Bir rivayete göre de Hz. İsa havarileriyle birlikte bir evde iken ev kuşatılır. Evi kuşatanlar içeri girdiklerinde havarilerin hepsi Hz. İsa’nın suretine büründürülür. Onlar, “Bize sihir yaptınız, ya İsa’yı gösterirsiniz ya da hepinizi öldürürüz” deyince İsa, “Bugün sizden kim cennet karşılığı canını verir?” diye sorar. İçlerinden biri kabul eder ve evi kuşatanların yanına giderek İsa olduğunu söyler (İbn Kesîr, Ḳıṣâṣü’l-enbiyâʾ, s. 438). Sonra? Sonrası yok rivayet bu kadar.
Kuran-ı Kerim’de ashâbü’l-karye’ye (Yâsîn 36/13-29) gönderildiği bildirilen elçiler tefsirlerde Hz. İsa’nın havarileri olarak yorumlanmaktadır. (Ashab–ı Karye veya ashabü-l karye, “şehir halkı” demektir. İslami kaynaklarda, geçmişte yaşamış, kendisine elçiler gönderilmiş olduğu anlatılan bir şehrin halkıdır.)
Diğer taraftan İslam kaynaklarında, Hz. İsa’nın talimatı doğrultusunda ve onun göğe yükseltilişinden sonra havarilerin çeşitli ülkelere giderek dini yayma faaliyetlerinde bulundukları da belirtilmektedir. Buna göre Petrus ve Pavlus Anadolu’ya, Andreas ve Matta zencilere, Tomas Bâbil diyarına, Filipus Kuzey Afrika’ya, Yuhanna Efes’e, Yakub Kudüs’e, Gayyur Simun Berberîler’in yaşadığı bölgeye gitmişlerdir (Taberî, Târîḫ, I, 603).
Ebu el-Hasan Ali bin el-Hüseyn bin Ali el-Mesûdî (Mesudi 896-956)’nin naklettiğine göre Petrus ve Pavlus Roma’da öldürülmüş, Tomas Hindistan’a gitmiş ve orada ölmüştür (Mürûcü’ẕ-ẕeheb, I, 311-312). Başka bir rivayete göre ise Hz. İsa göğe kaldırılışından önce havarilerden ikisini Anadolu’ya, Andreas ve Luka’yı Habeşistan’a, birini Bâbil’e, birini Kuzey Afrika’ya, birini Ashâb-ı Kehf’in bulunduğu bölgeye, birini Berberîler’in yaşadığı bölgeye, ikisini Antakya’ya, birini Sind ve Hint’e göndermiştir. Havarilerin reisi olan Simun Petrus ise Kudüs’te kalmıştır (Nüveyrî, XIV, 250-259).
İncillerde hem Hz. İsa’ya hem de havarilere dair verilen bilgiler Kuran-ı Kerim’deki bilgilerle çelişmektedir. Şöyle ki: Kuran’a göre havariler, “Ey İsrailoğulları! Ben size Allah’ın elçisiyim; benden önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek Ahmed adında bir peygamberi müjdeleyici olarak geldim”(es-Saf 61/6) diyen ve “Allah yolunda bana kimler yardımcı olacak?” (Âl-i İmrân 3/52) diye soran Hz. İsa’nın çağrısına, “Biz Allah yolunun yardımcılarıyız. Allah’a inandık, şahit ol biz Müslümanlarız. Rabbimiz, senin indirdiğine inandık, peygambere uyduk, bizi şahitlerle beraber yaz!”(Âl-i İmrân 3/52-53) cevabını veren, İsa’yı Allah’ın elçisi olarak kabul edip inanan kişilerdir. Hz. İsa kendisini kesinlikle Tanrı veya Tanrı’nın oğlu olarak takdim etmediğine (el-Mâide 5/116), tam aksine, “Ben onlara, ‘benim ve sizin rabbiniz olan Allah’a kulluk edin’ diye senin emretmiş olduğundan başka bir şey söylemedim”(el-Mâide 5/117) dediğine göre havarilerin Hz. İsa’ya ulûhiyet (ilahlık, ibadet edilmeye layık) nisbet etmeleri düşünülemez. Halbuki İncillere göre havari Simun Petrus İsa’ya, “Sen hay olan Allah’ın oğlu Mesîh’sin”(Matta, 16/16); yine havari Yuhanna kendisine nispet edilen İncil’de, “Kelâm (İsa) başlangıçta var idi ve kelâm Allah nezdinde idi ve kelâm Allah idi ve kelâm beden olup inayet ve hakikatle dolu olarak aramızda sakin oldu; biz de onun izzetini babanın biricik oğlunun izzeti olarak gördük”(Yuhanna, 1/1, 14) demektedir. Öte yandan İsa Peygamberin önemli yetkiler verdiği havarilerden Yahuda İskariyot, İncillere göre onu 30 gümüş karşılığında satmış (Matta, 26/14-16) ayrıca hırsızlık yapmıştır (Yuhanna, 12/5-6). İsa onlardan biri için, “Siz on ikileri ben seçmedim mi ve sizden biri İblîs’tir”(Yuhanna, 6/70) demiştir.
