Biraz da vahiylerin içeriklerinden bahsedelim. Vahiyler, hemen daima bir olay veya önemli bir soru ve durum karşısında iner, hatta zaman zaman bazen de önemsiz gibi görünen bir olay için de vahyin indiği görülmüştür.
Örneğin; Mesud bin Ebi Vakkas Müslüman olunca, annesinin açlık grevi yapması ve Ebi Vakkas’ın direnmeleri neticesinde bir ayet indiği gibi; Havle binti Salebe adında bir kadın kocasının kendisine, “Anamın sırtı gibisin” dediği için (ki bu deyim cahiliye adetlerine göre boşanma nedenidir “zıhar”) Hz. Muhammed, bunun önüne geçmek ve bu geleneği kaldırmak amacıyla, bu bir tek olaydan genel ve hukuki bir ayet bildirmiştir. Dedikoduyu, fısıltıyı, gizli gizli konuşmayı günah sayan bazı ayetler vardır ki bunlar, iki üç kişinin “Kendi aramızda yaptığımız konuşmaları Tanrı bilir mi, bilmez mi?” şeklinde yapmış oldukları tartışmaların ürünüdür.
Öte yandan sanki Tanrı, Hz. Peygamberin bütün özel hayat ve teşebbüslerinin rehberiymiş gibi, eşleriyle olan ilişkilerine kadar her konuda, sıkıldığı ve karar vermek zorunda kaldığı her sorunda kendisine yardım eder, emirler verir. Mesela Hicret’ten sonra nazil olan 12 ayetlik Tahrim Suresi.. Peygamberin eşlerinden birine söylediği bir sırrı, onun öteki eşlerden birine açıklamasıyla çıkan bir olay üzerine inmiştir.
3. Ayet..Hani peygamber eşlerinden birine, gizli bir söz söylemişti. Fakat eşi o sözü (başkasına) haber verip Allah da bunu peygambere bildirince, peygamber bunun bir kısmını bildirmiş, bir kısmından da vazgeçmişti. Peygamber, bunu ona (sırrı açıklayan eşine) haber verince o, “Bunu sana kim bildirdi?” dedi. Peygamber, “Bunu bana, hakkıyla bilen ve hakkıyla haberdar olan Allah haber verdi” dedi.
4 Ayet.. (Ey peygamber’in eşleri!) Eğer siz ikiniz Allah’a tövbe ederseniz, ne iyi. Çünkü kalpleriniz kaydı. Eğer Peygamber’e karşı birbirinize arka çıkarsanız bilin ki Allah onun yardımcısıdır, Cebrail de, salih mü’minler de. Bunlardan sonra melekler de ona arka çıkarlar.
5. Ayet..Eğer o sizi boşarsa, Rabbi ona, sizden daha hayırlı, müslüman, inanan, sebatla itaat eden, tövbe eden, ibadet eden, oruç tutan, dul ve bakire eşler verebilir.
Bu surede eşlere hem azar (nasihat) hem de göz dağı var.
Hz. Peygamber, eşlerinin ziynet istemeleri ve diğer bazı istekleri yüzünden küsmüş, bir ay inzivaya çekilmiş, eşlerinden birinin ikram ettiği bal şerbeti yüzünden öteki zevcelerinin türlü kıskançlığıyla karşılaşmış, üzülmüş ve nihayet zevcesi Hafsa’ya, cariyesi Mariya ile bir daha ilgilenmeyeceğine yemin ettiği halde, bir gün bu yeminine riayet etmek istemeyince hemen, “Tanrı, size yeminlerinizden kurtulmayı emretmiştir”(Tahrim, 2); ve “Ey Peygamber, sana Tanrı’nın helal kıldığını niçin haram edersin ve zevcelerinin hoşnutluğunu ararsın?” (Tahrim, 1) gibi ayetler inmiştir ki, bunlar adeta Yüce Yaradan’ı, elçisinin arzularına yardım ediyormuş gibi gösterirler.
