İstanbul’un Fetih tarihiyle (29 Mayıs 1453) ilgili yeni tartışmalar (!)
– Tursun Bey: 6 Temmuz 1453 (28 Receb 857)
– Oruç Bey: 1 Nisan 1453 (21 Rebiu’l-ahir 857)
– Enver’i: 28 Haziran 1453 (20 Cemaziye’l-ahir 857)
– İdris-i Bitlisi: 6 Temmuz 1453 (28 Receb 857)
– Mehmed Neşri: 28 Haziran 1453 (20 Cemaziye’l-ahir 857)
– Gelibolulu Mustafa Ali: 1 Nisan 1453 (21 Rebiu’l-ahir 857)
– Lütfi Paşa: 31 Mart 1453 (20 Rebiu’l-evvel 857)
– Hoca Saadeddin: 28 Haziran 1453 (20 Cemaziye’l-ahir 857)
– Müneccimbaşı Ahmed Dede: 29 Haziran 1453 (21 Cemaziye’l-ahir 857) ve de 13 Mart 1453 (2 Rebiu’l-evvel 857) * İki farklı tarih*
– Anonim Tevarih-i Al-i Osmanlar (Giese Neşri) : 31 Mart 1453 (20 Rebiu’l-evvel 857)
Yukarıda verdiğim hicri ve miladi tarihlerin neyle ilgili olduğu hakkında fikir üretmeye başladığınızı hissediyorum. Kendinizi fazla yormayın… İşte cevabı..
Yukarıdaki tarihler Osmanlı tarihçi ve/veya vakanüvislerinin İstanbul’un fetih günüyle verdikleri tarih bilgileridir. Hani benim 29 Mayıs 1453 olarak taa Ayazma İlkokulu 5/A sınıfındayken rahmetli Melahat Hocamız tarafından belleğime işlenen tarih. Osmanlı Ordusu 53 günlük kuşatmanın ardından 29 Mayıs 1453 Salı günü (20 Cemaziye’l-evvel 857) Konstantinopolis’e girmedi mi? Tarih kitaplarımız o gün bugün hep aynı bilgiyi veriyor. Peki bu fetih tarihine yukarıda sıraladığım Türk tarihçilerde neden rastlayamıyoruz? Size de garip gelmedi mi? Merhumların hepsi başka başka tarihler vermekteler bu muazzam fetih için. Hem de böylesine dünyaya çağ atlatan (!) önemli bir olayda hepsi başka kafadalar.
Durun bitmedi, daha da ilginci var. Kuşatmaya bizzat katılan iki Türk tarihçiden Aşıkpaşazade (1400 ila 1484 yılları arasında yaşamış bir Vefai dervişidir.Tevârîh-i Âl-i Osman, dervişin Osmanlı Devleti’nin 1298-1472 yılları arasında yaşadıklarını, kronolojik sırayla ve sade bir dille anlatan Türkçe eserinin ismidir. Aşıkpaşazade Çelebi Mehmet, II. Murad ve Fatih Sultan Mehmed dönemlerini yaşamıştır) fetihle ilgili gün ve ay vermemektedir. Böylesine çağ değiştiren bir fetih hakkında koca tarihçi/vakanüvis neden bir tarih vermemiştir acaba?
Kuşatmaya katılan bir diğer tarihçimiz Tursun Bey ise (1426-1491 tarihçi, defterdar, akıncı beyi. Bursa’da doğdu, asıl adı Tur’i Sinadır. Fatih’in kumandanlarından CebAli’nin oğludur) fetih tarihini 6 Temmuz 1453 olarak vermiştir.
Türk tarihçilerden sadece İbn Kemal (1468-1536) ve Tacizade Cafer Çelebi (?-1515), kuşatmada bulunmadıkları halde (çünkü henüz doğmamışlardı) fetih tarihini 29 Mayıs 1453 olarak vermişlerdir. Sadece bu iki tarihçi nasıl olmuş da fetih tarihini tam olarak belirleyebilmişlerdir? Hem de bizzat şahit olmadıkları halde.