Endülüslü-Arap felsefeci, tarihçi ve ilahiyatçı İbn Hazm(994-1064) incillerdeki bu ifadeleri esas alarak şu hükme varır: “Hıristiyanların havari dediği bu kimseler havari olmak şöyle dursun mümin bile değildir; onlar yalancılardır, çünkü Hz. İsa’ya ulûhiyet nispet etmişlerdir”(el-Faṣl, II, 26, 38-39).
Havarilerden Yahuda, Hazret-i İsa’yı ele veren kişi olarak bilinir. Bütün bir Hıristiyan inancı bunun üzerine kurulmuştur. Acaba gerçek böyle midir? Yahuda bir hain mi? Yoksa kendisini feda eden bir kahraman mı?
Hz. İsa, Filistin’de ilahî tebliğine başladığında, kendisine putperest Romalılardan ziyade, tek tanrılı bir dine sahip Yahudiler karşı çıktı. Gerçi Yahudiler, kurtarıcı bir peygamber bekliyorlardı ama lütufkâr ve merhametli İsa, onların beklediği sert kurtarıcıya benzemiyordu.
Hikâye malum, Hazret-i İsa, Davut Aleyhisselâm soyundan bir hahamdı. Yahudilerin çoğunun, Musa şeriatından uzaklaşmalarına karşı çıktı. Haram kılınmış olmasına rağmen, Bet-Makdis’de (Mescid-i Aksâ’da) tefecilik yapanları dağıtması, bardağı taşıran son damla oldu. Kendisini MS. 26-36 yılları arasında Roma İmparatorluğu’nun Yahudiye (Filistin) eyaletinin valisi Pontius Platus’a şikâyet ettiler. Vali, İsa ile görüştü ve söylendiği gibi biri olmadığı gerekçesiyle şikâyeti ciddiye almadı. Bunun üzerine bir plan düşünen Yahudiler, valiyi endişelendirmek için Hz. İsa’yı “Yahudilerin Kralı” iddiasında olmakla suçlayıp mahkûm ettiler. Bu siyasî bir suç demekti. Yahudilerin kendilerinden olanlar için mahkemeleri vardı ama suçluları cezalandırma yetkileri yoktu. Vali halkın reaksiyonundan ve böylece Roma nezdinde menfi pozisyona düşmekten korkup İsa’nın cezalandırılmasına izin verdi. Hahambaşı Kifas’ın askerleri İsa Peygamberi almaya geldiler. Buraya kadar bir tarihî hâdiselerde bir problem yoktur.
Sonra ne oldu? Son yemek, ekmek ve şarap ile yapılan komünyonayini (mass, evharistiya), Yahuda İskaryot’un 30 dirhem gümüş karşılığında İsa’yı Romalı askerlerle Yahudilere teslim etmesi ve İsa’nın Zeytin Dağı eteklerinde, bir rivayete göre annesinin evinin yanında, zeytin ağaçlarıyla dolu Gethsemane Bahçesi’nde tutuklanması, o gece şehirde bugün bile Hıristiyanlarca ziyaret edilebilen bir mağarada hapis tutulması hususlarını önceki yazılarımızda sıkça ve uzunca anlattığımız konular olduğundan geçelim.
