SARIKAMIŞ FACİASI

SARIKAMIŞ FACİASI
10 Mayıs 2018

Savaş meydanlarında uğradığımız bozgunları hatırlamaktan millet olarak pek hoşlanmayız ama Sarıkamış Faciasıyla ilgili olarak 1914 Aralık ayının son, 1915 Ocak ayının da ilk haftasında neler olduğunu mutlaka bilmemiz gerekir. Bu haftalar, 1914’te Sarıkamış’ta uğradığımız ve onbinlerce Mehmetçiğin hayatına mâlolan büyük facianın yıldönümüdür. Tarih her bireyin, her grubun veya milletin kendine olumlu bir pay çıkarmak için çaba sarfettiği soyut bir bilim dalıdır bizce. Örneğin İstanbul’un Fethi. Bu olay, tarihimizin en büyük zaferlerinden biri olduğu halde, bu zaferi bir yabancıya anlatmakta zorlanırsınız. Çünkü o, Fatih Sultan Mehmet’in müthiş zekâsı, zafere olan inancı, Ulubatlı Hasan, surların aşılması, gemilerin karadan yürütülmesi, Şahi topları vb. ziyade, Marmara Denizi’ne bakan surlardaki unutulmuş, eski bir kapıdan sızan Osmanlı yeniçerilerinin surlarda savaşan Bizanslıları arkadan vurduklarını ve de fethin böyle geldiğini anlatacaktır. Üstelik söz konusu kapıdan Osmanlıyı haberdar eden ve de açan Cenevizli “hainin” tüccar Gustavo Felinetti’nin de adını vererek. Bu tür savlara ben yurtdışında bulunduğum yıllarda defalarca şahit oldum. Ve de ne dediysem, ne yaptıysam ikna edemedim karşımdakileri. Zira tarihin kendilerine yönelik uyarlamasıydı önemli olan, gerçekler değil. Ancak hangi gerçekten söz etmemiz gerektiği de ayrı bir konu. Biz tarihimiz kendi “gerçeklerimize” göre yazıyoruz, karşımızdakiler de kendi “gerçeklerini” göz önüne alıyor. Öyleyse gerçek “gerçek” hangisi veyanerede? Hangisi doğru tarih?  Bu tarihin gerçekliği tartışmasını bir başka yazımıza bırakıp konumuza devam edelim.

 

“Ah Enver ah! Bu kış seferini ta’cil etmek (acele ettirmek), sonra da bu parlak taarruzda 9. Kolordu’yu dörtnala kaldırmakla, 100 bin masumun kanına girdin! Allah seni affetsin!” Bu sözler Hafız Hakkı Paşa’nın (1879-1915) anılarından alınmıştır. Aşağıda gerek Enver gerekse Hafız Hakkı Paşalardan etraflıca bahsedeceğiz.

Aralık ayının son haftası, tarihimizdeki büyük bir bozgunun yıldönümüdür: 1914’te tam bir hayal kırıklığı ile neticelenen Sarıkamış Harekâtı faciasının yıldönümü…

Sarıkamış’ta nelerin yaşandığını kısaca hatırlatalım:
Kars ve Ardahan’ın yanısıra Sarıkamış da “93 Harbi” diye bilinen 1876-1877 Osmanlı-Rus Savaşı’nda Rusların eline geçmiş ve Sarıkamış’a kuvvetli bir Rus garnizonu yerleştirilmişti. Birinci Dünya Savaşı’na girmemizden hemen sonra, devletin en güçlü adamı olan Harbiye Nazırı ve Başkumandan Vekili Enver Paşa (1881-1922), Anadolu’nun doğusunu Rus işgalinden kurtarıp Kafkaslara uzanabilmek için öncelikle Sarıkamış’ı hedef alan bir harekât hazırlığına girişti. Taarruza iştirak eden birliklerin büyük bir kısmı, özellikle Arabistan’dan geri çekilen ve Güneydoğu Anadolu’dan sevk edilenler, sıcak iklime alışık olup, teçhizatları yönünden kış şartlarına hazırlıksızdı. Paşa’yı harekâta yönlendirenlerin başında, onun gibi “sarayın damadı” olan bir başka asker, Albay Hafız Hakkı Bey vardı.

Enver Paşa’nın plânına göre, Üçüncü Ordu’nun bir kolordusu Allahuekber Dağları’nı geçecek böylece Rus işgalindeki Sarıkamış kuşatılacaktı… Ama bazı komutanların “Sarıkamış’a ilk giren olma” hayaliyle kendi başlarına harekete kalkışmaları, Hafız Hakkı Bey’in kaçan Rus birliklerini takip ederek kuşatma hattını lüzumsuz yere genişletmesi ve onbinlerce askeri kışlık elbiseleri olmadan daha uzun bir yoldan dağlara tırmandırması büyük felâketi getirdi. Neticenin kötü olacağını hisseden bazı komutanlar, zaten daha önce ardı ardına istifa etmişlerdi zaten. (Burada bir parantez açmak durumundayız. Bazı araştırmacılar Hafız hakkı Bey’e bu kaçan Rus birliklerin takip emrini bizzat Enver Paşa’nın verdiğini belirtmektedirler.)

