HAÇLI SEFERLERİNDE ORYANTALİZMİN ETKİSİ
Oryantalistlerin Haçlı Seferleri ile ilgisi, İslam ve Hıristiyan medeniyetlerinin Endülüs ve Sicilya’da yoğunlaşan mücadelesine dayandırılmaktadır. Endülüs Emevileri zamanında ve onlardan sonra Avrupa’da İslam adına birçok tarihi eser ve kültür kalıntıları bırakılmıştır. İslam’a ait bu kültürel kalıntılar Hıristiyan dünyasının ilgisini İslam dünyasına yöneltmiştir. Özellikle Haçlı Savaşlarının, Avrupalıları İslam Dini ve ahlakını, Müslümanların alışkanlık, örf ve âdetlerini öğrenmeye sevk ettiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Hıristiyan dünyasının Doğu’ya olan bu ilgisi XI ve XII yüzyıllarda sekiz ayrı Haçlı Seferi düzenlenmesine neden olmuştur. “Din Savaşları”nın gerçek amacı her zaman ticaret yollarının ve doğal kaynakların ele geçirilmesi olmuştur. Bu bağlamda her ne kadar dini bir görünüm arz etse de, Haçlı Savaşları bu amacının dışında ekonomik hatta siyasi bir görünüm arz eder. Avrupa İslam’dan bir hayli korkuyordu. Bunun nedeni yine Avrupalılara göre İslam’ın Avrupa’ya, Hıristiyanlığa saygı göstermemesiydi. İslamiyet 13. ve 14. yüz yıllarda Doğu’da Hindistan, Endonezya ve Çin’e ulaşmıştı. 11. yy.dan 14. yy.a dek süren Haçlı Seferleri tarihçiler tarafından bazen “Avrupa Hıristiyanlarının Kutsal Toprakları dinsizlerden almak için tekrar tekrar yaptıkları askeri/dini akınlar” diye tanımlanırlar. Oysa yukarıda da belirttiğimiz gibi Haçlı Seferlerinin gerçek amacının dinle pek bir ilişkisi yoktu. Haçlı Seferleri doğu ticaret yollarını kontrol eden tüccar Müslüman toplumların egemenliğine karşı girişilen askeri harekâtlardı. Bu “Haklı Savaşlara”(!), Katolik Kilisesinin desteği ile girişiliyordu ve gene kilise desteği ile binlerce köylü ve şehir serserisi askere alınıyordu. Papa II. Urbin’in 1096 yılında Haçlı savaşlarına çağrısı sırasında Avrupa’da korkunç bir İslam imajı verilmişti. M.Watt bu imajın başlıca şu dört yanlış üzerine kurulduğunu söyler;
1- İslam dini, sahte bir dindir ve dalaletlidir (sapınç, sapkınlık).
2- İslam şiddet ve kılıç dinidir.
3- İslam laubali bir dindir.
4- Muhammed deccaldır.
Hıristiyan krallarının, İspanya’da Müslümanların hâkimiyetlerine son vermeleri neticesinde neredeyse kıta çapında engizisyon işletilmeye başlamıştır. Müslümanlara Hıristiyan olmadıkça hayat hakkı tanınmamış ve Müslümanlar ülkelerinden kaçmak zorunda bırakılmışlardır. M. Watt, kitabında İslam’ın, tamamen çarpıtılmış bir imajını tasvir etmiştir. Nitekim Norman Daniel de bu çarpık imajı iyice tahlil etmiştir. Bu durum asırlarca Roma Kilisesi yani Papalık tarafından da böylece algılandığı gibi XV ve XVI. asırlardaki reformcuların da paylaştığı bir yaklaşım olmuştur. “Haçlı zihniyeti, gerek propaganda merkezleriyle, gerek İslam’ın çarpıtılmış imajı üzerine bina edilen misyoner faaliyetleriyle Avrupalıların, İslam’ı ve Müslüman toplulukları tanımalarına büyük bir engel teşkil etmiştir.” İspanyada ise bu Ortaçağ Hıristiyan düşüncesi beraberinde, üç asır süren insani bir trajedi sergilenmiştir.
· II. Urbanus, asıl ismiyle Otho de Lagery, 12 Mart 1088 tarihinden ölümüne kadar papalık yapmıştır. 1095 Kasım’ında, Papa II. Urbanus’un başkanlığında ve birçok din adamının katılımıyla gerçekleşen Clermont Konseyi, Haçlı Seferleri’nin başlangıç noktasıdır.