Bizce cevap son derece açık. Konstantinopolis fethedildikten sonra, Memluk Sultanı Melik Eşref İnal ve Karakoyunlu hükümdarı Cihanşah’a gönderilen fetihnamelerde, ki asılları bugün hala Topkapı Sarayı müzesinde mevcuttur, bu tarih 29 Mayıs 1453 (20 Cemaziye’l-evvel 857) olarak belirtilmiştir. Kuşatmada bulunan Rum ve Batılı tarihçiler de bu tarihte hemfikirdirler. Ancak burada bir duralım.. Son fetih kutlamalarında (2017) televizyona bu fetih konusuyla ilgili konuşmacı olarak davet edilen bir akademisyen tarihçimiz bu tarihler ve tarihlemelerle alakalı çok önemli (!) açıklamalarda bulundu. Bu değerli (!) tarihçimiz ve bazı meslektaşlarına göre, bu durumda önemli bir meseleyle de karşı karşıyayız. Bu zevat aynen şöyle bir bilimsel açıklama yapmaktadırlar.
“Bu 29 Mayıs 1453 tarihi Jülyen takvime göredir. 1582’de bu takvim bırakılarak, günümüzde kullanılan Gregoryen Takvime geçilmiştir. Bu yeni takvime geçilirken, eskisine 10 günlük bir ilave yapılmıştır. Öyleyse bu durumda İstanbul 29 Mayıs 1453’te değil, 9 Haziran 1453’te fethedilmiştir. (!)”
Çok mu karıştı? Durun durun, bunun da içinden çıkacağız, hem de belgeleriyle. Fatih Sultan Mehmet Konstantinopolis’i fethettikten sonra Molla Gürani’ye kaleme aldırttığı fetihname yalnızca adları yukarıda zikredilen Sultan ve Hükümdarlara değil, başka pek çok devlet ve din adamlarına da gönderilmiştir. Mısır Sultanı Esbel Şah ve de Mekke Şerifi de bu kişiler arasındadırlar. Bu fetihnamedeki ilginç noktalardan biri de Molla Gürani’nin ilk saldırı ve son saldırıyı (ki fetihle sonuçlanmıştır) kesin tarihleriyle vermesidir. İlk saldırının 26 Martta yapıldığı, son saldırı yani fetihin de 29 Mayıs 1453’de gerçekleştiği, zamanın en yetkili ağızlardan birinin kalemiyle ve elbette Fatih Sultan Mehmet’in onayıyla (ki aksi zaten düşünülemez) bizzat ve açık seçik belirtilmektedir, aşağıdaki satırlarda.
“857 yılı görünen Rabiulevvel ayının yirmi altısında hücum ettik………. Yirmi Cemaziyel evvel (Cumadel ula)in Salı günü, yıldızların şeytanların üzerine saldırdığı gibi Konstantiniyye üzerine hücum ettik. Sıddık Ebubekir’in hikmeti, Faruk Ömer’in adaletinin bereketi Haydar Ali’nin vuruşu gibi bir vuruşla Allah, Konstantiniyye’yi Osmanoğullarının emrine verdi. Güneş doğudan doğmadan Allah fethi bize lütfetti.“
Durum fethin bir ve iki numaralarınca böylesine açıklanmışken, başka başka tarihler üretmek, işin içine fetihten 129 sene sonra geçilen Gregoryen takvimini sokarak, anlamsızca işleri daha da karıştırmak bu televizyonlarda sık sık boy gösteren yeni yetme sözde tarihçilerin akıllarına nereden gelmektedir acaba? Bu yeni tarihçilerin yolundan gidildiğinde, 1582 yani Gregoryen takvimi başlangıç noktası olarak alırsak, bu tarihten önceki tüm tarihi olayların tarihlerinin de değişmesi gerekmez mi?
Osmanlı İmparatorluğu’nun kuruluşundan tutun örneğin Varna Zaferine dek (10 Kasım1444) tüm tarihlerde de oynamamız gerekmiyor mu? Peki, Yüce Peygamberimiz Hz. Muhammed’in Mekke’den Medine’ye Hicret’ini (16 Temmuz 622) ne yapacağız? Bu durumda madem Konstantaniyye’nin fethini 29 Mayıs 1453 olarak değil de 9 Haziran 1453 olarak kabul edilmesini dolaylı/dolaysız tartışmaya açılıyorsa, diğer tüm tarihlerin de bu arada yukarıdaki örneklerimizde de değişmesi beklenmez mi? Ortaya çıkıp, Varna’nın tarihi 10 Kasım 1444 değildir, 20 Kasım 1444’tür veya Hicret 16 Temmuz 622’de değil 26 Temmuz 622 gerçekleşmiştir diyemiyorlar ya da demiyorlar. Yalnızca Gregoryen takvime uyduracağız diye, 1582 öncesi tarihi çocuklarımıza anlatacak yeni tarih kitapları mı hazırlatacağız?