18 Aralık 1914’de Enver Paşa’dan taarruz emrini alan Üçüncü Ordunun 9, 10, 11. Kolordular, 24 Aralık 1914 günü -39 derece soğukta Büyük Sarıkamış Çevirme ve Kuşatma (İhâta) Harekâtına başladı. Ayrıca, gerilla harbi yapan yarı resmi Türk çeteleri de, Ardahan’a hareket etti. Üçüncü Ordudan bazı kıtalar, 24-25 Aralık gecesi, Sarıkamış’a ulaşmayı başardı, ama Ruslar tarafından maalesef yok edildiler.

Bu arada asıl facia dağlarda yaşandı. Ordunun kış şartlarına hazır olmaması ve olumsuz iklim şartları sebebiyle ikmal ve iaşe hizmetlerinin yapılmayışı, kıtalarda açlığa, hayvanların telef olmasına, dolayısıyla birliklerin dağılmasına sebep oldu. Enver Paşanın şuursuzca verdiği gece taarruzu emirleri kayıpları daha da arttırdı. Onbinlerce askerimiz soğuktan donarak sonsuz bir uykuya daldı, binlercesi de tifüsten kırıldı. 25 ve 26 Aralık günlerinde vaziyetimiz çok daha kötüleşti ve 3 Ocak’ta artık herşeyin bittiğini anlayan Enver Paşa, Albay Hafız Hakkı Bey’“Paşa” yapıp Üçüncü Ordu’nun başına geçirdikten sonra Erzurum’a döndü. Hafız Hakkı Paşa da geri çekilme emri verdi ve Sarıkamış harekâtı büyük bir hüzünle noktalandı. (Murat Bardakçı yazılarında bu faciadan birinci sorumlu olarak Hafız Hakkı Bey’i öne sürer. Enver Paşa gibi bir savaş dehasının (!) onbinlerce vatan evladının donarak ve tifüsten şehit olmasına neden olan Hafız hakkı Bey’i hangi başarısına mükâfat olarak “Paşa”lığa terfi ettirdiğinin de kendince bir açıklaması(!) vardır elbette. Enver’den emir almadan kaçan düşmanı takip ederek bu faciaya neden olduğundan olmasın sakın? Ya da ne bilelim bu emri bizzat kendi verdiğinden bir tür sus payı?)

Ama o günlerin Türkiye’si Sarıkamış’ta neler yaşandığından haberdar olamadı. Gazetelere örneğine bugüne kadar bile rastlanmamış olan bir sansür uygulanmış ve Sarıkamış harekâtı ile ilgili tek bir satır haber yahut resim çıkmamıştı. Sarıkamış faciası ancak sekiz sene sonra 1922’de, emekli Binbaşı Şerif Bey’in 1922 yılında yayınladığı bir kitap sayesinde öğrenildi ama kitapta bazı hadiseler bir hayli abartılmış, meselâ “donarak şehit olan 90 bin asker” iddiası ortaya atılmıştı. (Murat Bardakçı ve bazı araştırmacılar nedense bu 90.000 asker konusuna takılmışlar ve bu sayının daha az olduğunda ısrar etmişlerdir. Oysa 50.000 olsa, 10.000 olsa ne farkeder? Tek bir Mehmetçiğin bile burnunun kanaması bizim için üzüntü kaynağı olmalı. Ancak onların amacı farklı elbette.)

Abartmaların gerisinde o günlerin Ankarası’nın İttihad Terakki dönemini, özellikle de Enver Paşa’yı karalama ihtiyacı vardı. İstiklâl Savaşı’nın en zor günleri yaşanıyordu, Rusya’da bulunan sabık başkumandan Enver Paşa da Mustafa Kemal’in başarısız olması hâlinde memlekete dönüp onun yerini alabilmek için Batum’da bekliyordu. Ankara, işte bu yüzden Enver Paşa aleyhinde bir karalama kampanyasına girişmeye mecbur kalmıştı ve Sarıkamış bozgunuyla ilgili abartmalar bu kampanyanın parçasıydı. Şimdi biz burada kendi fikirlerimizi resmi tarihi bir kenara bırakıp belirtelim kısaca.