Hz. Peygamberin en sevdiği eşi Hz. Ayşe’den son derece ilginç ve sahih kabul edilen bir hadisle konuyu kapatalım. Hz. Ayşe’nin sıra yani Peygamber’in dilediği karısının yanında daha fazla kalması konusunda soruları olmuştur. Sorularını yöneltildiği sırada bir ayet gelir. (Ahzab 51): “Onlardan dilediğini geriye bırakır, dilediğini de yanına alırsın. Boşadığın hanımlarından arzu ettiğini tekrar yanına almanda, senin üzerine bir günah yoktur…”
Hz. Ayşe, bu ayet üzerine kendini tutamamış:“Görüyorum ki, senin Allah’ın yalnız senin şeyinin keyfi için koşturuyor” demiştir.(Kaynak: Buhari, Tefsir, 7; Tecrid, Hadis, 1721; Müslim, Rida, 49, 50, Hadis, 1464; Ibni Mace, Nikah, 57, Hadis, 200; Ahmet Ibn-i Hanbel, 6/134, 158, 261)
Elbette onca hadis ilminde söz sahibi kabul edilen Buhari gibi, Müslim gibi hadis ulemalarına karşın, bir takım hacı, hocaların karşı çıkmaları kimseyi şaşırtmaz. Mesela Buhari’nin, Müslim’in işlerine gelen hadis aktarmalarını kabul ederler, kendi bilip inandıklarına uymayan yine bu iki hadisçinin bu gibi hadislerini yalanlarlar. Ya da yumuşatırlar. ‘Vallahi Rabbinin senin arzunu, rızanı, hoşnutluğunu hemen yerine getirdiğini görüyorum dedim.”gibi..(Müslim, Rida, 49, no: 1464)
Yalnız burada dikkat edelim. Müslim, aynı kaynak ancak iki farklı açıklama. Hangisi doğru, hangisi yumuşatılmış? Karar vermeden önce Buhari’de bu hadisle ilgili iki farklı açıklama olmadığını da belirtelim.
Bu vahiy ve hadis konuları başlı başına son derece büyük bir önem arz ettiklerinden ayrı bir araştırma konusudur. O yazımız da yakında sizlere sunulacak..
Yine devam..
O, semanın anahtarlarının muhafızı ve âhirette ölüleri dirilişe çağırandır. Kabala literatüründe de Mikail önemli rol üstlenmektedir. (İA, VIII, 309; EJd., XI, 1489-1490)Tövbe, dürüstlük, merhamet ve kutsama meleği olan Mîkâil dördüncü semanın yöneticisidir. (Davidson, s. 193)
Hıristiyanlık’ta da Mikail (Saint Michel) koruyucu vasfıyla ön plana çıkmaktadır. Ortodoks kilisesinin ikonlarında o, şerre karşı zaferi sembolize etmek üzere genellikle elindeki kılıcıyla ejderhaya karşı dövüşür şekilde gösterilmektedir. Hıristiyan düşüncesinde Mikail bütün şer güçlere karşı Hıristiyanların koruyucusu, semavî mihmandarların prensi, inançlı canları ölüm vadisinden geçirip ötesindeki hayata götüren kılavuz olarak kabul edilir. Katolik kilisesinin şarap-ekmek âyinlerinde ve günah çıkarma esnasında söylenen yakarışlarda Tanrı ve bâkire Meryem’den sonra Mikail’in anılması ona verilen önemi göstermektedir. (MacGregor, s. 136, 412)Katolik kilisesinde Mîkâil’in biri 29 Eylül, diğeri 8 Mayıs’ta olmak üzere iki bayramı vardır. (Catholicisme, I, 545)
Cebrâil ile Mikail’in Allah ile peygamberleri arasında elçilik yaptıkları, bu çerçevede Mikail’in nübüvvetin ilk yıllarında Resûlullah’a vahiy getirdiği belirtilerek esas vazifesi vahiy getirmekten ibaret bulunan Cebrâil’in Resûl-i Ekrem’e daha yakın olduğu, âyette Cebrâil’in önce zikredilmesinin, ayrıcavahiy ile görevli oluşunun Mikail’den faziletli olduğunu gösterdiği nakledilir. (İbn Kesîr, I, 231-232; Âlûsî, I, 334)
Burada ilginç bir nokta çıktı karşımıza. İslam dünyasında kaynak bir eser olan El Bidaye ve’n Nihaye‘yi yazan Suriyeli muhaddis, müfessir ve tarihçi İbn Kesir(1301-1373) Alusi’de çok önemli bir bilgi veriyor. Hz. Peygamber’e vahiyleri sadece Cebrail’in değil, Mikail’in de getirdiğinden bahsediyor. Bunu pek çoğunun bilmediğini, hatta üzerinde hiç düşünmediklerini varsayarak yeni bir paragraf açıyoruz.