İslam’a karşı kin dolu bu tablo karsısında, Arapça olarak kaleme alınmış, tabiat bilimleri sahasında objektifliği yakalamaya çalışan çabalar da bulunmaktaydı. İmparator II. Frederic ile İspanya’da X. Alphonse tercüme faaliyetlerini devam ettirmişler ve çok sayıda yüksek öğrenim kurumları açtırmışlardır. XIII. asırda, İslam düşüncesinin Avrupa’ya tesiri sonucunda yaşanan, tabii bir “Oryantalizm” olayı kendini hissettirmiştir. İngiliz bilim adamı ve filozof Roger Bacon (1214–1292), İngiliz devlet adamı, teolog, filozof Robert Grossetest ( 1715- 1253), Alman düşünür Albert le Grand (1205–1280), Dominik keşiş ve filozof Thomas d’Aquin (1225–1274), Flemenk Felsefeci Siger de Brabant (1240–1280) bu dönemin İslam medeniyetini tanıyan önemli isimleri arasındadır. Roma Kilisesinin baskı ve kontrolü altındaki ispanya’da, İslamı tanımak mümkün değildi. Buna mukabil mesela Sicilya’da bu imkân dâhilindeydi. Adayı Müslümanların elinden alan Sicilya Kralı I. Roger’in oglu II. Roger (1095–1154), ve torunu II. Frederic, daha sonra Manfred ve Charles d’Anjou kitapları tercüme ettirmiştir. Ayrıca bizzat kendileri de Arap-İslam dilini, kültürünü, örf ve âdetlerini doğrudan tanımaya girişmişler ve Arapların kültürel değerlerini kabul etmişlerdi. Ne olursa olsun, Oryantalizmin bu denli erken başlamasında rol oynayan faktör, Endülüs ve Sicilya’da bulunan Müslüman ve Hıristiyanlar arasında meydana gelen çatışmalardır. Öte yandan özellikle Haçlı Savaşları da Avrupalıları, İslam’ın kaide ve gelenekleriyle ilgilenmeye itmiştir. Bu nedenle Oryantalizmin ilk basamakları Orta Çağ Hıristiyan Batı dünyasıyla, Müslüman Doğu dünyası arasındaki dini ve ideolojik çatışmanın tarihi olarak kabul edilebilir.
· II. Friedrich, Hohenstaufen (1194-1250), 1212 yılından beri Roma Krallığı üzerinde hak iddia eden İtalyan ve 1215 yılından beri elinde bulunduran karşı çıkılmaz hükümdar. VII. Freidrich Hohenstaufen Swabia unvanıyla Almanya Kralı, I. Federico unvanıyla ve annesinin varisi olarak Sicilya Kralı ve Burgundy Kralydı.
· Kastilyalı X. Alfonso (1221-1284) , Bilgin olarak da adlandırılır, 1252-1284 yılları arasında Kastilya kralıydı.
Bu dönemde, Oryantalizmin İslamiyet karşısındaki tutumunda iki eğilim ve amaç görüyoruz. Bunlardan ilki, İslam’a halk efsanelerinden ve hurafelerden oluşan kalın bir sis tabakasının arkasından bakan, sübjektif ve taraflı bir mücadele yolu izleyen tutumdur. İkincisi ise ilkine oranla bilimsel objektifliğe bir derece daha yakın ve İslam Dinini, tabiat, tıp ve felsefe bilimlerinin beşiği olarak gören eğilimdir. Ne var ki hurafelerden ibaret olan birinci eğilim, XVII. yüzyılda, hatta ondan da sonra yaşamaya devam etmiştir. Bu eğilim, günümüzde bile bir kısım Oryantalistlerin İslam dini ve Peygamberi hakkında yazdıkları yazılarda yer almaktadır. Doğu ile Batı uygarlıklarının dinler üzerinden karşı karşıya gelmesine Haçlı
Seferleri çarpıcı bir örnektir. Oysa aslında bu savaş, yukarıda da belirttiğimiz üzere dinler ya da uygarlıklar arası bir savaş değil, dönemin egemen sınıflarının ticaret yollarını ele geçirmek üzere giriştikleri çıkarlar savaşıydı. O dönemde Müslümanlar İspanya’dan Hindistan’a kadar uzanan bölgeyi, Doğu’nun ticaret yollarını ve limanlarını ele geçirmekle kalmamış, Avrupa ve Bizans egemenlerini de tehdit etmeye başlamışlardı. Haçlı Seferleri beraberinde ticari ilişkileri de geliştirmiş, Venedik, Cenova ve Fransa’nın liman kentleri ile Mısır, Suriye ve tüm Doğu âlemine uzanan bir ticaret ağı örülmüştü. Dolayısıyla Doğu ticari çıkarlar açısından büyük önem kazanmıştı.