Ankara’nın o dönemde İttihad Terakki dönemini ve Enver Paşa’yı karalamaya ihtiyacı vardı. Bu “karalama” sıfatı özellikle Enver Paşacılığıyla  ve Paşa’nın mirasçılarına kurduğu yakınlık ve bu yakınlık sayesinde kendilerinden aldığı taraflı belgeleri yayınlayarak kendine tarihçiler arasında bir yer kapmaya çalışan Murat Bardakçı’nın bir iddiası. Bakın gelin o dönemle ilgili bir empati yapalım. Yurdun dört bir yanında Atatürk’ün önderliğinde yurdu düşman çizmesinden kurtarmak için çoluk, çocuk, kadın, erkek, genç, ihtiyar demeden, her türlü yokluğa rağmen vatan uğruna savaşan, şehit veya gazi olan can’lar. Zorluk, yokluk, sıkıntı, iç isyanlar, ihanet had safhada. Ellerinde sadece iman ve vatan sevgisi olan kahramanlar “Başkumandan”ın etrafında kenetlenmiş. Öte yanda 1 Kasım 1918 gecesi saat 23.00’te Alman botu ile önce Almanya’ya ardından Rusya’ya “kaçmış” ve Mustafa Kemal’in başarısız olmasını dileyen“kahraman(!)”Enver Paşa. Mustafa Kemal’in başarısız olması ne demek? İstiklal Savaşı’nın kaybı, egemenliğin kaybı, Anadolu’nun kaybı elbette. Peki bu durum gerçek bir Türk’ün kabul edebileceği bir şey midir? Gazi başarısız olunca ne yapacak, memlekete dönecek, neden? Bu sorunun cevabını mutlaka vicdanlarınızda vermişsinizdir. Kaldı ki bunca askerimizin Enver Paşa komutasında tek kurşun atmadan -39/40 derecelerde donarak şehit olduğu gerçeğini söylemek, millete açıklamak neden “karalama” olsun ki? Sen ve senin gibiler vatanından kaçıp, daha düne kadar “düşman” bellediğin, ülkeni işgal etmiş Rus’u bu kez “dost” bilip sığınacaksın, orada oturup İstiklal Savaşı’nın başarısız olmasını bekleyeceksin bu şuç değil, senin yüzünden şehit olan onbinlerce Mehmetçikten milleti haberdar etmek suç, karalama. Rahmetli Erbakan’ın sözü aklımıza geldi:”Hadi oradan, hadi oradan…”

“Turan derken, viran olduk!”. Bunu söyleyen, “İttihat Terakki” cemiyetinin/partisinin önde gelen komutanlarından Enver Paşa’ydı… “Harekât bahara kalsın” diyen 3. Ordu Komutanı Hasan İzzet Paşa’yı (1871-1931) görevden alan ve “3. Ordu Komutanlığı” görevini kendisi üstlenen Enver Paşa!  Bütün olumsuzluklara rağmen 9-18 Kasım 1914’te 3. Ordu, Rusları Köprüköy’de durdurmuştu. Ama Kumandan Hasan İzzet Paşa, askerin giyim ve iaşesinin yetersizliğini ve kış şartlarını düşünerek çekilen Rusların peşine düşmedi. Enver Paşa 25 Kasım 1914 tarihinde durumu yerinde tetkik etmesi için Harbiye’den sınıf arkadaşı Yarbay Hafız Hakkı’yı cepheye gönderdi. Erkân-ı Harbiye İkinci Başkanı Hafız Hakkı Paşa’nın olumlu telgraflarıyla iyice coşan Enver Paşa 16 Aralıkta Alman kurmay ve generalleriyle Erzurum’a geldi ve hocası Hasan İzzet Paşa’yı korkak davrandığı için görevinden aldı. Enver Paşa İstanbul’daki eşi Naciye Sultan’a şu satırları yazacaktı: “Naciye, güzel melek! Ben yakında avdeti umarken şimdi zuhur eden bir hâl beni daha bir müddetçik buraya bağladı. 3. Ordu Kumandanı Hasan İzzet Paşa orduyu idare için kendisinde cesaret göremediğini söylüyor… Hep umduğum adamlar böyle çıkıyor. Şimdilik 3. Ordu’yu ben idare edeceğim. Allah kısmet eder de şu Moskofları bir ezersem, o vakit cicimi açık alınla kucaklarım.” Ne garip tecellidir ki o ezeceğim dediği Moskoflara sığınmak zorunda kaldı. İşte bu Enver Paşa, Sarıkamış’ın Allahüekber dağlarında tam 90 bin insanın kanını/canını donduran “destanı(!)” yazan kahramandır!..

Ne demiştik yukarıda, bir toparlayalım. Osmanlı-Rus savaşı sonucu, Kars, Ardahan, Batum ve Sarıkamış’ın Rusya’nın işgaline uğraması sonucu 1914 yılında dönemin Başkomutan Vekili olan Enver Paşa, Sarıkamış’ı geri almak amacıyla 19 Aralık 1914 tarihinde harekât planını kurmaylarına sunmuştu. Kurmayların “Manevranın başarısızlığa uğrayacağını” Enver Paşa’ya birçok defa söylemiş olmalarına rağmen, Enver Paşa harekâtın yapılmasına karar vermişti.  22 Aralık 1914’te Enver Paşa’nın emriyle 120-125 bin civarında Osmanlı askeri dondurucu soğuğa rağmen yollara sürülmüştü. Bölge, senenin dört ayı boyunca karlarla örtülüydü. Kar yükseklikleri kimi yerlerde bir metreyi geçiyordu. “Zemheri günleri”(21 Aralık-31 Ocak) diye bilinen en soğuk günlerdi.