Vahiy meleği Cebrail’den başka melekler de vahiy getirmiş midir? Peygamber Efendimiz (s.a.v)’e Cebrail’in dışında da İsrafil vahiy getirmiş midir?
Başlığımız bu..
El-Cevap; Her şeyden önce şunu ifade etmek gerekir ki, peygamberlere vahiy getiren melek, sadece Cebrail değildir. Cebrail’le beraber Hz. Mikail’in, Hz. İsrafil’in ve hatta hiç bilinmedik bir meleğin de peygamberlere vahiy getirmesi söz konusudur. Ancak vahiy, genelde Cibril’le tanınmakta ve “Cibril” denildiğinde de “vahyin emîni bir melek” akla gelmektedir. Evet, Cebrail vahiyle böylesine bütünleşmiş büyük bir melektir.İbn-i Cerir, İbn-i Sad ve İmam Kastalani’nin İmam Şabi’den rivayet ettiklerine göre nübüvvetin ilk üç yılında İsrafil’in Hz. Peygamber’in eğitimiyle görevlendirildiği bildirilmektedir.
Ayrıca “İkrâ” Süresi’ndeki ilk âyetlerin inmesinden sonra vahiy bir müddet kesilmiştir. Vahyin kesilme süreciyle ilgili rivayetler çeşitlidir. En azı on beş gün, en çoğu üç senedir. Bu arada beraberinde bulunan melek, kendisine teselli vermiştir. Bu melek rivayete göre İsrafil’dir.
Vahiy; süratli işâret, kitâbet, risâlet, ilham ve gizli kelâm gibi çeşitli manalara gelir. Allah’ın istediği şeyleri peygamberlerine, arzu ettiği sûrette bildirmesidir. Cenâb-ı Hak şöyle buyurur: “Allâh bir insanla ancak vahiy yoluyla veya perde arkasından konuşur. Yahut da bir elçi gönderir de izniyle ona dilediğini vahyeder. Şüphesiz ki O, çok yücedir, hüküm ve hikmet sâhibidir.”(eş-Şûrâ, 51)
Hazreti Âişe’nin rivâyet ettiğine göre Rasûlullâh (SAV)’a: “Ey Allâh’ın Rasûlü! Sana vahiy nasıl geliyor?” diye sorulduğunda şöyle buyurmuştur: “O, bâzen çıngırak sesini andıran bir ses gibi gelir ki, vahyin bana en ağır gelen şekli budur. Allâh Teâlâ’nın dediğini kavrayıp ezberlediğimde, melek benden ayrılır. Bâzen de melek bana bir insan sûretinde gelir. Benimle konuşur söylediğini hemen kavrarım.” (Buhârî, Bed’ü’l-Vahy, 1/2; Müslim, Fedâil, 87)
İslâm âlimleri, çeşitli rivâyetlerden hareketle vahyin geliş şekillerini şöyle tespit etmişlerdir:
1. Vahiy, bazen uykuda görülen ve görüldüğü gibi tahakkuk eden sâdık rüyâlar şeklinde gelirdi.
2. Vahyedilecek kelâm, melek görünmeksizin Peygamberin kalbine konulurdu.
3. Vahiy meleği, “Cibrîl Hadîsi”nde olduğu gibi insan sûretine girerek vahyedilecek şeyi bildirirdi.
4. Vahiy bâzen de, dehşetli bir çıngırak sesi gibi gelirdi. Vahiy hâli geçince, Peygamber Efendimiz meleğin söylemiş olduğu şeyi iyice öğrenmiş olurdu.