Hz. İsa, sorgulanıp cezaya çarptırıldıktan sonra Via Dolorosa (Elemler Yolu) denilen sokaklardan sırtında çarmıh ile geçirilerek Golgota Tepesi’ne getirildi. Yol boyu tökezlediği, elini dayadığı, annesiyle göz göze geldiği 14 yer, bugün mukaddes birer durak kabul edilir ve Hıristiyanlar sırtlarında sembolik haçlarla bu yolda yürüyerek kendi dinlerine göre bir hac merasimi gerçekleştirirler. Hz. İsa işte bu tepede çarmıha gerildi ve öldü. Bu arada Yahuda pişman olup aldığı parayı iade etti ve kendisini bir ağaca astı. Hahamlar, “habis” gördükleri bu parayla mezarlık almayı uygun buldular. Müminlerden birkaç kadın, Hazret-i İsa’ya benzer birinin çarmıhta öldüğünü uzaktan görüphavarilere haber verdiler. Havariler üç gün sonra karşılarında Hz. İsa’yı dirilmiş olarak gördüler ve sonra İsa Peygamber göklere yükseldi.
Hadisenin Hıristiyan versiyonu böyle. Peki sonra neler oldu? Muhtemelen bu sırada Yahudiler de yanıldıklarını anlayıp mezarı açtılar. Buradakinin İsa olmadığını anlayınca cesedi kaçırıp yaktılar. Havariler daha sonra kabre geldiklerinde oranın boş olduğunu gördüler. Ve bu durumda “Hz. İsa çarmıhta öldü, sonra gömüldü, sonra dirilip göğe alındı” zannettiler. Yahuda figürü ise, hikayeye sonradan sokuldu. İsa’nın güya çarmıha gerildiği, gömüldüğü, göğe yükseldiği ve kıyamet günü tekrar ineceğine inanılan bu yere, Roma İmparatoru Konstantius Chlorus’un eşi ve I. Konstantin’in annesi Flavia Lulia Helena Augusta -Azize Helena (246-330)– bir kilise yaptırdı. Bugün buraya Mukaddes Kabir Kilisesi veya Kıyamet Kilisesi denir ve çeşitli Hıristiyan mezheplerinden ruhbanlarca idare edilir. (Hz. İsa’nın kabrinin bulunduğu yer olduğuna inanılan Kıyamet Kilisesi’nin kapısını, Selahaddin Eyyubi’nin zamanından günümüze her gece Müslüman ailelerin mensupları kilitler ve sabah yine onlar açarlar. YN.)
Kuran-ı Kerim, İsa Peygamberin çarmıha gerilmediğini ve ölmediğini, bu konuda insanların şüpheye düşürüldüğünü söyler. Rivayete göre onu çarmıha gerilmiş halde görmüşlerdir ama aslında böyle bir şey olmamıştır. Veya onun yerine bir başkası çarmıha gerilmiştir. Bu kişi de belki çarmıha gerilmeyi hak etmiş bir suçludur. Vehb, İbni İshak gibi ilk devir âlimleri, Hz. İsa göğe çıkmadan önce kısa bir zaman için vefat etti diyorsa da, sahih olan Hz. İsa’nın hiç ölmediğidir. İslâm tarihlerinde bu ihbarı yapanın kim olduğuna dair enteresan bilgiler vardır. Ekseri İslâm tarihçileri ve tefsircileri, umumiyetle sonraki Hıristiyanların rivayetlerini alıp yazmak durumunda kalmışlardır.
Büyük İslâm tefsircisi ve tarihçisi Ebu CaferTaberî (839-923), İsrailiyat rivayetleriyle tanınan Tâbiîn (Sahabeleri görmüş olan Müslümanlar) âlimi Vehb bin Münebbih(645-741), bu ihbarcının bir havari olduğunu nakleder ama isim vermez. Sahabe-i kiramdan, Peygamberimizin amcasının oğlu Abdullah ibni Abbas(619-687) der ki, Yahudi hâkiminin adamı Filtiyabus, Hazret-i İsa’yı yakalamak üzere bulunduğu yere girince, melekler İsa’yı göğe kaldırdı. Arkadan gelenler Filtiyabus’u Hazret-i İsa’ya benzetip çarmıha gerdiler. Müfessir Muhammed bin Ahmed el-Kurtubî (1214-1273) ise, ihbarcı Yahuda’nın havarilerden değil, oradaki sıradan Yahudilerden biri olduğunu ve Hz. İsa’ya benzetilerek çarmıha gerildiğini söyler. Yahuda (Judas), o zaman o coğrafyada oldukça yaygın bir isimdir.