Yapılan harekât planına göre; Ruslar Sarıkamış’ta kuşatılıp, imha edilecektir. Gündüz başlayan yürüyüşte çarıkları yumuşayan askerlerin çarıkları gece donmaya, bir mengene gibi ayaklarını sıkmaya başlar. Adım atmak neredeyse imkânsızdır. Askerler olduğu yerde zıplar, atlar, kendini karların içine vurur ve ayaktan başlayan donma yavaş yavaş bütün vücuda yayılır. Düşeni kaldırmamak için emir vardır. Zaten kimsede de kimseyi kaldıracak güç kalmamıştır.

Sarıkamış’ta böylesine bir facia yaşanmasına rağmen, İstanbul’a gönderilen telgrafta gerçekler gizlenir ve “Kahraman askerlerimizde ilerleme isteği o kadar çoktur ki, ellerinden gelse soluklarıyla karları eritip yol açacaklardır. Karı daha az olan kesimlerde kahramanlarımız başarılar elde ediyorlar. Dün, süngü saldırısıyla düşmandan iki mevzi ele geçirilmiştir” şeklinde yalan ifadelere yer verilir.
Neticeye gelecek olursak;
“90 bin Mehmetçik donarak ölür!”
Hem de, tek kurşun atamadan!..

“90 bin asker” iddiasını Enver Paşa ve arkadaşlarının “Bolşevik oldukları”, “Ruslardan para aldıkları”, hatta “erkeklerle kadınların bir arada dolaşmasına izin verdikleri” şeklinde daha başka aleyhte propagandaların takip ettiği iddiaları vardır. (Yukarıda kısaca anlatmaya çalıştığımız facianın baş suçlusunu hedeften almak için başını Murat Bardakçı’nın çektiği bir kısım, bu iddialara sıkı sıkı sarılmaktadır.  Yetmedi, Genelkurmay’ın çok daha sonraki senelerde yaptığı değişik yayınlarda Sarıkamış’ta şehit düşen asker sayısının 90 binin çok altında bulunduğunu, muharebeye katılan Üçüncü Ordu’nun mevcudunun o sırada 118 bin, muharip asker sayısının da 75 bin olduğunu defalarca duyurmasına ve Rusların da “donarak can vermiş 23 bin Türk askerini defnettiklerini” açıklamalarına rağmen “90 bin şehit” iddiasıbugüne kadar devam etti.)

Allahım şu aymazlığa bir bakar mısınız? 90.00 olmasın, 50.000 de değil haydi diyelim ki 10.000 askerimiz Sarıkamış’ta donarak veya tifüsten şehitlik mertebesine ulaşmış olsun. Bu durum üzüntümüzü, yapılan ihanete isyanımızı, yasımızı hafifletmeli mi? Yani Sarıkamış’ta şehit sayımız 90.000 değil 10.000miş diye sevinelim mi? Bayram mı yapalım? Allah bu vicdan fukaralarını ıslah etsin.

Bu sayı konusunu biraz daha açalım. Yıllardır tartışılır, Sarıkamış’ta cepheye kaç kişi sürülmüştü, kaç kişi şehit olmuştu? Bu konuda ilk rakam 1933 yılında telaffuz edildi. Genelkurmay tarafından yapılan açıklamaya göre ‘zaiyat’ yani ‘kayıp’ sayısı 109 bin 274 idi. Bu kayıpların ne kadarının şehit ne kadarı yaralı, ne kadarının esir, ne kadarının da firari olduğu açıklanmamıştı. Daha sonra faciadan beri halk arasında yaygın kanaate uygun olarak ’90 bin şehit verildi’ dendi, ama sonra bu sayının Enver’in prestijini sarstığı görülünce sayı düşürülmeye çalışıldı.

Ordunun tüm mevcudu 75 bin kişi ilken nasıl olur da 90 bin şehit verilebilirdi ki? Tüm arşivler ellerinin altında olmasına rağmen yıllarca Genelkurmay bu konuda bilimsel bir araştırma yayınlamadı. Nihayet 18 Aralık 2007’de internet sitesine koyduğu bilgi notuyla sayıyı sessiz sedasız revize etti: Sarıkamış’ta tek kurşun atmadan şehit olanların sayısı 60 bin.

Peki bu sayı doğru muydu? Sarıkamış’ta yaşanan hezimeti sayesinde öğrendiğimiz 9. Kolordu Kurmay Başkanı Yarbay Köprülülü Şerif (İlden) Bey’e göre 3. Ordu’nun mevcudu 190 bindi. Yani pekâlâ 90 bin şehit verilmiş olabilirdi. Ancak dedik ya bizim canımız onbinlerce şehitle değil, bir askerimizin bir damla kanıyla bile yanar. Hem de kor alevcesine.