5. Cebrail iki kez vahyi aslî sûretiyle görünerek getirmiştir. Bunlardan birincisi vahyin fetret dönenimi müteâkip Peygamber Efendimiz Hirâ Mağarası’ndan inerken, ikincisi ise Mîrâc Gecesi’nde Sidretü’l-Müntehâ’da vâkî olmuştur.
6. Allâh Teâlâ’nın, Mîrâc’da olduğu gibi arada vahiy meleği bulunmaksızın, ilâhî kabul ve ikrâma nâil kılarak Rasûlullâh ‘a doğrudan vahyetmesidir.
7. Cebrâîl’in Allâh Rasûlü’ne uyku hâlinde iken vahiy getirmesidir. Bâzı müfessirler, Kevser Sûresi’nin bu şekilde nâzil olduğunu ifâde ederler.
Ashâb-ı kirâmdan bâzılarının anlattıklarına göre, vahyin inişi sırasında Peygamber Efendimiz’e ağır bir sıkıntı hâli gelir, yüzü gül gibi pembeleşir, gözlerini kapatır, başını önüne eğerdi. Ashâbı da başlarını önlerine eğerlerdi. Vahiy hâli nihâyete erinceye kadar hiçbiri başlarını kaldırıp Peygamberimizin cemâline bakmaya kâdir olamazlardı.
Bazen de vahiy geldiği zaman, yüzünün yakınlarında arı uğultusu gibi bir ses işitilirdi. Rasûlullâh (SAV) o esnada sık sık nefes alırdı. En soğuk günlerde bile, alnından inci tâneleri gibi terler dökülürdü. (Buhârî, Bed’ü’l-Vahy 1/2, Umre 10; Müslim, Fedâil 87, Hudûd 13; Tirmizî, Tefsir 23/3173; Ahmed, V, 327.)
Vahiy kâtiplerinden Zeyd bin Sâbit’in bildirdiğine göre gelen vahyin ağırlığı, inen ahkamın ağırlığı ile mütenâsip olurdu. Yani, inen vahiy ilahi vaat ve müjde mâhiyetinde ise Cebrail insan suretinde gelir, bu ise Peygamber Efendimiz’e bir güçlük vermezdi. Fakat vahiy, azab ile korkutmaya dair ilahi uyarıları içerdiği zaman da, dehşet saçan bir çıngırak sesi gibi gelirdi.
Vahiy, Allâh Rasûlü deve üzerinde iken geldiğinde, hayvan vahyin ağırlığına tahammül edemez, ayakları bükülür ve çökerdi. Nitekim Peygamber Efendimiz Adbâ isimli devesinin üzerinde bulunduğu sırada Mâide Sûresi’nin üçüncü âyeti nâzil olmaya başlayınca Adbâ’nın ayakları kırılacak gibi olmuş, Allâh Rasûlü devenin üzerinden inmişti. (Ahmed, II, 176; VI, 445; İbn-i Sa’d, I, 197; Taberî,Tefsîr,VI, 106.)
Zeyd bin Sâbit şöyle anlatıyor; “Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in yanında oturuyordum. Bu esnâda Allâh Rasûlü’ne vahiy hali geldi. Dizi benim dizimin üzerindeydi. Vallâhi o anda Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in dizinden daha ağır bir şey hissetmemiştim. Neredeyse dizim ezilecek sandım.”(Ahmed, V, 190-191)
Bu vahiy alışlarındaki farklılıklar İslam alimlerinin dediği gibi vahyin içeriği ve niteliğiyle ilgili olmakla beraber, acaba o vahyi indiren meleklerin kimlikleriyle de alakalı olamaz mı?
Ancak Kuran vahyi bizzat Cebrail aleyhiselam vasıtasıyla gelmiştir.
