardan elini ayağını çekti,
– Bizans’ın Abbasiler ve İslam ülkeleri üzerindeki etkileri sona erdi,
– Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde ilk Türk beylikleri meydana gelmeye başladı.
ALPARSLAN’IN SONU..
Selçuklu Hükümdarı Alparslan; 1071 yılında Maveraünnehir’e sefere çıktığı sırada huzuruna hain bir kale komutanı getirdiler. Barzam Kalesi kumandanı Yusuf Harizm. Alparslan dört kazık çakılarak komutanın el ve ayaklarının bunlara bağlanmasını emretti, bunun üzerine hain komutan “Ey korkak! Benim gibi bir adam böyle öldürülür mü?diye cevap verdi. Bu sözlere çok sinirlenen Alparslan eline ok ve yay alarak muhafızlara komutanın serbest bırakılmasını emretti. Ancak o güne kadar hedefini hiç şaşmayan Alparslan’ın attığı ok komutana isabet etmedi. Komutan hemen dönerek Alparslan’ın üzerine saldırdı ve yanında bulunan bıçağını Alparslan’a saplayarak hükümdarı yaraladı. Ve olaydan dört gün sonra 24 Kasım 1072’de hayatını kaybeden Sultan Alparslan Türkmenistan Merv’de bulunan babasının yanına gömüldü. Vasiyeti üzerine yerine oğlu Melikşah tahta geçti.
Alparslan, adaleti ve dinine bağlılığı ile bilinirdi. Müslüman olmayan bir ülkeyi fethettiğinde derhal o ülkeye bir cami yaptırırdı. Her ramazan ayında 15.000 dinar sadaka dağıtan Sultan, ayrıca sarayında bulunan imarette de her gün kırk koyun kestirirdi. Fakirlerin listesini yapan Sultan, sosyal ve ilmi konuları veziri olan Nizamül-Mülk’e yaptırırdı.
SON