GENELKURMAY NASIL BAKIYOR?

Şahsen biz, Sarıkamış “Harekâtı”nın değil, “Facia”sının yıldönümü vesilesiyle bir yazı yazmaya karar vermiştik ki, önümüze 2007 yılında Genelkurmay’ın internet sitesinde konmuş bir “bilgi notu” konuldu.  Sözkonusu bilgi notunda, Osmanlı Devleti’nin Almanya ile yapılan anlaşmanın ardından Birinci Dünya Savaşı’na girmek zorunda kaldığı hatırlatılarak, “Ancak Balkan Savaşı’ndan yeni çıkmış olması ve yeterli hazırlıkları yapma imkânı ve zamanı olmadığından dolayı savaşın ilerleyen dönemlerinde büyük olumsuzluklarla karşı karşıya kalmıştır” deniliyordu.
Osmanlı donanmasına bağlı Yavuz ve Midilli gemilerinin Sivastopol’u bombalamalarının ardından 1 Kasım 1914 günü Rus Ordusu’nun hududu geçerek baskın tarzında taarruza başladığının anlatıldığı bilgi notunda, Erzurum genel istikametinde ilerleyen Rus Kuvvetleri’nin, 7-12 Kasım’da Köprüköy ve 17-20 Kasım’da cereyan eden Azap muharebelerini kaybederek geri çekilmek zorunda kaldıkları belirtildi.

Savaşın ilk aylarında meydana gelen bu durumun, ordunun subay ve erleri üzerinde olumlu bir etki doğurduğunun kaydedildiği bilgi notunda, “Ancak ağır zayiat veren 3. Türk Ordusu, geri çekilen düşmanı takip edememiş; daha elverişli bir arazide toplanmak, takviye kuvvetlerinin gelmesini beklemek ve yeni bir Rus taarruzunu karşılamaya hazır olmak amacıyla 8-10 kilometre kadar geri çekilmiştir” deniliyor.

Bilgi notunda, Avrupa’da savaşın mevzi harbine dönüşmesi ve Galiçya’da Avusturyalıların Ruslar karşısında zor durumda kalmaları üzerine Başkomutan Vekili Enver Paşa’nın, müttefiklerin Avrupa’daki yükünü hafifletmek için “Alman Başkomutanlığının da etkisiyle” Doğu Cephesi’nde “Rusların imhası”nı hedef alan büyük ölçüde kuşatıcı bir taarruza karar verdiği anlatılıyor.
Bilgi notunda şöyle devam ediyor.. “Nitekim Türk kuvvetlerinin büyük bir kısmı soğuktan donarak ölmüştür. Sarıkamış’a girebilen 300 kişilik bir kuvvet de Ruslar tarafından geri atılmıştır. Bu başarısızlık karşısında Enver Paşa, 10 Ocak 1915’te 3. Ordu Komutanlığını Tuğgeneral Hafız Hakkı Paşa’ya devrederek İstanbul’a dönmüştür. Bu muharebelerde Rusların zayiatı 30 bin, Türklerin zayiatı ise 60 bin kadardır. Ruslar; Türklerden 200 subay, 7 bin eri esir, 20 makineli tüfekle 30 topu ganimet olarak almışlardır. Bu muharebeler sonucunda Doğu Anadolu, Rusların işgaline maruz kalmıştır. Bilahare 3. Türk Ordusu, taarruzdan önce işgal etmiş olduğu Azap mevziine (Tutak-Narman hattı) çekilmiştir. Takviye kuvvetler alarak Rus taarruzlarını bu hatta karşılamaya hazırlanmıştır.”
Aynı notta, Sarıkamış Harekâtı ile ilgili haberlerin, ancak sonradan kamuoyu gündemine geldiği belirtilerek, burada olup bitenlerin çok sonraları açıklığa kavuşturulduğu kaydedilmekte.
Sarıkamış Kuşatma Harekâtı’nın; düşman kuvvetlerinin arkasına düşmeyi hedef alan “başarılı bir plan” olduğunun ifade edildiği bilgi notunda şu değerlendirmeye yer veriliyor:
“Ancak stratejinin faktörlerinden zaman ve iklim şartları iyi değerlendirilemediği için bu sonuç kaçınılmaz olmuştur. Sarıkamış, Türk harp tarihinin en acı muharebelerine sahne olmuştur. Türk Ordusu, ağır koşullar altında yapılan bir muharebede kahramanca savaşmıştır. Türk Ordusunun kayıplarındaki asıl etkenler, çetin arazi ve şiddetli kış şartları ile teçhizat eksikliği ve ikmal yetersizliğidir. Çok ağır koşullar altında kahramanca savaşan Türk askeri, muharebenin sonuna kadar direnmiş, vatanını korumak ve başarıya ulaşmak için sonsuz gayret göstermiştir. Sarıkamış Harekâtı, Türk milletinin vatanı ve kutsal varlıkları uğruna neler yapabileceğinin bir delilidir.”