Mikail; Cebrâil, Hârût ve Mârût ile birlikte Kur’an’da ismi zikredilen dört melekten biridir. Cebrâil ile Mîkâil’in özel isimleriyle anılması Allah katında kıymetli ve büyük meleklerden olduklarını gösterir. (Taberî, I, 349; Kādî Abdülcebbâr, VII, 177; Âlûsî, I, 333-334)Diğer taraftan Resûlullah’ın gece namaza başlayacağı zaman, ayrıca her namazın arkasından okuduğu dualarda bu iki meleğin adını anması bu meleklerin Allah katındaki üstün derecesini gösterir. (Müsned, VI, 61, 156; Müslim, “Ṣalât”, 200; İbn Mâce, “İḳāmet”, 180)
Kuran-ı Kerîm’in dört sûresinde, önce Hz. İbrahim’e gelip oğlu İshak’ın ve torunu Yakub’un doğacağını müjdeleyen, ardından Hz. Lût’u ziyaret edip azgınlaşan kavmini helâk eden bir grup elçi melekten bahsedilir. (Hûd 11/69-83; el-Hicr 15/51-71; el-Ankebût 29/31-34; ez-Zâriyât 51/24-37)Cebrâil, İsrafil ve Azrail ile birlikte Mikail’in de bunların arasında yer aldığı rivayet edilmektedir. (Taberî, XII, 42; İbn Kesîr, III, 563; Âlûsî, XII, 93)
Bedir Savaşı’nda müminlerin yardımına gelen melek ordusunun (el-Enfâl 8/9-12) kumandanlarından birinin Mikail olduğu rivayet edilmiştir. (Müsned, I, 147; Taberî, IX, 128)Cebrail ve Mikail’in Uhud günü beyaz elbiseli iki insan kıyafetinde Resûlullah’ın sağında ve solunda durup onu bütün güçleriyle korudukları da nakledilmektedir. (Müslim, “Feżâʾil”, 46-47)-Bu konuya yukarıda değinmiştik-
Hadislerde Mikail genellikle Cebrail ve İsrafil ile birlikte zikredilmektedir. (Müsned, III, 10; Ebû Dâvûd, “Ḥurûf”, 1) Resûl-i Ekrem’in rüyasında Cebrail ile Mikail’i kendisine cennet ve cehennemi gezdiren iki insan şeklinde (Müsned, V, 15; Buhârî, “Cenâʾiz”, 90; “Bedʾü’l-ḫalḳ”, 7), bir başka rüyasında onlardan birini başı ucunda, diğerini ayağı ucunda durup kendisine bir bilgi verirken (Tirmizî, “Emşâl”, 1) gördüğü rivayet edilmektedir. İslâm’ın başlangıcında namazdaki teşehhüd(şehadet getirmek) esnasında “ettehiyyatü duası”nın” -Peygamberimize selam göndermek- yerine “… es-selâmü alâ Cibrîle, es-selâmü alâ Mîkâîle …” denilmekteydi. (Müsned, I, 382, 413, 427; Buhârî, “Eẕân”, 148; “İstiʾẕân”, 3)
AZRAİL
Yukarıda uzunca bahsettiğimiz meleklerle karşılaştırdığımızda Azrail ile alakalı öyle bolca bilgiye rastlayamadık. Kitaplı dinlerin yanı sıra incelediğimiz diğer kaynaklarda da bu melekle alakalı yeterince dinsel, sağlam bilgiler bulamadık. Bol bol hayali tanımlar, anlatımlar, hikayeler dışında hemen tüm bilgiler kulaktan dolma. Nedeni Azrail’in, insan ruhlarını alma işiyle görevli olan melek oluşu galiba.