Feodal beylikler zaman içinde çözülüp yerlerini merkezi krallıklara bırakmaya başlarken, ticaret ile birlikte yeni bir sınıf, burjuvazi de gelişmeye başlamıştı. Bu iki durum Batılı egemen sınıfları bir kez daha Doğu’yu ele geçirme planları kurmaya itiyordu. Haçlı Seferleri önce, “Doğunun zenginliği, Cennetin Doğuda bulunduğu, Kudüs’ün kurtuluşa giden yolda olduğu” ütopyası üzerine kuruldu. Bura da asıl amaç İslam’ı yok etmek ve İslam düşmanlığı bahanesiyle Hıristiyan Birliğini oluşturmaktı. Nitekim Haçlı ordularının Konstantinopolis’ten Anadolu’ya, oradan Kudüs’e doğru hareketleri de bunu göstermektedir. İslam medeniyetine karşı, Hıristiyan bütünleşmesi gayesiyle girişilen Haçlı Seferleri’nden günümüze kalan tek şey, tarihteki bu imajlarla oluşturulmuş Müslüman karşıtı teolojik (dinsel) ırkçılıktır. Batılı zihninde var olan Doğu imajları, Haçlı Seferleri’nden sonra İslam’a yöneltilir. Rahatlıkla denilebilir ki; bu dönemden sonra Batılılar için “Doğu” demek İslam demek olmuştur. Batının Doğuya karsı üstünlüğüne gönderme yapan bütün imajlar, bu kez Batı medeniyeti ve Hıristiyanlığının, İslam’a karşı üstünlüğüne dönük biçimde üretilmiştir.
Bu tarihlerden itibaren, çeviri işleri de durur. Artık Oryantalizm devrededir. İslam terör demek olmuştur. Hayali İslam ve hayali Doğu, Haçlı Seferleri’nden sonra ortaya çıkar. Şunu da hatırlamakta yarar var, İslam’ın da bir güç olarak Batının karsısına dikilmesi, Haçlı Seferleri’nden sonradır. Yeni bir güç olarak Doğu Roma’nın yer aldığı Akdeniz havzasına yerleşen İslam Dini, o günden bu yana Batı karsısında eritilemeyen tek güçtür. Haçlı Seferleri’yle beraber oluşan “İslam algısı” tamamen oryantalist bir zihniyeti teşkil edecek bir hüviyettedir. İslamiyet, Hıristiyanlığın inkârıydı. Fransız generali Gouraud’un 1920’de Sam’a girince, Selahattin Eyyubi’nin türbesine giderek ve şeytanca bir zevkle: “İşte yine biz geldik, Selahattin” demesi, Batının İslam-Doğuya karşı olan tarihi kompleks ve kinine işaret etmektedir. Hatırlanacağı üzere vaktiyle Selahattin Eyyubi, Haçlılara karsı hem en güçlü savunmayı yapmış hem de onlara karşı başarılar kazanmış bir komutandı.
· Henri Joseph Étienne Gouraud (1867-1946), Fransız asker. Mayıs 1915’te yönetimindeki 10. tümenle Çanakkale Savaşı’na katılmış. Haziran 1915’te Birinci Kerevizdere Muharebesi ve Zığındere Muharebesi sırasında sağ kolu kopmuş, iki bacağı da kırılmıştır.
· Selahaddin Yusuf bin Eyyub (1138-1193), Mısır ve Suriye sultanı, Eyyubi hanedanının kurucusu olan hükümdar. Hıttin Muharebesi ile 2 Ekim 1187’de Kudüs’ü Haçlı kuvvetlerinden alarak kentte 88 yıl süren Hıristiyan egemenliğine son verdi, akabinde Hıristiyanların düzenledikleri III. Haçlı Seferi’ni etkisiz hale getirdi.
Sonuç olarak; Edward Said’in dediği gibi: “İslamiyet, Batı için her zaman özel bir -tehdidin- temsilcisi olmuştur’’. Bugün hiçbir din ve kültür topluluğu için İslamiyet’le ilgili olarak iddia edildiği gibi “Batı medeniyetini tehdit ediyor” türünden bir değerlendirme söz konusu değildir.
(2. Bölümün Sonu)