Genelkurmay’ın “Bilgi notu”nda bizim anlayamadığımız şu:
90 bin asker”in, hem de “tek kurşun sıkmadan” donarak öldüğü bir harekâta, nasıl “Başarılı” denilebilir? Bir harekât, eğer “Bütün olumsuz şartlar” hesaplanarak gerçekleştirilmiş ve “Hedefe ulaşılmış” ise başarılıdır!.. “Çetin arazi şartları” düşünülmemiş, “Kış şartları” hesaba katılmamış, “Teçhizat eksikliği ve ikmal yetersizliği” hesaplanmamış bir plan için, nasıl “Başarılı bir plan” denilebilir?  Hele de, “90 bin asker donarak veya hastalıktan ölmüş” ise.  Hele de, harekâtı yöneten Enver Paşa bile 1 Kasım 1918 gecesi saat 23.00’te Alman botu ile Türkiye’den kaçmadan önce Mersinli Cemal Paşa’ya şu itirafta bulunuyorsa: “Turan yapacaktık, viran olduk… Bizim en büyük günahımız, Sultan Hamid’i anlayamamaktır. Yazık Paşam, çok yazık. Siyonistlere alet olduk ve onların hıyanetine uğradık.”

Devam edelim..  Bu nasıl “başarı”dır ve nasıl “kahramanlık”tır ki, Rus Kurmay Başkanı Pietroroviç, anılarında, Sarıkamış’ta “bir ihtiras uğruna” şehit olan Mehmetçiğin halini şöyle anlatıyordu:
“İlk sırada diz çökmüş beş kahraman… Omuz çukurlarına yasladıkları mavzerleri ile nişan almışlar. Tetiğe asılmak üzereler. Ama asılamamışlar. Kaput yakaları, Allah’ın rahmetini o civan delikanlıların yüreklerine akıtabilmek istercesine semaya dikilmiş, kaskatı… Hele bıyıkları, hele hele bıyıkları ve sakalları!.. Her biri birer fütuhat oku gibi, çelik misali. Ya gözler? Dinmiş olmasına rağmen şu kahredici tipinin bile örtüp kapatamadığı gözleri.. Apaçık.. Tabiata da, başkumandana da, karşısındaki düşmana da isyan eden, ama Allah’ına teslimiyetle bakan gözler. Açık, yeminle apaçık!”

Bu satırlar da kendini bildi bileli günlük tutan Iğdırlı Ali Çavuş’un defterinden, ta ki Allahuekber Dağlarında parmakları donuncaya kadar. “Yemen’in sıcağını bilen bilir ağam, taşlar tava gibi kızar. İnanın insanın parmak oynatacak mecâli kalmaz. Bize ‘hazırlanın gidiyorsunuz’ dediklerinde nasıl da sevinmiştik. İki alay yola çıktık ve tam dört ay yürüyüp Doğu Anadolu’ya vardık. Meğer sıcak, ayazın yanında nimet-i ilâhi imiş. Güya ordugâh kurduk ama çadırın bezi buz kesti, oğlak kulağı gibi gevreyip gevreyip kırılmaya başladı. Bölük kumandanım, beni sıhhiye olarak ayırdı ancak ne tabip ne de ilaç vardı. İşsiz güçsüz kaldım, tekrar takımdaki yerimi aldım. Gündüzleri neyse de geceler bitmek bilmiyor. Akşam olunca şiddetli rüzgâr çıkıyor, dağlardan topladığı karları önüne katıp Köprüköy’ü dövüyor. Yüzbaşımız, gelecek cuma Başkumandan Enver Paşa Hazretleri’nin teşrif edeceğini müjdeledi. O gelince bize yün içlik, çorap ve kaput dağıtacaklarmış. Yemen’den beri sırtımızda taşıdığımız yazlıklardan kurtulacakmışız. Allah, devlete ve millete zeval vermesin. Paşa Hazretleri bir gelsin Moskof’u kahredeceğiz. Rusların mutfaklarını ele geçirip sıcak yemek yiyeceğiz… Şafak sökerken 2059 rakımlı Kızkulağı Tepesini tuttuk. Moskof obüs yağdırıyor, bazı kardeşlerimiz şehit oldular ama zafer bizim olacak. Gece bastırdığında, tepelerdeki Moskof ocaklarının ateşini görüyoruz. Onların kızıllığı ile gözlerimiz ılınıyor. Bir ateş başında oturmayalı ne kadar oldu bilmiyorum. Başkumandan Hazretleri gelse de, ateşe kavuşsak…”