Müslüümanlıkta gerçekten Azrail diye bir meleğin adı yoktur ve bu meleğe ait olan tüm efsaneler Yahudilikten intikal etmiştir. Bazı tefsircilerle din adamları bunu belki de bilmeyerek, din ve ahlak eğitimine hizmet eder ümidiyle kabullenmiş olsa gerektir. Kuran’da: “Üzerinize memur edilen ölüm meleği canınızı alır, sonra Rabbinize döndürülürsünüz”(Secde, 11) denilmektedir. Ancak bir başka ayetle bu iş için görevlendirilmiş yalnızca bir değil, birçok melek olduğunu anlarız. “Melekler, kendi nefislerine zulmedenlerin canlarını aldıkları zaman onlara, ne yapıyordunuz diye sordular”. (Nisa, 95) Nahl suresinin 28 ve 32. ayetlerinde de can alıcı meleklerin bir tane olmadığı bildirilmektedir. Ayrıca Muhammed suresinin 27. ve Enfal Suresinin 51. ayetlerinden de ölüm meleklerinin çok olduğu ortaya çıkıyor.
Can alan melekler iki çeşittir. Bir kısmı azap melekleridir ki bunlar, can alırlarken Tanrı’nın emriyle kafirlerin canlarını şiddet ve işkenceyle alırlar. Nâziât sûresinin baş tarafında geçen (79/1-2) “naziat”(çekip çıkaranlar)işte bu meleklerdir. Diğer kısım melekler de rahmet melekleridir, “naşitat” bunlar da imanlıların canlarını tatlılıkla, zahmet vermeden, incitmeden alırlar.
(Naziat kâfirlerin ve günahkârların, naşitat da müminlerin canlarını almakla görevli melekler manasına geldiği görüşü kesin değildir. Çünkü müfessirlerin kanaatine göre aynı kelimelerin ruhları, yıldızları, gazileri veya onların atlarını nitelendirmiş olması da mümkündür. YN.)
“Tanrı’nın indirdiği gibi ben de kitap indirdim” diyen zalimler can çekişirlerken, “Melekler onlara ellerini uzatarak cesetlerinizden ruhlarınızı çıkarınız”(Enam, 93) diyecekler. Bir başka ayette de,”Birinize ölüm geldiği vakit, onu gönderdiğimiz melekler alırlar ve vazifelerinde kusur etmezler”(Enam, 61) denilmektedir.
Ahd-i Atîk’te ölüm Tanrı’nın gönderdiği bir meleğin faaliyeti olarak kabul edilmektedir. Rab ile İsrâiloğulları arasındaki diyalogu sağlayan “rabbin meleği”(Yahve’nin meleği) insanların ölümle cezalandırılmasında zaman zaman görev almakta (II. Krallar, 19/35; I. Tarihler, 21/15), bu işi yapan melek bazan da “helâk edici”(Çıkış, 12/23; II. Samuel, 24/16) diye adlandırılmaktadır. “Ölüm melekleri”(mal’ake ha-mawet) ifadesi ise sadece bir yerde zikredilmektedir (Süleyman’ın Meselleri, 14/16).
Yahudi din bilginleri Rabbiler “ölüm meleği”(mal’ak hamot) kavramını Mezmurlar’daki (89/48) ifadeyle temellendirmişlerdir. Rabbilere ait eserlerde ondan fazla ölüm meleği adı yer alır ki bunlardan biri de Azrael‘dir. Yahudilik’te ölüm meleğinin yaratılışın ilk gününde var edildiğine inanılır. Mekânı göklerde olup on iki kanadı vardır. Ölüm anında kılıcını çekmiş olarak kişinin baş ucuna gelir. O, Mesih tarafından yok edilecektir. Yahudi geleneğine göre ölüm meleği, ruhunu almak üzere Hz. Musa’ya geldiği zaman Musa onu reddetmiş ve onun ruhu Tanrı tarafından alınmıştır. (JE, IV, 480-481) Daha ayrıntılı olmak üzere benzer bir rivayet de hadislerde yer almaktadır. (Buhârî, “Cenâʾiz”, 69, “Enbiyâʾ”, 31; Müslim, “Feżâʾil”, 157, 158)
Ebu Hureyre’den rivayet, Rasul-u Ekrem (s.a.v.) buyurdu ki:
“Melekul Mevt, Hz. Musa‘ya ruhunu kabzetmek için gönderilmişti. Hz. Musa, melekul mevt’e tokat atıp bir gözünü çıkarmıştı. Melekul mevt Rabbine dönerek: “Beni öyle bir kula gönderdin ki, ölümü istemiyor.” demiş, Cenabı Hak tekrar ona gözünü iade etmişti. (Sahihi Buhari, 2/113 ve 4/191; Sahihi Muslim 4/1843)
Haydi rivayetleri biraz daha uzatalım..