Yine tâbiîn âlimlerinden hadis ravisi ve tarihçi Dahhâk b. Osmân el-Kureşî (Ö. 180/797)bu konuda enteresan bir rivayeti vardır. Bu rivayete göre, Hz. İsa bulunduğu yer Yahudilerce basıldığı sırada ve de Rabbinin göğe yükseltme iradesi kendisine bildirilince, “Bu gece kim kendisini benim için feda eder de cennette yanımda olur?” diye sorar. Havarilerin en cesuru olduğu anlaşılan Yahuda “Ben” diye öne atılır. İsa, giysilerini ve asasını ona verir. Askerler Yahuda’yı İsa sanıp yakalayıp, götürür ve çarmıha gererler.
İlginç bilgiler değil mi?
Peki Hıristiyanlıktaki Hain Yahuda inancı nasıl ortaya çıkmıştır? Hıristiyanlığı başka forma sokuşu ile tanınan erken Hıristiyan elçi ve misyoner Paulus (St. Pauli, Saint Paul, Pavlus, Saul – 5/67), Yahuda’yı tanımış olsaydı, rahatça bu bilgiyi yayan odur denebilirdi. Yahuda, muhtemelen Hz. İsa’yı tanıyan ve yerini ihbar eden bir Yahudi idi ki o zaman Yahuda yörede en sık rastlanan isimlerdendi. Sonradan bu kimse ile Havari Yahuda birbirine karıştırıldı. Bütün Hıristiyanlık inancı, bu temelsiz bilgi üzerine kurulmuştur. Yahuda, hatta kendini astığı erguvan ağacı bile kötülüğün sembolü sayılmıştır. Oysa o soylu bir Yahudi ailesinden geliyordu. Entelektüel olduğu, kendi adını taşıyan İncil’in üslûp ve ifadesinden kolayca anlaşılmaktadır.
Burada bir soluklanalım. İlginizi çekeceğini umduğum fevkalade ilginç iki konuda ulaşılan yeni bilgileri size aktarmak istiyorum.
HZ. İSA’NIN ÇARMIHA GERİLDİĞİ TARİH YIL, GÜN VE SAATİYLE TESBİT EDİLDİ.
Uzmanlar; kayıtlı bilgiler, jeolojik ve astronomik veriler ışığında bir hesaplama yaptı. İslam Dünyasının kabul etmediği çarmıha gerilmesi hikâyesinde bulunan tarih 33.
1988’den bu yana Uluslararası Jeoloji Araştırmaları Kurumu tarafından titizlik, büyük dikkat ve özenle yapılan araştırmalar sonucunda, Hazreti İsa’nın çarmıha gerildiği tarih belirlendi.
“Matta İncilinde” İsa’nın çarmıha gerildiği günü anlatan bölümde ısrarla vurgulanan deprem olayından yola çıkan uzmanlar; kayıtlı bilgiler, jeolojik ve astronomik veriler ışığında bir hesaplama yaptı. Yerbilimciler, 4 bin yıldır meydana gelen depremlerin kronolojik sıralamasını çıkardı. O dönemde, Kudüs’ün 21 km. uzağında Ölüdeniz açıklarındaki deprem hareketlerine odaklanıldı. Depremin şiddetini anlamak için bölgeden taş ve toprak örnekleri çıkarıldı.
Taşlar üzerindeki katmanlar, o tarihlerde İncil’de geçtiği gibi taşı ikiye bölecek şiddette yaşanan iki büyük depremin tespit edilmesini sağladı. Bunlardan birinin MÖ. 31’de meydana geldiği belirlenirken, diğerinin MS. 26 ila 36 yılları arasında yaşanmış olduğu saptandı. İncil’de bahsedilen ipuçlarını takip eden uzmanlar, İsa’nın 3 Nisan 33 tarihinde (cuma günü) çarmıha gerildiğini ortaya çıkardılar. Araştırmayı yürüten ekipten Alman Yerbilimleri Araştırma Merkezi’nde görevli jeolog Jefferson Williams ve meslektaşı Markus Schwab, İncil’in üç kitabına göre İsa’nın öğleden sonra 3.00 civarında çarmıha gerilmesinin kum fırtınası esnasında gerçekleşmiş olabileceğine dikkat çektiler. İkili, erken saatlerde havanın kararmasının bu yolla da açıklanabileceğini söylüyor.