Ve Paşa gelir.. Enver Paşa gelir ama “Hakanların Hakanı (!)” askerin karşısına çıkıp da “Kusura bakmayın, Ruslar size erzak ve giyecek getiren gemileri batırdı” diyecek değildir ya. Aksine “Düşman sizden korkuyor. Üç beş gün sonra Kafkasya’ya girecek, nimetler içinde yüzeceksiniz. Dayanın çünkü âlem-i İslâm’ın tek ümidi sizsiniz” şeklinde bir nutuk atar… Önce candan bir “sağol”, sonra “çok yaşa”lar, “varol”lar… Kayser Wilhelm Mehmetçiği “Alman ordusuna eklenen bir süngü” gibi gördüğü için asker kaybımızı umursamaz. Bu arada Ziya Gökalp de her yazısını hala “Düşman ülkesi viran olacak, Türkiye büyüyüp Turan olacak!” sloganı ile bitirmektedir ki özellikle Üniversiteli gençleri heyecan sarsın. Enver Paşa, harekâtın bir sonraki hedefi olarak Tahran ve Aşkabat’ı gösterir, Dr. Bahaeddin ve arkadaşları yol kavşaklarına “Turan’a gider” levhaları koyarlar. Öyle ya Aşkabat 2000 km ötededir ve dikkate alınacak bir mesafe sayılmaz(!). Bu hayal gücü ile fevkalade roman yazarı olabilirler ama onlar roman değil “tarih yazmaya” kalkarlar.

–        Dr. Bahattin Şakir, Türk doktor, siyasetçi. II. Meşrutiyet döneminde, mebus veya nazır unvanı taşımamış olmakla birlikte, İttihat ve Terakki’nin Katibi Mesullerinden biri olarak devrin önde gelen siyasetçileri arasında yer almıştır. (1874-1922) Y.N.

 

Dönelim Sarıkamış’a… “Buradan araba geçer” raporu verilen yollara yayalar bile sığamaz. Zaten noksan olan mühimmat karlara batar. Gündüz yürüyüşü ile çarıklar yumuşar. Ancak gece ayazı ile büzülüp mengeneye döner, ayakları koparırcasına sıkar. Askerler olanca yorgunluklarına rağmen sabahlara kadar zıplar, gecenin bir an evvel bitmesi için Allah’a yalvarırlar. İttihatçılar bunları göre göre Enver Paşa’ya çıkar “Askerlerimiz o kadar istekli ki” derler, “Ellerinden gelse soluklarıyla karları eritip yol açacaklar.”  Otuzuncu tümende 16.300 asker mevcuttur ancak bir sonraki güne sadece 1.400’ü çıkar. Zavallılar düşmana tek kurşun atamadan donarlar. Kalanlar bit ve tifüsün ardından kangrenle boğuşurlar. Enver Bey hâlâ zafer sayıklar, öyle ki subaylarına “Geri adım atanı vurun” diyecek kadar… Bazı Alman subayları (Mesela Von der Goltz) dayanamaz “Bu kadarı da fazla değil mi?” demekten kendilerini alamazlar.

“Dağlarda ordu kuruldu / Hücum borusu vuruldu / Bir Sarıkamış uğruna / Doksan bin fidan kırıldı…”

Buyurun bir hatıra daha… Çatışmalar bitip, ortalık durulunca Rus Kurmay Başkanı keşfe çıkar. Bakın adam gördüklerini nasıl yazar: “…………… Debelenip sırtındaki sandıkları atmaya tenezzül etmemiş iki katır. Yanında başları semaya dönük, altı masal güzeli Mehmed… Cephaneyi bir avuçlamışlar ki, biz hayatı ancak böyle avuçlayıvermişizdir. Öylesine kaskatı kalmışlar. Ve sağ başta Binbaşı Mustafa Nihat. Ya Rabbi, bu nasıl bir ayakta duruştur ki, sanki huzurunda diz çöküp sana yalvarıyor. Bütün gece yağan kar, fişeklerinin yuvalarını bile kapatamamış. Sol eli boynundaki dürbünü kavramış, sağ eli belli ki, semaya uzanıp rahmet dilerken taşlaşmış. De ki: Kale sancağı… Hayrettir, duruşu inançlı, bakışı erkekçe. O gür, kömür karası saçları beyaza bulanmış…” Ve Moskova’daki askerî müzede sergilenen yazı şöyle sona erer: “Bu müfrezeyi esir almayı çok isterdim, sırf o çocuklara bir tas sıcak çorba verebilmek için… Teslim alamadım, zira bizden evvel Allah’larına teslim olmuşlardı.” 24.12.1914 Perşembe. General Pietroroviç.

10 Ocak 1915’te Erzurum’dan otomobillerle Refahiye Suşehri üzerinden İstanbul’a ulaşan Enver Paşa, ‘Cici karısı’ Naciye Sultan’a sarılmış ardından da Cercle d’Orient Klubü’nde verilen ziyafete katılmıştı. İstanbul gazetelerinde Genel Karargâh’ın zafer bildirisi yayınlanmıştı. “Ordumuz Sarıkamış’a dek ilerleyerek kesin başarı kazanmıştır.” O günlerde kendisine, 3. Ordu mıntıkasında zayi olmuş asker sayısının aslında 600 bin civarında olduğunu hesapladığını söyleyen Harbiye Nezareti’nin Ordu İkmal Dairesi Müdür vekili Miralay Behiç (Erkin ) Bey’e “Amaaan” der, “Bunlar nasıl olsa bir gün ölecek değiller miydi?”