Sahih olmayan hadisçilerden sayılan Mukatil İbni Süleyman şöyle yazmıştır:
Azrâil yedinci göktedir. Dördüncü gökte, yetmiş bin ayaklı nurdan yaratılmış bir taht vardır. Azrâil’in dört kanadı o taht üzerinde oturmaktadır. Azrâil’in ruh sahibi mahlûkların sayısınca tüyü vardır. Her tüyünde ait olduğu canlıyı temsil eden yüz, göz, ağız ve dil vardır. Kimin eceli geldiyse onun yüzü yok olur ve Azrâil ona ait olan gözle bakar ve ona ait elle ruhunu alır. Bütün mahlukat yok olduğunda Azrâil’in vücudundaki gözler de, sekiz tanesi dışında, yok olur. O sekiz göz, dört büyük meleğe ve onların dört yardımcısına aittir. Allah-u Tealâ, Azrâil’e diğer meleklerinde canını al buyurduğun da onlarınkini de alır. En son kendi canını alır. Çünkü Allah dışında her canlı ölümlüdür.
Azrâil’in bir ayağı, cennetteki bir taht, diğeri de cehennem üzerine kurulan Sırat’ın üzerindedir. Azrâil o kadar büyüktür ki, başından bütün denizlerin suyu dökülse bir damla yere düşmez. Semâ ve yer, Azrâil’in önünde, bir kimsenin önündeki sofra mesafesindedir. Mevcut her şeyi görür.
Hoşunuza gitti mi? Buyurun bira tane daha..
Suyuti’nin hadisinde İbni Mesud ve Abbas’tan rivayet edildiğine göre;
Hz. İbrahim bir gün Azrail’e “Günahkâr insanın canını alırken büründüğün kılığı bana gösterebilir misin?”diye sorar. Azrail ona“Bunu görmeye dayanamazsın” diye cevap verir. Hz. İbrahim,“Dayanırım, sen göster” diye ısrar edince Azrail ona “Başını çevir” der.
Bir müddet arkasını döndükten sonra tekrar yüzünü dönünce Hz. İbrahim, kapkara yüzlü, saçları diken diken, kötü kokulu, siyahlara bürünmüş, ağzından ve burun deliklerinden ateş ve duman çıkan bir adam ile karşılaşarak yere baygın düşer. Hz. İbrahim ayılınca Azrail, ilk kılığına dönmüştür. Hz. İbrahim ona“Ey ölüm meleği, günahkâr insan ölüm anında senin bu kılığın ile yüzyüze gelmekten başka bir felâket ile karşılaşmasaydı, bu ona yeterdi” der.
Hıristiyanlık’taki umumi melek inancı Yahudilik’ten alınmadır. Bu sebeple onlarda da ölüm meleğinin varlığına ve görevlerini ifa edişine Yahudilik’te olduğu gibi inanılmaktadır. (Michl, I, 511)
Evet anlatacaklarımız burada bitiyor. Bu Melekler konusu elbette bu kadar değil, çok geniş ve de teferruatlı. Kutsal kitaplarda anlatılanlar, hurafeler, masallar, yakıştırmalar, rivayetler, hayaller, rüyalar hepsi içiçe. Ne kadar ayıklamaya gayret ettiysek de kaçırdıklarımız da olmuştur mutlaka. (Gerçi bazılarını bilerek koyduk yazımıza). Her ne hal ise, az da olsa bir fikir oluşturduğumuza inanıyoruz. Daha fazlası akademik araştırmacıların, teologların alanı.
Bir başka konuda yeniden görüşebilmek umuduyla. Öneri, beğeni ve yapıcı tenkitlerinizi bekliyoruz her zaman olduğu gibi. Akıl’la kalın..