AZİZ PAVLUS’UN (MS. 5-67) MEZARI BULUNDU..
|
||
Bundan iki bin yıl önce Türkiye topraklarını baştan aşağı dolaşan, Hıristiyanlığın Roma İmparatorluğu’nda yayılmasında kendisine kilit rol biçilen Tarsus’lu Aziz Pavlus -ya da Aziz Paul- Türkiye’de kurduğuna inanılan birçok kiliseyle bilinir. | ||
Ama ölümü ardından, nereye gömüldü, kalıntıları şimdi nerede?
Hıristiyan dünyasının en saygın azizlerinden birisinin mezarı konusundaki tartışmaya, İtalyan arkeologlar son noktayı koymak istiyor. Vatikan için çalışan arkeologlar, Roma’nın ikinci en büyük katedralinde, üç yıldır süren kazı çalışmalarının, Aziz Pavlus’un lahdinin keşfiyle sonuçlandığına inanıyor. a’nın havarilerinden Aziz Pavlus’un kalıntılarının, Vatikan’ın kalbi San Pedro Katedrali’nden sonra Roma’nın en büyük kilisesi olan San Paolo Fuori le Mura, yani Sur Dışı Aziz Pavlus Katedrali altında yer aldığı uzun süredir tahmin ediliyordu. Arkeologlar, mihrabın altında saklı olduğunu düşündükleri lahite ulaşmak için üç yıl boyunca kazı yaptı. İsa’dan sonra 390 yılına dek gittiği düşünülen lahite nihayet ulaşıldığını söyleyen arkeologlar, üzerinde Latince “Şehit Havari Pavlus” yazılı olduğunu açıkladılar. En az 1700 yıllık lahit Roma’da halkın ziyaretine açılmış bulunuyor. Hıristiyan dünyasında bunun büyük heyecan yarattığını söyleyen Rahip Edmund Power, Roma’daki lahdi görmeye gidenlerden. Parmaklıkların arasından lahdin bir yanını gördüğünü söyleyen Rahip Edmund, “lahdinbeyaz renkte ve mermerden yapıldığını”söylüyor. Bilindiği üzere Anadolu’da, Yunanistan’da ve Roma’da dolaşarak paganları Hıristiyanlığa çeken Aziz Pavlus’un mektupları, bu dinin en önemli eserleri arasında sayılmakta. Genel inanışa göre Aziz Pavlus İsa’dan sonra 65 yılında Roma’da İmparator Neron (37-68) tarafından başı kesilerek öldürülmüştü. Vatikan şimdilik lahdin ziyaretçiler tarafından görülmesine müsaade ediyor ama bir gün açılıp, içinin incelenip incelenmeyeceği konusunda henüz bir açıklama yapılmadı.
Ana konumuza şimdi başka bir pencereden bakacağız..
|
Gelin bu kez kanonik (muteber, doğru olarak kabul edilen) İncillerden Hz. İsa’ya İhanet eden Yahuda’nın başına gelenleri okuyalım;
3 – İsa’ya ihanet eden Yahuda, O’nun mahkûm edildiğini görünce yaptığına pişman oldu. Otuz gümüşü baş kâhinlere ve ileri gelenlere geri götürdü.
4 – “Ben suçsuz birini ele vermekle günah işledim” dedi. Onlar ise, “Bundan bize ne? Onu sen düşün” dediler.
5 – Yahuda paraları tapınağın içine fırlatarak oradan ayrıldı, gidip kendini astı.
6 – Paraları toplayan baş kâhinler, “Kan bedeli olan bu paraları tapınağın hazinesine koymak doğru olmaz” dediler.
7 – Kendi aralarında anlaşarak bu parayla yabancılar için mezarlık yapmak üzere Çömlekçi Tarlası’nı satın aldılar.
8 – Bunun için bu tarlaya bugüne dek “Kan Tarlası” denilmiştir.