 

Bu olayda, bizi en çok etkileyen ne oldu biliyor musunuz?
“Ağaç dallarındaki asker cesetleri!”
“Tetiğe asılmak”
üzere olan, ancak “Eski 40 derece soğuk”ta tetiğe asılamayıp donarak ölen “Mehmetçik”lerin cesetleri, daha doğrusu “İskelet”leri ne zaman bulunabilmiş biliyor musunuz?
4-5 ay sonra. Yani karlar eridikten, bahar geldikten sonra.

O manzara da aynen şöyle anlatılır:
“Ertesi ilkbaharda, karlar eriyince, felâketin boyutu daha bir belli oldu, ortaya çıktı. Türk askerlerinin cansız bedenleri, bütün kış boyu kurdu kuşu beslemişti… Yöre köylüsü, ağaçların üstünde at, katır ya da insan iskeletleri görüp dehşete düşüyordu; “O iskeletler nasıl çıktı oraya?” diye.  Oysa, ağacın üstüne çıkan “iskeletler” değildi… Ağacı tümüyle örten karların üzerinde yol almaya ve dağı geçmeye uğraşan 3. Ordu erleri, bastıkları ağaç dalları üzerinde donup kalmışlardı. Cesetlerini önce vahşi hayvanlar parçalamış, sonra da kuşlar, kargalar didiklemişti. Etlerinden sıyrılan iskeletler de karların erimesiyle ağaçların tepesinde kalmışlardı.

Sarıkamışlı bir ihtiyar şöyle anlatıyordu gözlemini:
“Buradan o dağlara baktığımızda, üzerine kar düşmüş çalılıklar görürdük. O çalılıkların, kurda kuşa yem olmuş askerlerimizin kemikleri olduğunu ancak yanlarına gidince anladık.”

SARIKAMIŞ TÜRKÜSÜ’NDEKİ MEHMETÇİK!
İşte budur Sarıkamış’ın özeti… Bir ihtirasın, bir hırsın, bir kansız cinayetin adıdır Sarıkamış!..
“Turan” derken, “viran” oluşun adıdır!..
Öyle bir “acıdır”, öyle bir “ağıt”tır ki, “türkü”lere yansımıştır Sarıkamış!..

“Sarıkamış Türküsü” şöyle der:

“Sarıkamış üstünde kar,
Kar altında Mehmedim yatar,
Gülüm donmuş, kara dönmüş
Gören sanmış, yârin sarar.
Kimi Yemen, kimi Harput
üzerinde ince çaput
Avut yiğit, gönlün avut,
Yâr sarmazsa, Mevlâm sarar!”

Bilmiyorum, daha fazla söze hacet var mı?.. Şu türkünün sözlerini tekrar okuyun ve üstünde ince bir çaputla eksi 40 derece soğuğa sürülen Mehmetçiğin ardından, ağlayın ağlayabildiğiniz kadar!..
Ama bu katliamın, ama bu facianın adını kahramanlık koymayın! 90 bin askerin ölümüne yol açan beceriksizlik ve ihaneti de başarı saymayın!
Hezimetler ne zamandan beri başarı oldu?
Ve ihanetler ne zamandan beri kahramanlık?
“Resmî tarih”e işte bunun için güvenmiyorum ben!

Sarıkamış Harekâtı sonunda, Doğu Anadolu kapıları, Ruslara açıldı. 13 Mayıs 1915’te Ermenilerin işbirliği yaptığı Rus kuvvetleri, önce Vana, bilâhare Muş ve Bitlis’e girdi. Ermenilerin harp esnasında Ruslara yaptıkları büyük hizmetin karşılığı olarak, bu illerin valilikleri, Ermenilere verildi. Harpten sonra, Ermeni-Rus işbirliği sonunda, bölge halkına karşı müthiş bir soykırıma girişildi. Van Gölünün ortalarına kayıklarla taşınıp öldürülen, suya dökülen çocuk, kadın, genç ve ihtiyar Türklerin sayısı, kesin olarak tespit edilmemesine rağmen, çok fazladır. Esasen, bu harp sırasında Ermeni Komitacıları, hemen her tarafta isyana hazırlanarak, birçok yerde depolar dolusu silah ve cephane biriktirdiler. Bu silah, teçhizat ve destekle katliam yapıp, Doğu Anadolu’yu harabeye çevirdiler.

ENVER PAŞA
BAHATTİN ŞAKİR
HAFIZ HAKKI BEY (PAŞA)
HASAN İZZET PAŞA
ENVER PAŞA MOSKOVA’DA
A
B
C
D
E
F
G
H
I
J
K

Trả lời

Email của bạn sẽ không được hiển thị công khai. Các trường bắt buộc được đánh dấu *