Bizce Osmanlı İmparatorluğu’nun kurulduğu tarihten Türkiye Cumhuriyeti’nin sonsuza dek sürecek varlığında kullanılan ve de kullanılacak olan 2 farklı tarih olmuştur. Biri Arabi aylara göre hesaplanan Hicri takvim (ki 16 Temmuz 622’de başlar), diğeri de 26 Aralık 1925’te kabul edilen Miladi takvimdir. Peki, nedir bu Gregoryen takvim, hiç merak ettiniz mi? Ettinizse okumaya devam, yok sizin için önemli değilse alttaki paragrafı atlayın, es geçin.
Gregoryen Takvimi:
Avrupa, 1600 yıl boyunca Sezar’ın takvimini kullanmıştır. Ancak, bu takvimin en önemli eksiği güneş yılının tam 365 gün 6 saat değil, bundan 11 dakika, 14 saniye daha kısa olmasıdır. Dolayısıyla Sezar’ın takvimi giderek artan bir şekilde geri kalmaktadır. Biriken bu farkı ortadan kaldırmak amacıyla Papa 13. Gregor 1581 yılında, 4 Ekim tarihinden hemen 15 Ekim’e geçilmesini emretmiştir. Yılın süresini güneş yılının gerçek süresine eşit getirmek için, Papa Gregor her dörde bölünebilen yıla bir gün eklemiş ve 400’e bölünemeyen yüzyılların (1700, 1800 vs.) bundan hariç tutulmasını da uygun görmüştür.
Katolik ülkeler bu yeni takvimi derhal benimsemişlerdir. Uzun tereddütlerden sonra Protestanlar da buna katılmışlar, ancak Ortodokslar bu takvimi kabul etmemişlerdir. İngiltere ve kolonileri 170 yıl sonra takvim reformunu benimsedikleri zaman, iki takvim arasındaki fark 11 güne çıkmış olduğundan, bunu yok etmek için 3 ila 13 Eylül günlerini takvimden silmek zorunda kalmışlardır. Bu nedenle İngiliz ve Amerikan tarih kitaplarında aradaki günlere bu tarihlere rastlanılmaz.
Konumuza dönelim, size bir soru madem 1582’de Gregoryen takvime geçildi, peki bu tarihten sonraki olaylar, tarihi olaylar nasıl tarihlenmiştir? Mesela 14 Temmuz 1789 Fransız İhtilali için miladi şöyle, Gregoryene göre böyle mi diyeceğiz? Yok yok aklınız karışmasın, yok böyle bir şey, 14 Temmuz 1789, 14 Temmuz 1789’dur. Bitti. Bu kadar. İçli dışlı olduğum Fransız ve İngiliz edebiyatı ve tarihlerinde, hiç bizdeki tartışmalara rastlamadığımı da bu arada belirtmek durumundayım. Hiçbir İngiliz ve Fransız tarihçi, “Yahu dün akşam yemek yerken aklıma geldi, 1582’den evvelki tarihi olayları Gregoryen Takvimine uyduralım mı acaba?” dememiştir. Mesela Fransa Kralı savaş sonunda İngiltere’nin müttefiki Bourgogne ile Arras Anlaşmasını imzaladığında (16 Eylül 1435), hiçbir günümüz Avrupalı tarihçi ortaya atılıp da, bu tarihi Gregoryen’e uydurarak Arras Anlaşmasının imzalandığı tarih 16 Eylül 1435 değil, 26 Eylül 1435’tir demek cevvalliğinde bulunmamıştır. Ya da hiçbirinin aklına 1337’de başlayıp 1453’te sona eren Yüzyıl Savaşlarının aslında 116 yıl sürdüğünü, gerçek böyle olduğu halde neden 116 yıl savaşları değil de 100 yıl savaşları olarak anıldığını ileriye sürmek gelmemiştir. Konuya bu açıdan bakıldığında, Atatürk’ün Samsun’a çıktığı Bandırma Vapurunu neredeyse bir transatlantiğe çeviren, İstanbul’un fetih tarihi üzerinde bile anlaşmazlığa düşebilen bazı tarihçilerimizden (?) Avrupalı meslektaşlarının alacağı pek çok ders var hiç şüphesiz. (!)