9 -10 Böylece Peygamber YEREMYA aracılığıyla bildirilen şu söz yerine gelmiş oldu: “İsrailoğullarından kimilerinin O’na biçtikleri değerin karşılığı olan otuz gümüşü aldılar; Rab’bin bana buyurduğu gibi, Çömlekçi Tarlası’nı satın almak için harcadılar.”(Matta-27)
Burada Yahuda’nın başına gelenleri diğer metinlerdekilerle karşılaştırmadan önce Tevrat’a refere edilen kısma bakalım. Her yerde hata dolu. Neresinden tutalım bilemiyoruz. Burada Matta İncil’inde, “Peygamber Yeremya’nın sözü yerine gelsin“ diyor. Oysa Matta’nın işaret ettiği bu söz Peygamber Yeremya’nın değil Zekeriya’nın. Tabi bu hatayı bilen İncil düzenleyicileri, Matta 27:9-10 için konuyla ilgili verilen dip notta, Tevratta’ki Yeremya’yı değil, Zekeriya’yı (Zek.11:12-13 şeklinde) vermişler. Vermesine vermişler ama bu kez de Tevrat’ın Zekeriya bölümündeki anlatılanlarla, Matta İncilinde, Yahuda’nın başına gelenler arasında bir ilgi kurabilen varsa beri gelsin.
Bakın Tevrat’ta Zekeriya ile ilgili bölüm aynen şöyle;
8 – “Bir ayda üç çobanı başımdan savdım. Çünkü ben sürüden bıkmıştım, sürü de benden tiksinmişti.”
9 – Sürüye, “Artık sizi gütmeyeceğim. Ölen ölsün, kesilen kesilsin, geri kalanlar da birbirinin etini yesin” dedim.
10 – Sonra “Lütuf” adındaki değneğimi aldım ve bütün uluslarla yapmış olduğum antlaşmayı bozmak için kırdım.
11 – Böylece antlaşma o gün bozuldu. Beni gözleyen sürünün ezilenleri RAB’bin sözünün yerine geldiğini anladılar.
12 – Onlara, “Uygun görürseniz ücretimi ödeyin, yoksa boş verin” dedim. Onlar da ücret olarak bana otuz gümüş verdiler.
13 – RAB bana, “Çömlekçiye at” dedi. Böylece bana biçtikleri yüksek değerin karşılığı olan otuz gümüşü alıp RAB’bin Tapınağı’ndaki çömlekçiye attım. (Tevrat-Zekeriya-11)
Zekeriya’nın bu metninde “otuz gümüş ve çömlekçi” kelimeleri (çömlekçi; tapınağa yardım için para atılan kap) geçiyor diye, Tevrat’la ilgi kurulmak isteniyor. Ama hem konu alakasız, hem de verilen peygamber ismi. Bu tür konu ile alakasız ve yanlış isimleri Tevrat’a dayandırma gayretlerini ileride çok göreceğiz.
Sıkıldınız mı, sakın sakın. Teoloji dedektifliği yapıyoruz. Her zaman yaptığımız gibi asparagas, rivayetlerden değil, bizzat kutsal metinleri irdeliyoruz. Gerçekleri öğrenmek için biraz daha sabırlı olun.
Şimdi gelelim Yahuda’nın başına gelenleri anlatan İncil’deki faklı bir yazarın yazdıklarına. Farklı bir yazarın yazdıklarına diyorum, çünkü Tanrı aynı konuda böyle farklı şeyler ilham etmez. Bu konuda ikinci bir açıklama, Luka’nın yazdığı ’Elçilerin İşleri’ kitabında bulunuyor.
15-16 O günlerde Petrus, yaklaşık yüz yirmi kardeşten oluşan bir topluluğun ortasında ayağa kalkıp şöyle konuştu: “Kardeşler, Kutsal Ruh’un, İsa’yı tutuklayanlara kılavuzluk eden Yahuda ile ilgili olarak Davut’un ağzıyla önceden bildirdiği Kutsal Yazı’nın yerine gelmesi gerekiyordu.”
17 – “Yahuda bizden biri sayılmış ve bu hizmette yerini almıştı.”
18 – Bu adam, yaptığı kötülüğün karşılığında aldığı ücretle bir tarla satın aldı. Sonra baş aşağı düştü, bedeni yarıldı ve bütün bağırsakları dışarı döküldü.”
19 – Yeruşalim’de yaşayan herkes olayı duydu. Tarlaya kendi dillerinde Kan Tarlası anlamına gelen Hakeldema adını verdiler.
20 – “Nitekim MEZMURLAR KİTABI’nda şöyle yazılmıştır” dedi Petrus. “‘Onun konutu ıssız kalsın, İçinde oturan olmasın.’ Ve,‘Onun görevini bir başkası üstlensin.“(Elçilerin İşleri.-1)
Yahuda’nın burada başına geleni gördünüz. Yukarıda Matta-27’de verdiğimiz metinde Yahuda kendini asmıştı, burada ise aldığı para ile bir tarla satın alıp, baş aşağı düşerek feci şekilde ölüyor. Yine burada da konu ile alakası olmayan rastgele seçilmiş iki cümle var. Bu kez ’Onun konutu ıssız kalsın’ Tevrat’ta Davut’un Mezmurları bölüm 69:25’ten, ’Onun görevini bir başkası üstlensin’ ise bölüm 109:8’dendir. Bir de ilginç olan şu var. Yahuda gerçekten hain miydi? Yuhanna İncil’inden konuyu okuyalım;
18- “Hepiniz için söylemiyorum, ben seçtiklerimi bilirim. Ama ‘Ekmeğimi yiyen bana ihanet etti diyen Kutsal Yazı’nın yerine gelmesi için böyle olacak.”
21- İsa bunları söyledikten sonra ruhunda derin bir sıkıntı duydu. Açıkça konuşarak,“Size doğrusunu söyleyeyim, sizden biri bana ihanet edecek” dedi.
24- Simun Petrus bu öğrenciye, kimden söz ettiğini İsa’ya sorması için işaret etti.
25 – O da İsa’nın göğsüne yaslanmış durumda,“Ya Rab, kimdir o?”diye sordu.
26 – İsa,“Lokmayı sahana batırıp kime verirsem odur” diye yanıtladı. Sonra lokmayı batırıp Simun İskariot’un oğlu Yahuda’ya verdi.
27 – Yahuda lokmayı alır almaz Şeytan onun içine girdi. İsa da ona, “Yapacağını tez yap!”dedi.
28 – Sofrada oturanların hiçbiri, İsa’nın ona bu sözleri neden söylediğini anlamadı.
29 – Para kutusu Yahuda’da olduğundan, bazıları İsa’nın ona,“Bayram için bize gerekli şeyleri al”ya da, “Yoksullara bir şey ver”demek istediğini sandılar.
30 – Yahuda lokmayı aldıktan hemen sonra dışarı çıktı. Gece olmuştu.
31 – Yahuda dışarı çıkınca İsa, “İnsanoğlu şimdi yüceltildi” dedi. “Tanrı da O’nda yüceltildi.“(Yuhanna-13)
Şimdi bu ifadelerden Yahuda İskariot için, kendi iradesiyle hainlik yaptı diyebilir miyiz? Çünkü burada Hz. İsa tarafından seçilip görevlendirildiği izlenimi sezilmektedir. Birçok mucizevî gücü olan Hz. İsa, Yahuda’ya verdiği lokma ile onun içine şeytanı soktuğu anlaşılıyor. Bu belki de yukarıda bahsettiğimiz ’Yahuda İncilinde’ yazıldığı gibi, olay bir senaryodan ibarettir. Nedeni çok basit. Hz. İsa’nın yüceltilmesi için birinin kendisini ihbar etmesi gerekmiyor muydu? Senaryo öyle. İşte Yahuda (Yehuda) busenaryonun şanssızkahramanı. İsa tarafından görevlendirildi, görevini yaptı ve gerçeği (!) bilmeyen Hıristiyan âlemince lanetlendi. Bir anlamda bahtsız bedevi misali. Bu yeni bulunan incilin bunca yıldır bilindiği halde insanlara duyurulmaması da belki de bu yüzden. Vatikan’ın da haber duyulur duyulmaz bu incili bakıp incelemeden sahte olarak (apokrif) nitelendirmesi, yok sayması da bu tezi kuvvetlendiriyor. Çünkü iki bin yıldır hain ilan edilen bir şahsiyetin, burada masum olduğu anlatılıyordu.
Gerçekleri anlamak da anlatmak da gerçekten de çok zor. Ancak “gerçeği” bulmanın verdiği huzur ve rahatlık da gerçekten tarifsiz bir zevk..
(Üçüncü Bölümün Sonu)